Marksizm ve Ekoloji – Mert Karatağ

Marksizmle Ekoloji Neden Birbirine Bağımlıdır?

Marksizm, sınıfsal ayrımların ortadan kaldırılarak sınıfsız toplumun (komünist toplum) inşaasını öngören ve ön basamağı olan sosyalizmi ilan ederek, ekonomik, siyasal, bilimsel, doğayı ve evreni kapsayan bir felsefi düşüncedir.

Marksizm, yukarıda belirtildiği gibi bilim çerçevesinde doğayla olan bütünlüğünden kopmaz bir bağla bağlıdır. Doğa unsurlarının ve ekolojik sistemin ana temel unsuru insan ve doğanın birbirinden beslenerek ve aynı zamanda doğaya hükmetmeden de insanın varolabileceğini savunan basamaklara sahip bir felsefi düşüncedir. İnsanlık tarihi boyunca iş aletlerinin (avandanlıkların) ve üretim araçlarının oluşmasıyla birlikte insanlık ilerleme kaydetmeye başlamış fakat doğayı yönetecek yetkin bir teknolojiye ve bilgiye sahip olmadan da varlığını sürdürebilmektedir. Doğanın içinde varolan insanlık, doğal koşulların oluşturduğu ortamdan ötürü kendisine barınak, yiyeceklerin uzun ömürlü olmasını sağlama ve sağlık koşulları kötüleştikçe çevresindeki doğa unsurlarından (bitkilerden) ilaçlar ve merhemler üreterek ortamın onu ittiği çözümlere; eczacılık, coğrafya ve bilgilerin öbür kuşaklara aktarımını sağlamak için yazınsal (edebi) ve aynı zamanda tarihsel metinleri oluşturarak “yazıyı” icat etmiştir. Aynı zamanda bu doğal süreçler karşısında en etkin iletişim aracına “konuşmayı ve dili” yetkinleştirerek hayatta kalma içgüdüsünü oluşturmuştur. Tarih gösteriyor ki insanlığın doğayla olan bütünlüğü ve varlığını devam ettirmeye çalışması sayesinde çeşitli bilim dallarını ortaya çıkmış ve hayata tutunmuştur. Marx’ta belirtmiştir ki, “İnsan,doğa sayesinde yaşar, yani doğa onun bedenidir ve ölmek istemiyorsa onunla kesintisiz bir diyaloğu muhafaza etmelidir. İnsanın fiziksel ve ruhsal hayatının doğayla bağlantılı olması doğanın kendisiyle bağlantılı olduğu anlamına gelir, zira insan doğanın bir parçasıdır. “

Marx, hiçbir bireyin dünyaya ve doğaya, ne toplumların, ne de ulusların yeryüzüne sahip olmadığını birbirini takip eden kuşaklara ait olduğunu belirtmiştir. İnsanın en belirgin biçimde doğayı ve dünyayı kontrol etmesini sağlayan sürecin feodalizmden kapitalizme geçiş aşamasında burjuva sınıfının iktidara devrimci yöntemlerle geçişiyle sağlanmıştır. Marx ve Engels, feodalizmin en büyük ekonomik alanda çökmesini sebebini tarımsal yönteme dayandığını ve burjuvazinin bu yöntemi etkisiz hale getirmek için sanayi devrimiyle birlikte büyük toprak arazileri hızlıca devlet eliyle kamulaştırma kampanyası sayesinde topraksız köylüleri ve işçileri büyük oranda yaygınlaştırmıştır. Burjuvazi ticaret ve kampanyalarıyla özgürlüğü vadettiği kadar talancı anlayışını oluşturmak için uygun koşullara sahip olmuştur.

Kapitalizmin Doğayı Sona Yaklaştırması ve İnsanın Yabancılaşması

Kapitalizm, feodalizmden geçiş aşamasında topraksız köylüleri yaratmış ve bu köylülerin tarımsal alanlarına kendine mülkleştirerek sanayi devrimi ile birlikte tarım alanlarını talan edecek bölgeler olarak görmeye başlamıştır. Daha fazla maddi kazançlar uğruna 19. yüzyılda yeraltı kaynağı arayışına girmiş ve önce kendi halkını sonra ezilen halkların topraklarını gasp ederek aşama aşama sömürü düzenini dünyaya yerleştirme uğraşında bulunmuştur. Doğal alanlara fabrikalar kurmuş ve akarsulara, dere yataklarına atıklarını boşaltması için sistematik bir şekilde ilerlemiş ve doğayı zehirlemeyi gün geçtikçe arttırmışlardır. Bu gelişmeler çerçevesinde burjuvazi, doğa sömürüsü sayesinde cebini doldurmayı kat ve kat arttırarak devam etmiştir. Bu sömürü süre zarfında pozitif bilimlerin ve Marksizmin bu konuyu ele alışıyla birlikte bir mücadele hattı daha örmeye ve geliştirilmeye çalışılmıştır.

Marx koşulları şöyle açıklar; “Özel mülkiyet ve para rejimi altında doğanın aldığı görünüm.” Gelişen tarihsel ve doğal süreç Marx’ın tespitlerinden çıkarımlar şu şekilde olmalıdır. Marx, düşüncesinde insanın doğaya yabancılaşması, kendi yaratıcı emeğine yabancılaşmasını ve böylece insan emeğinin yabancılaşması olgusunu görmüştür.

Bu yabancılaşmayı Marx şöyle tarifliyor; “insanı kendi bedeninden, kendisinin dışında varolduğu şekliyle; doğadan, ruhsal özünden, insani özünden koparır.” Marx, burada gittikçe kendi toprağına yabancılaşan köylünün mücadele hattını kurmasının gerekliliğini bu sorunları aşmasıyla birlikte görür. Günümüz koşullarında ülkemizde ve dünyada tarihi dokulardan, yeraltı kaynaklarına ve doğa alanların imara açılmasına kadar devletlerin tekelinde ve devletin maddi kaynağı burjuvazidedir. Ayder Yaylası’nın imara açılması vb. yukarıdaki anlatım uygun bir örnektir.

Sosyalizm’in İnşaası ve Ekolojik Planlamalar

Sosyalizmin inşasında iktisadi kalkınmanın değil insani kalkınmanın gerekliliğini Che Guevara “Küba’da İnsan ve Sosyalizm” eserinde dile getirir. Bu bakış açısı Marx’ın düşüncesiyle birebir aynı doğrultudadır. Marx’ta şöyle özetler, “insanın emek aracılığıyla, doğayla ilişkisini kapsamlı olarak irdeleyerek asıl sorunun sürdürülebilir bir insani kalkınma sorunu olduğunu kabul etmekle genişletilebileceğimizi” ifade eder. İnsanın eşitlikçi ve evrensel kalkınmasını ekolojik açıdan, Marx yazıları ve makaleleriyle sağlamaya çalışmıştır.

Doğa olaylarını ve insanın emeğiyle olan bağlantısını kapitalizme açtığı savaşımda sosyalizm bayrağını yükseltmek istediği ana başlıklar ve planlamalarda şunlar esastır;  toprak sorunu, işçi ve emekçinin sömürü ilişkilerini tersine çevirme, bu sömürü düzeninin oluşturduğu toplumsal yaşamdaki doğaya yabancılaşmayı ortadan kaldırmak yeni oluşturalacak “sosyalist toplumla” gerçekleştirileceğini dile getirmiştir. Öte yandan bu gelişmelerin yana sıra, kapitalizmden sosyalizme geçiş için düşündüğümüz üretim araçlarında özel mülkiyeti kaldırmayı, her alanda yüksek bir eşitlik seviyesini, birbirleriyle ilişkili üreticilerin gerçek toplumsal ihtiyaçlar ekseninde yaptığı planlamayla piyasanın kör güçlerini yok etmeyi, köy ve kent, beyin ve beden gücü, ırk, cinsiyet ayrımları ile ilişkili bireysel farkları olabildiğince ortadan kaldırmayı gerektirir. Marx, aynı zamanda doğa ile insan arasındaki kopmaz bağı şöyle ifade eder; “Bizzat insanları devrimcileştiren devrimcileştirici pratiklerle mümkündür.” Bu da aynı yabancılaşmayı pratikle aşabileceğimizi gösterir. Marx, diğer materyalist düşünürler gibide doğaya yaklaşımlarına bir alıntı yapar ve kendisi de bu akış açısını kabul eder. “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değil.” Artık bu sözü şu şekilde derinleştirmek ve genişletmek zorunda olduğumuz açıktır: Bu dünyaya dair hiçbir şey bana yabancı değil.