Ölümsüzlerin Yolunda Komsomolca Yürümek

Marksist Leninist Komünistler ve komsomol militanları bir kez daha “parti ve devrim şehitleri” ayını karşılıyor. Açık ki böylesi zamanlar tüm komünistler için en kıymetli zaman dilimleridir, yeniden bilenme ve daha güçlü ayağa kalkma fırsatıdır. Ölümsüzleri anarken devrimin büyüklüğü ve yüceliği yeniden duyumsanır. Tarihin yapıcılarına ve devrimin kahramanlarına verilen sözler yinelenir. Devrimin bedel kapılarından geçerek zafere ulaşacağı bir çivi gibi kazınır akıllara. Dile getirilsin ya da getirilmesin her devrimci, ölümsüzlerin huzurunda kendi eyleminin muhasebesine girişir.

Bu bakımdan şehitler devrim mücadelesinin somutlanmasıdır. Mücadele ve onun gereklilikleri, ölümsüzlerle kurulan ilişkinin en doğru zeminidir. Denizler’in idama giderken Dev-Genç davasından yargılanan devrimcilere “Biz gidiciyiz bu belli, siz sancağı sakın ha yere düşürmeyin.” dediği anlatılır. İşte mesele yalın ve öz olarak budur, görev devralınan bayrağın nasıl daha yükseklere dikileceğidir.

Bir örnek olarak ‘Devrimci Ado’nun Ölümsüzler Katında Yargılanması’ isimli kitap, devrimci çalışmalarının başında bulunan herkese görevlerini hatırlatan romansal bir anlatıdır. Bu öykünün kahramanı olan devrimci şehit düştükten sonra, mücadele içerisinde yaptıkları ve yapamadıklarından dolayı devrimin ölümsüzleri tarafından yargılanır. Aslında bu metafor, bugünün devrimci militanlarına bir yöntem önerisidir. Ölümsüzleşen her devrimci, “devrimci mücadelenin ihtiyaçlarını” hatırlatan bir uyarıcıdır.

Buradan devam edersek devrimci adanmışlık, davaya bağlılık, feda ruhuyla dopdolu olmak gibi değerler ölümsüzlerden öğrenilmesi gerekenlerin en başında gelir. Devrimcilik, bu sağlam temellerin üzerinde inşa olacak ve büyüyecektir. Eğer konumuz ölümsüzlerin çağrısına yanıt olmaksa, genel doğruların yanı sıra özgünleşmiş ve anın politik-örgütsel ihtiyaçlarına cevap verecek çözümler üretmeyi öncelikli görev olarak önümüze çekmek zorundayızdır. Komünist gençliğin başta komsomol saflarında şehit düşmüş yoldaşlarına, devrimci gençlik hareketinin ölümsüzlerine ve tüm devrim şehitlerine bağlılığının en güçlü göstergesi devrimci mücadelenin büyütülmesi ve yeni zaferler kazanarak nihai zafere doğru yürüyüşün hızlandırılması olacaktır.

Güçlü Yoldaşlık İçin Güçlü Muhasebe

Bir an için kendimizi ölümsüzleşen devrimci gençlik militanlarının, tarihin onurlu sayfalarına ismini kazıyan ölümsüz genç komünistlerin karşısında düşünelim. Sahi, büyük bedelleri omuzlayarak yıldızlaşanlar bizden ne beklerdi? Yalnızca onları anmamızı ve adanmışlıkları üzerine en güzel sözleri söylememizi mi? Tek başına ölümsüzlük sloganları atmamızı ya da kimi tarihsel günlerde kendilerini anlatan yazılar kaleme almamızı mı? Soruyu tersten kendimize sormak da mümkün. Bizler, devrimin ölümsüzler kervanına katılsak bayrağı devrettiğimiz yoldaşlarımızdan mücadeleyi büyütmelerinden başka bir beklentimiz olur muydu?

Öyleyse kendimize devrimci gençlik mücadelesinin, komsomol çalışmasının, partinin ileri yürüyüşünün aynasından bakacağız. Ölümsüzlere olan bağlılığımızı devrimci mücadelenin her günkü pratiğinde yeniden ve yeniden inşa edeceğiz. Devrimin ölümsüzleri; soyut görevlerin değil, somut çalışmaların ve süreçlerin militanı olmak için dövüştüler. Bu yüzdendir ki her birinin bizlere devrettiği politik çağrıları ve örgütsel görevleri doğru anlamak zorundayız.

Deniz-Mahir-İbrahimlerden başlayalım. Onlar devrimci gençlik hareketinin kurucu önderleri, 71 atılımının öncü kadroları olarak devrimci mücadeleyi yeni bir merhaleye taşıdılar. Devrimci gençliğin; devrim içerisinde öncü görev ve sorumluluklar üstleneceğini darağaçlarında, çarpışmalarda, işkencehanelerde gösterdiler. Nesnelliğe teslim olmadılar, bu koşullarda yapamayız demediler ve devrimci iradenin yol açıcılığına inanarak eyleme giriştiler. Bir anlamda onlar gençliğin bağrına ekilen öncülük tohumları oldular.

Bu tohumları yeşertmeden ve öncülük iddiasını büyütmeden devrimci gençlik önderlerini anmak mümkün müdür? Bugünün militanı, Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri düşünürken kendi öncülüğü üzerine ne ölçüde kafa yoruyor? Öncü bir siyasal atılım ruhuna, başarısızlıkları da göze alan bir kararlılığa sahip midir pratik içerisindeki genç devrimci? Bugünkü devrimci militanın derdi yeni bir yol açmak mıdır yoksa mevcut durumu idare ederek yaşamını sürdürmek mi? Komünist gençler, devrimci mücadelenin, örgütlenmenin, devrimci savaşımın gelişim sorunları üzerinde gerçek bir yoğunlaşma yaşıyorlar mı? Devrim şehitlerinin anılarına doğru temelde sahip çıkabilmenin ölçüleri bu sorulara verilecek yanıtlarda aranmalıdır.

Komsomolun tarihi ve bu tarihin ölümsüz genç yapıcılarıyla kurulacak olan en doğru ve devrimci ilişki bu zeminde tarif edilmelidir. Komsomolun devrimci yürüyüşüne yakından bakan herkes onun gelişim sürecine damgasını vuran eylemler zincirinin ölümsüz genç komünistlerin büyük fedai eylemleri ile bağlı geliştiğini görecektir. Çeyrek asrı aşan ve genç komünistlerin omuzlarında bugünlere ulaşan komsomol mücadelesini zafere taşımak  ve ölümsüzlere verilen devrim sözünü gerçek kılmak için onların geleceğe taşıdığı mesajı eylemin diline dönüştürmeyi esas almalıyız. Eğer iddiamız onların yolundan yürümekse, onların hangi yoldan yürüdüğünü ve izlenecek rota olarak hangi yönü tarif ettiğini  bilmek zorundayız.

Komsomolun ilk ölümsüzü olan Şengül Boran’ı düşünelim. Onun gibi partinin ve komsomolun gelişim sorunlarına yoğunlaşmadan, gençlik mücadelesinin zorlu örgütsel görevlerine hazırlanmadan onun yolundan gitmek mümkün müdür? O, kendi öncülüğünün farkında olarak yalnızca politik mücadelede değil devrimci savaş hazırladığında da öne çıkmıştır. Bugün onun mirasını omuzlama sözü “Her göreve hazırım.” diyebilme cüretinde saklı değil midir?

Özgür Evrim Göçer, ODTÜ’de gençlik hareketinin öncüsüdür. Herkesin geri çekilme eğilimi gösterdiği eylemlerde militanca devrimci gençliğin sürükleyicisi olmuş, politik sinmişliğe karşı partisinin atılım ruhunu temsil etmiştir. Öyleyse her barikat çarpışmasında Özgür’leşmek ve direnişe yeni yollar kazandırmaktan başka bir görev var mıdır? Erkut Direkçi bir başka mevzide çarpışan, ölüm orucu ve açlık grevi direnişinde komsomolun bayrağını dalgalandırmak için tereddütsüz öne atılan öncü bir genç komünisttir. Bu kararlılığı ve öncü ruhu kuşanmadan, ölümle göğüs göğüse çarpışacak bir adanmışlık sergilemeden kendimize zaferler kuşağının devamcısıyız diyebilir miyiz?

Rojava Devrimine, Kobane’nin en ön çarpışma siperlerine koşan genç komünistlere ne söyleyeceğiz peki? Emre, Sinan, Ivana, Destan, Kerem… Onlar adanmışlığın ve devrime bağlılığın sembolleri olduğu kadar komünist gençliğin savaş siperlerindeki öncüleri oldular. Che’nin devrimden başka hayat yoktur sözüne yine hayatlarıyla can verdiler. Hayatımızda devrimden başka ne varsa bütün yüklerimizi bir kenara fırlatmak ve can bedeli bir fedakarlıkla en önde yürüyen yalın birer dava insanı olmak ölümsüzlerin komünist gençliğe verdiği en açık talimat değilse nedir?        

33 Kızıl karanfilimizi, Suruç Şehitleri’ni nasıl anacağız? Eğer onları devrimci gençlik hareketinin yol açıcıları olarak kabul ediyor ve politik öncü eylemin sahibi olarak görüyorsak biz hangi soruları sormalıyız kendimize? Örneğin politik olarak yeni yollar açabildik mi gençlik hareketine, gençlik örgütünü kitlevi bir mücadele mevzisine dönüştürebildik mi? Kaç yeni insanı örgütleyebildik, Suruç Şehitlerinin devrimci çizgisine? Ölçü bu kadar sade ve açıktır. Cebrail Günebakan gibi kavganın farklı tipteki yüklerini omuzlamadan, “Ben varsam gençlik örgütü de parti de vardır.” diyebilecek bir çizgi militanlığının sahibi olmadan “devraldığımız sancağı” arzulanan yükseklere çıkartmayı nasıl başarabiliriz? Devrimin savaşçısı olabilmek için adeta yanıp tutuşmayan bir genç militan bu uğurda fedaileşen yoldaşlarının izinden yürüyeceği sözünü nasıl yerine getirmiş sayabilir kendisini?

Suruç Katliamı’nın ardından hesap sorma kararlılığıyla kimliğini yakan ve sınırları(nı) yıkarak devrimci savaş hazırlığında yerini alan Roza Renas, Suruç Şehitleri’ne bağlılıkta takip edeceğimiz kutup yıldızımızdır. O, komsomola ve partiye açılan savaşın karşısında bu kavga davetini kabul etmiş ve tereddütsüz en önde giden olmuştur. Şimdi o, ardı sıra gelecek genç komünistleri aynı yoldan yürümeye davet ediyor. Bu yolu kararlılıkla yürümeye hazır olmadan Roza ile gerçek manada yoldaşlaşmak mümkün müdür? Berfu’nın, Sarin’in ve Koray’ın yürüdüğü yol, düzen ile devrimin en keskin biçimde ayrıştırılmasıdır. Eğer onlara verdiğimiz sözün arkasından gideceksek düzenin olanaklarına yaslanarak ya da onunla kopuşmadan (da) devrimcilik yapılabileceğini varsayarak değil, en keskin kararların ve cesaretli adımların takipçisi olacağız.

Bugüne kadar her komsomolcu en az bir kez “Sizin sesiniz olup sizi haykıracağız.” dizelerini yükseltmiştir en gür sesiyle. Öyleyse bu haykırışımızın hakkını daha güçlü verelim ve bu iddiaya her zamankinden daha güçlü sahip çıkalım.

Öncü olduğunu bir an olsun unutmayan, bütün mücadele başlıklarında bu sorumlulukla hareket eden, kendi kişiliğinde gençlik örgütünü somutlaştıran, politik ve örgütsel gelişimin yolları üzerine düşünen ve düşündüklerini eyleme geçiren her komsomol militanı, ölümsüzlerle arasına çelikten bir bağ ekleyecek ve Denizlerin bahsettiği sancağı daha yükseklerde dalgalandıracaktır. “Şehitlere devrim sözümüz var.” sözünün yegane karşılığı budur.

Ölümsüzlerimizin başucunda tekrarladığımız gibi : Biz Kazanacağız, Biz Kazanacağız, Biz Kazanacağız!  Daima sizinleyiz, daima bizimlesiniz!