Savaşçı Bir Partinin Berrak ve Militan Devrimcisi – Özgür Alçay

"Ulaşım, Simgesi Kurtuluşumun, Arslan Gardaşım"

“Cevap vermediğim kimliğime gelince, adım Ulaş Bardakçı. 1947 doğumluyum. THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım.”

1970 yılının Aralık ayı. Bir grup genç devrimci “somut durumun somut tahlili”ni yaparak devrimci bir çıkışın koşullarını arıyor. Durum hemen hemen şöyledir. Türkiye’de yükselen ve kitlesel bir karakter kazanan militan devrimci hareket sokaklarda dövüşüyor. Gençlik, mücadelenin bayrağını omuzlamış, işçilere ve emekçilere öncülük etmektedir. Devrim, belki de ilk defa ete kemiğe bürünerek Anadolu topraklarında boy gösteriyor.

İşte böylesi bir devrimci atmosferde, faşist rejimin Genelkurmayı Memduh Tağmaç, Türkiye siyasal tarihinde unutulmayacak olan şu sözleri söyler. “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi aşmıştır.” Bu açıklama, murad edilenin üstü örtülü biçimde dile getirilmesidir. Faşist rejim, her türlü yola başvurarak devrimci hareketi etkisizleştirmek ister. Sivil faşist saldırılarla elde edemediği amaçlarını, tedrici olarak yoğunlaştırılmış faşist politikalarla ve ardından, açık bir askeri darbe ile uygulayabilmenin hazırlığı içerisindedir.

Elbette ki, devrimcilerin de – Mahir Çayan’ın bir şiirinde söylediği gibi “gözleri gör kulakları sağır” değildi. Duymaya başladıkları uğultunun, yakın gelecekteki karşı devrim fırtınasının habercisi olduğunu bilecek kadar devrimci mücadele de tecrübeleri vardı.  Ama onlar da Maksim Gorki’nin “Fırtına Kuşları” ile yetişen genç bir devrimci nesildi ve hazırlıksız yakalanmayacaklardı. 1970 Aralık’ında kuruluşu ilan edilen THKP-C, ayn zamanda karşı devrime verilmiş bir yanıt oluyordu. Türkiyeli devrimciler için artık yeni bir süreç başlamıştı. Ve öncülüğünü THKO ile THKP-C’nin yaptığı devrimci örgütler, faşist askeri darbeyi beklemeksizin, silahlarını devlete yöneltmiş bulunuyordu. Bu öncülere bir süre sonra Kaypakkaya’nın TKP/ML’si de eklenecekti.

Ulaş Bardakçı da bu sürecin en önemli militanları arasında ipi göğüsler. Daha en başından “devletin korkulu rüyası olacak bir savaş örgütü yaratmayı” amaçladıklarını en berrak biçimde dile getiren kişi olur. Bu amacına bağlılığın gereği olarak bir dizi askeri eyleme de katılır.

Kent gerillası olarak burjuvazinin en has isimlerinden Mete Has’ın rehin alındığı eylemde yer alan Ulaş Bardakçı, devrime duyduğu sonsuz inancı, sınıf düşmanlarına da aynı yalınlıkta haykırır. “Bir daha görüşecek miyiz?” diye soran burjuvazinin sözcüsü karşısında Hüseyin Cevahir yoldaşıyla birlikte şu cevabı verir. Bir kere daha hepinizle birlikte topyekün karşılaşacağız”.

O aynı zamanda eylemlerin hazırlık aşamasında da rol alan ve hatta temel önemdeki bütün sorumlulukları üstlenen bir devrimcidir. THKP-C’ nin ilk kamulaştırma eyleminde kullanılan arabayı tedarik etmek ve kullanmak onun başarısıdır. Soygundan bir önceki gece kalınan evde herkes bir gerginlik yaşarken Ulaş son derece sakindir; ve sabah erkenden kalkıp evden organizasyondaki görevini yapmak üzere  ilk çıkan o olmuştur.

Bundandır ki Ulaş Bardakçı faşist mahkemelerde “devrim savaşçısı” olduğunu haykırmaktan çekinmez. Meşhur sözleriyle “12 Mart askeri darbesine erken doğum yaptıracak kadar etkili eylemler yapmış olduklarını” mahkeme aracılığıyla tüm kamuoyuna duyurulur. Ulaş’ın savunmasındaki son sözü de: Her şeyi açık yazdık biz. Emperyalizme ve yerli oligarşiye silah çektiğimizi ilan ettik. Bu uğurda çok devrimci kanı aktı. şehitler verdik”  olur.

ODTÜ’DEN ŞEHİR GERİLLASINA

Ulaş Bardakçı’nın devrimci tarihi, dönemdaşı olan bir çok devrimcinin tarihine benzer. ODTÜ’lüdür, FKF’lidir, DEV-GENÇ’lidir. Devrimci gençliğin anti emperyalist mücadelesinde devrimci birikiminin ilk adımlarını atar. Kommer’in arabasını ateşe veren ve ardından “İki, üç daha fazla Vietnam Ernesto’ya bin selam” sloganını atan  devrimci gençliğin arasında yer alır. İşgallerde ve boykotlarda da öndedir. Dönemin en önemli ayrım noktası olan tartışmada önümüzdeki devrimci adımın “milli demokratik devrim” olduğunu savunur ve bu görüş etrafında “Mülkiyeli” yoldaşı Mahir Çayan’la tanışır.

ODTÜ, üniversite gençliğinin devrimci merkezlerinden biridir. Ve ülke genelinde devrimci mücadele durdurulamaz bir ivmeyle yükseliştedir. Her Dev-Genç’li gibi o da,  bu kitle hareketini devrimci atılımın vesilesi yaparak, Ernesto’ya gerçek bir selam yollamanın arayışındadır. Ayrıca devrimci teori de yetkinleşmeyi amaçlar. Politik askeri mücadeleye dair temel görüşlerini oluşturur. Buna göre Devrim ancak savaşçı bir partiyle mümkündür” der ve THKP-C’nin temel görüşlerinin oluşumuna etki eder. Aynı zamanda THKP-C’nin genel komite üyesidir.

Ulaş Bardakçı ilk olarak ODTÜ ekibi tarafından İstanbul’a gönderilir. Ama önce Ulaş’ ın parmağına bir yüzük takılır ve artık devrimci çalışmayı bırakmış görüntüsü verecek yerlere gider Ulaş. Bir yandan da plakasını değiştirdiği  Anadol marka çalıntı bir otomobil ile  bazı lüks ve pahalı ürünler satan mağazaların vitrinlerini kırıp hesap makinesi..vs gibi malzemeleri arabanın bagajına doldurur, gözü o kadar karadır ki aynı gece aynı yere iki defa gidip bagajı doldurur. Bu malzemeler satılacak ve para sağlanacaktır.

Politik askeri mücadele ve devrimci savaşım, üç devrimci örgütün eylemleriyle etkisini arttırırken, karşı devrimin cephesi de bu prestiji dağıtmanın yollarını arar. Yoğun tutuklama, işkence ve infazla sonuçlanan operasyonlar gerçekleşir. Ulaş Bardakçı’nın da etrafındaki çember daralır. THKO ve THKP-C’nin önder kadroları ağırlıklı olarak tutsak düşmüştür.

Ancak devrim savaşçılarının hapiste kalmaya niyeti yoktur. Hemen firar eyleminin hazırlıklarına başlanır. Ulaş Bardakçı hapishanede de hem mütevazi devrimciliğini sürdürürken hem de firar eyleminin organizasyonunu üstlenir.  Bu mütevazi devrimci firar eylemine kadar olan sürede de hastalanan yoldaşı Mahir Çayan’a özenle bakar, sağlığının yerine gelmesi için adeta üzerine titrer.

Öyle ki Mahir Çayan hücresinden zayıf ve hastalanmış olarak koğuşa gelir. Bu durum karşısında tüm tutsaklar kısıtlı olanaklara rağmen Mahir Çayan’ın daha iyi beslenebilmesi için koşulları yaratır. Ancak Mahir Çayan bunu kabul etmez,ayrıcalık istemez. “Kimsenin yiyemediği bir şeyi ben nasıl yerim” diyen Adalı’yı koğuş kararıyla ikna etme görevi diğer Adalı’ya yani Ulaş Bardakçı’ya düşer. “Bu koğuşta sana dalak yedirmemizi problem yapacak kimse bulunmuyor. Yiyecek ve kendine geleceksin. A koğuşu işçi sınıfının koğuşudur. Korkma, sana laf edenin alnını karışlarız. Öyle kolay mı zannediyorsun?  diyerek Mahir Çayan’ı ikna etmeyi başarır. Firar eyleminde ise can yoldaşını sırtında taşıyacaktır.

Halka ve Devrime Adanmış Bir Ömür : Ulaş’ın Sesi Bu!

THKP-C ve THKO savaşçışarının 11 metrelik tünel kazımıyla gerçekleşen firar eyleminin ardından yeni bir örgütsel görev vardır Ulaş Bardakçı’nın karşısında. THKP-C’nin şehir gerillacılığında genel komutan görevini üstlenir. Politik-askeri mücadelenin kaldığı yerden devam etmesinin koşulları olgunlaşır.

Karşı devrimin de esas amacı şehirlerde olası bir politik askeri eylemi engellemeye ve onu hayata geçirecek olan devrimci savaşçıları imha etmeye yöneliktir. İsrail Başkonsolosunun cezalandırılması, Mete Has’ın kaçırılması, peşi sıra yapılan kamulaştırma eylemleri ve diğer bir dizi askeri eylem karşısında prestijini yitiren faşist rejim için tek çıkar yol kısa sürede sonuç almaktır.     

Ulaş Bardakçı da, tutsak kaldığı Maltepe günlerinde, ileride yaşanacakları esas olarak öngörür. Azgınlaşan emperyalizmin bizi ezip geçmesine müsaade etmeden toparlanmamız gerekiyor” demesi bundandır. Mahir Çayan’a ve tüm yoldaşlarına verdiği söze bağlı kalarak THKP-C’yi şehirlerde yeniden toparlanmanın ilk örneklerini de göstermeye başlar. Ancak yolu, Arnavutköy’deki Üvez sokakta bulunan eve düştüğünde bu sefer faşist rejim de dersinde iyi çalışmıştır.  5 kadar devrim savaşçısı üstlenme alanına vardıktan kısa bir süre sonra kuşatılır. İşte o anda bir “gelenek tohumu” ekilir tarihin bağrına. Teslim olun çağrısı “Bize ölüm yok! Asıl siz halkın savaşçılarına teslim olun!” diyerek taraka sesleriyle yanıtlanır. Ve hangi safta dövüşüyor olursa olsun o günden bugüne kadar Ulaş’ın yaratıcısı olduğu bu soylu direnme geleneğine bağlı kalır devrimciler.

Ulaş Bardakçı şehit düştüğünde üzerinden “9 mm. çaplı Smith-Wesson marka tabanca ve 62 adet aynı çaplı mermi, yasaklanmış Marksist-Leninist klasikler ve iç iletişim sağlamak amacıyla elinde tuttuğu şifreler bulunur. Aslında bu üç nesne de onun yaşam özeti gibidir.Teori-pratik ve illegalite…

“Ulaşmak için Menzile”

“Şunu herkes öğrensin ki: Emperyalizm ve yöneticileri, zamanın büyük devrimcilerini aziz, evliya haline getirir, doktrinlerinin devrimci yanlarını küllendirir, statik, statükocu yanlarını ortaya atar, kendileri için kabul edilebilir yanlarını reklam eder. Arkalarından ah-vah edilir, radyoda programlar düzenlenir. Artık ölen bir devrimci değil, bir evliyadır. Bu şekilde zararsız hale getirilen devrimciler her fırsatta halka sunulur. Artık o halkın kurtarıcısı değil hakim sınıfların paravanasıdır.”

Bu sözler Ulaş Bardakçı’ya aittir. O devrim şehitlerinin ardından yas tutmaz. Bunu şehit devrimcilere bağlılığı olarak görür. “Ölenler geride kalmaz, ruhumuza ve bilincimizde devrimin itici sembolleri olarak yaşamaya devam eder” diyen bir geleneğin yaratıcıları arasındadır.

Şehit düşmeden önce de daima bu gerçeğin farkındadır. Yoldaşları ile yaptığı sohbetlerde sık sık dönemin popüler şarkısı olan  “Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum” dizesini  “ben zaten darağacının tiryakisi olmuşum ’  olarak  değiştirip sık sık söyler. Şehit düşme ihtimalinin birçok devrimci ihtimalden bir tanesini olduğunu bilerek yaşamıştır.

O, aynı zamanda sınırlı yaşamını olabildiğince mütevazi yaşamaya karar vermiştir.  Yoldaşları ve dahası onu tanıyan herkesin ona “Fukara” lakabını uygun görmesi bundandır.  

Bu yiğit ve mütevazi devrimcinin ardından da yapılması gerekenler de onun söyledikleriyle uyumlu olmak zorunda. Ağıt yakmadan, ah vah etmeden anılmalı Ulaş Bardakçı. Adanmışlığından, kararlılığından ve daima ileri yürüyen yürüyüşünden öğrenilmeli. Sessizliğine ve mütevaziliğine bakılmalı onun, her işi nasıl sessiz sedasız bitirdiğine. Silah başındaki Ulaş’a bakılmalı,  Vietnam Kasabının arkasından koşan üniversiteli ile Filistin Kasabı Elrom’u cezalandıran gerillanın diyalektik bağı kavranmalıdır.

Ve elbetteki  yoldaşlığıyla – yoldaşlarına karşı beslediği duygularla yürekler ısıtılmalı. Her şart ve koşulda “kendimden önce yoldaşlarım” diyen bu devrimci gibi bakılmalı yoldaş yüreklere. Mütevazilikte bir çıta olmalı Ulaş. Gösterişin değil, devrimciliğin peşinde koşulmalı.    

Son sözler onun olsun. “Türkiye halkının kurtuluşu yolunda bundan böyle de savaş sürecek ve zafer kazanılacaktır”.

İnancımız sonsuz, kararımız kesindir. Ulaş Bardakçı’nın dediği gibi olacak er ya da geç zafer kazanılacaktır.

Yine de içimize dert olan bir şey var Ulaş yoldaş. Her izlediğimizde kahroluyoruz. Sen mahkeme salonunda can yoldaşın, yoldaşımız Mahir Çayan’a sarıldığında sizi ayırmak için uzanan o askerin eli. O el bütün faşist rejimin elidir. Ve sınıf düşmanlarımızın tavrında şaşılacak bir şey yoktur. Ama yine de sindiremiyoruz. Bundandır ki, özlem dolu her sarılmamızda sizleri anıyoruz.

Doğrudur, hesabımızın listesi kabarık. Halklara ve bilcümle ezilenlere yapılanlar bu satırlara sığmaz.  Ama bir gün mutlaka sizi ayırmak isteyen eller için de ayrı bir dava görülecektir… Devrimciler olduğu müddetçe umut var demektir…