Kadın Özgürlük Mücadelemiz Sansürlenemez! – Nidal Güney

Yönetememe krizindeki faşist şeflik yasak, baskı ve katliamlarla ömrünü uzatmak için çırpınıyor. Halkın haber alma hakkını gün be gün fiili olarak gasp eden faşizm şimdi de “Dezenformasyonla Mücadele” adı altındaki sansür yasası ile bu hakkı tamamen yok etmeye, gerçekleri yazmaktan bir adım bile geri durmamış özgür basın emekçilerine gözdağı vermeye, sosyal medyanın haber iletme; yayma ve iletişim gücünü azaltmaya, korku ve tedirginlik atmosferini ağırlaştırmaya çabalıyor.

Yasanın niyetinin cisimleştiği 29. maddesi şu şekilde: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.” Bu niyeti şu şekilde açabiliriz: halkların gerçekleri öğrenme hakkını tamamen yok etmek, senelerdir susturmaya çalıştığı özgür basına gazetecilik faaliyetlerinden ötürü uyguladığı fiili yasağın yelpazesini genişletmek, sosyal medyanın haber yayma ve iletişim gücünü kısıtlayıp halkı korkutmak, sindirmek. Bu niyetin erkek egemenliğin zaten iyice hakim olduğu ana akım medya dilini ve tavrını da göz önüne alırsak kadınlar bazında ayrıca etkisi olacağını görmemiz gerekir. Nitekim yasanın kadınlar cephesindeki görüngüleri almamız da çok uzun sürmedi, yasa geçtikten bir hafta sonra JinNews muhabirleri evleri basılarak gözaltına alındılar.

Erkek devletin adına dezenformasyon diyerek meşrulaştırmaya çalıştığı bu faşist sansür yasasının kadınlar için ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz. Öncelikle şunu söylemek lazım ki dezenformasyon ve hikaye satmak muktedirlerin, erkek egemenliğin en önemli ideolojik araçlarından biridir. Dezenformasyon, erkek şiddetiyle katledilen kadınlar hakkında yapılan erkek şiddetini meşrulaştıran açıklamalardır; dezenformasyon İpek Er’e tecavüz edip ölümüne sebep olan uzman çavuş Musa Orhan’ın aklandığı haberlerdir, Pınar Gültekin hakkında ana akım medyada yapılan katil Cemal Metin Avcı’nın yalan ve erkek adalete yaranmak için verdiği ifadeleri televizyonlarda; gazetelerde gerçekmiş gibi sunmaktır, katledilen onca kadın için intihar ettiler demektir, gazetecilik faaliyetlerinden ötürü kapıları kırılarak gözaltına alınan kadın gazetecilerin evindeki kitapları gülünç bir biçimde “örgüt dökümanı” olarak servis etmektir. Kadınlar ve ezilenler öfkesini ne zaman sokağa taşısa provokatif eylemlerde bulunuyorlar, bunlar terörist demektir. Dezenformasyon faşist erkek devletin işidir. Susturulmaya çalışılan özgür basının işi ise devlet tarafından gerçeğin önüne çekilen perdeyi açıp halka doğru bilgiyi iletmek; ezilenlerin, kadınların siyasetinin propagandasını yapmak.

Sansür yasası daha yürürlüğe girmeden de sansür ve hapis cezalarıyla yıldırma politikaları gerçeği çekinmeden söyleyenlere zaten uygulanıyordu. Kemal Kurkut’un katlini “canlı bomba vuruldu” diye açıklamaları çektiği görüntülerle çürüten Abdurrahman Gök 20 yılla yargılanıyor, 17 tane Kürt basın emekçisi geçtiğimiz aylarda tutuklandı, daha geçen hafta Bartın’daki işçi katliamı hakkında 12 tane sosyal medya hesabı ve gazetecilere karşı soruşturma başlatıldı, Jineoloji dergisi editörü Nagihan Akarsel katledildi. Kadınların, emekçilerin, ezilenlerin haber almasını sağlayan, devletin tüm dezenformasyonuna karşı siyasi propaganda ve doğru haber ileten özgür basın yasaklar ve baskılar karşısında hiç susmadı, bu yasayı da kuşkusuz yırtıp atacaktır.

Sansür yasası şüphesiz en çok sosyal medyaya saldıracak. Sosyal medya, günümüzde insanların günlük gördükleri bir haksızlığı paylaşıp yaydığı, adalet mücadelelerinde, kadınların hayatının her gün erkek şiddetiyle tehdit edildiği bu günlerde kamuoyu oluşturmak, yapılması gerekeni yaptırmak için kullandığı çok önemli bir araç. Bu sansür yasasıyla birlikte kadınların sosyal medya üzerinden yardım ve dayanışma talepleri, adalet mücadeleleri “dezenformasyon” olarak nitelendirilip suç olarak sayılabilir. Dezenformasyon yasası önceden olsaydı belki de katillerin ağırlaştırılmış müebbet cezası aldığı Şule Çet davasında “Şule intihar etmedi, patronu olan erkekler tarafından katledildi” demek, Gülistan Doku’nun kaybedilmesiyle ilgili yok edilmeye çalışan kamera kayıtlarını yayınlamak suç olacaktı. Bundan sonra da kadınların yaşadığı erkek şiddetini sosyal medya üzerinden teşhir etmesi, dayanışma talep etmesi suç olarak nitelendirilebilir. Pek çok kadına güç veren, failleri teşhir etmelerini sağlayan ve geniş kitlelere yayılarak ciddi bir ivme yakalamış olan #MeToo hareketi de bu yasayla suç olarak sayılabilecek. En basitinden “barınamıyoruz”, “x yerde erkek şiddetine maruz kaldım”, “bu erkek tarafından tehdit ediliyorum”,”geçinemiyoruz” demek artık suç olabilecek.

Kadınların kazanılmış haklarına saldırıların bu kadar arttığı bu dönemde çoğu kadın çare olarak sosyal medyaya başvuruyor. Önce İstanbul Sözleşmesi’ni iptal eden, 6284 sayılı yasada gözü olan, mahkemesiyle; medyasıyla; söylemiyle resmen erkeklere kadınları katletmeleri için güç ve cesaret veren erkek devlet; kamuoyu tepkisi toplama amaçlı bu çareye bile göz dikiyor, kadınları hayatta tutmayı bırakın arkasından söylenecek şeylerin bile onun istediği gibi olmasını istiyor.

Daraltılan Çember: Kadın Düşmanı Genelgeler, Yasaklar
Erkek devlet sonunu getirmesinden en çok korktuğu iki kesimi, kadınları ve gençliği ezmeye çalışıyor. Üniversitelere gönderilen faşist genelgede kadın örgütleri ve platformlarına karşı tetikte olduklarını belirtmişlerdi. Şimdi de sansür yasasıyla sesimizi soluğumuzu kesmeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki terbiye olalım, makbul olalım, şiddete uğrayalım susalım, herhangi bir toplumsal alanda var olmayalım, siyaset yapmayalım, katledilen kadınların hesabını sormayalım, sakın ha sakın örgütlenmeyelim, ölelim ama öldüğümüzde de arkamızdan yazılanlar ve konuşulanlarla biz suçlu olalım, aman huzursuzluk çıkarmayalım. Herkesin huzurunu kaçıracağız, kadınların özgürlüğü ve hayatı için haber alma hakkını sonuna kadar savunacağız, erkek egemenliği yerle bir etmek için bir araya geleceğiz, örgütleneceğiz.
İran’dan, Rojhilat’tan Sudan’a, Türkiye’ye, Sri Lanka’ya ayaklanmalar sürecinde en çok haber alınan, iletişim kurulan yer su götürmez bir biçimde sosyal medyadır. Haziran Ayaklanması’nda da sosyal medyanın işlevini açıkça görmüştük, şimdi ise yanı başımızdaki İran ve Rojhilat ayaklanmasında sosyal medyanın kadın düşmanı molla rejimine karşı uluslararası kamuoyu ya da ayaklanma için haberleşme olarak nasıl bir iletişim ağı yarattığına bir kez daha şahit olduk. Sosyal medya, bir ayaklanma durumunda birincil ve kitlesel iletişim aracı oluyor. Nerede neye ihtiyaç olacağı, hangi eylemin nerede olacağı sosyal medyadan yayılıyor. Yahut direnişçilerin herkese moral veren cesaretlerini, zekalarını sosyal medyadan görüyoruz bu küçümsenemeyecek bir etki yaratıyor insanlarda. Örneğin hangimizin yüreği videolarda gördüğümüz polisin karşısında zorunlu başörtüsünü sallayan İranlı kadınlarla atmıyor? Medyanın, televizyon kanallarının gıkının çıkmadığı bu dönemde sosyal medya üzerinden haberleşiliyor ve anlık olarak gelişmeler öğreniliyor; bu anlarda iktidarların da ilk refleksi elektriği, interneti kapatmak ya da sosyal medyaya erişim engeli getirmek oluyor. Faşist şefliğin çelişkilerinin çözülemeyecek şekilde düğümlendiği bu dönemde gelişen ayaklanma koşullarına erkek devlet kendince önlem alıyor.

Kadınların, gençliğin, tüm ezilenlerin ayaklanmasından ödü kopan erkek devlet şimdiden önlemlerini almaya çalışıyor. Ancak bizlerin katliamları faşist şefliğin güdümündeki medyada erkek egemen söylemlerle dezenforme edilen, halihazırda her gün erkek şiddetine maruz kalan, tecavüz ve katliam gölgesinde yaşayan kadınlara borcumuz ve sözümüz var. Yolda tedirgin gördüğümüz bir kadının yanına gitmek, sadece 25 Kasımlarda 8 Martlarda değil her daim sokaklarda olmak, kadın özgürlük mücadelesine dair okumalar yapmak, öz savunma yeteneklerimizi geliştirmek, liselerimizde; üniversitelerimizde kadın dayanışmaları kurmak, kadın fanzinleri çıkarmak, kılık kıyafet boykotları örgütlemek, failleri barındırmayacak hamlelerde bulunmak, kadınların özgür haber alma ve yapma hakkını daima savunmak boynumuzun borcudur. Geleceği eline alıp dünyanın her yerinde ayaklanan kadınların izindeyiz, bu çarkı kıracağız!