Filistin Direnişinde Kadınların Rolü – Linah Alsaafin

(OpenDemocracy.net’ten çevirilmiştir, 2014)

Filistinli tarihçi Subhi Biyadseh, Baqa al-Gharbiyeh köyüyle ilgili kitabında köylülerin kendisine aktardığı bir olayı şöyle anlatıyor: “Filistin’deki İngiliz Mandası döneminde İngilizler, 1936’da Baqa el-Gharbiye köyünü bombalamıştı. Ordu daha sonra köyün tüm erkeklerini esir aldı, bunun sonucunda kadınlar gece çocuklarıyla birlikte askeri kışlaya akın etti. Sadece taşlarla silahlanmışlardı, ordunun erkekleri serbest bırakmasını talep ediyorlardı ve bunu da başardılar.”
Bu bölüm, konu İngiltere’nin ve ardından İsrail’in işgaline karşı direniş olduğunda Filistinli kadınların belirgin bir şekilde üstlendikleri rolü gösteriyor ve de direnişteki kadınların, Filistin’in sürdürülen sömürgeleştirilmesine karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğunun da bir kanıtını oluşturuyor. Bölüm aynı zamanda direngen kadınları ya erkek egemen Filistin toplumundaki anormal istisnalar ya da nispeten yeni fenomenler olarak tasvir eden; ezbere, manşet peşinde koşan haberciliği de ters yüz ediyor.

Filistinli kadınların ulusal mücadeleye katılımı, ilk Siyonist kolonilerinin kurulduğu 19. yüzyılın sonlarına doğru Filistin ulusal mücadelesinin ortaya çıkması ile başladı. İlk göze çarpan politik kadın faaliyeti, 1893 yılında Afula kasabasında kadınların yeni bir Siyonist yerleşiminin inşasına karşı eylem yapması oldu. Ardından takip eden İngiliz Mandası dönemi (1917-1948); sosyal yardım kurumlarının, hayırsever derneklerinin kurulmasına aynı zamanda da eylemlerde kadınların kendini politik olarak var etmesine tanıklık etti. 1929’da Kudüs’teki Ağlama Duvarı İsyanları’nda dokuz Filistinli kadının öldürülmesinin ardından Arap Kadınlar Birliği ve onun yanı sıra ilk Arap Kadınlar Derneği kuruldu. Bu dernekler, Filistinlileri desteklemek için buluşmalar ve gösteriler planlamak ve Arap liderlere mektuplar yazmak gibi çeşitli ekonomik, sosyal, kültürel çabalarda bulundular.

İngiliz mandasına ve Siyonizme karşı aktif direnişlerde ise Filistinli kadınlar, bir erkekle eş, kız ya da kız kardeş olarak konumlandıkları “destekleyici” ilişkilerle yetinmediler. Kadınlar; savaşçılara yiyecek, silah ve bilgi sağlamanın yanı sıra, mücevherlerini tüfek karşılığında alıp satarak büyük ölçüde erkekler tarafından fiziken üstlenilen silahlı direnişin sürdürülebilmesinde büyük bir sorumluluğun altına giriyorlardı. İlk olarak 1933’te iki kız kardeş Moheeba ve Arabiya Khursheed tarafından Yafa şehrinde bir sivil toplum derneği olarak kurulan Zahrat al-Uqhawan (Krizantem Çiçekleri) gibi silahlı kadın örgütleri de mevcuttu. Onların yönünü silahlı bir örgüte çeviren, kız kardeşlerden Moheeba’nın İngiliz mandası altında olunduğu dönemde bir keskin nişancının, annesinin kucağındaki Filistinli bir çocuğu alnından vurduğuna tanık olmasıydı. Zahrat el-Uqhawan (Krizantem Çiçekleri), hayatlarının geri kalanını, Ürdün’de mülteci olarak geçiren Moheeba da dahil olmak üzere, şehirdeki Filistinli nüfusun soykırıma uğratıldığı kent Yafa’nın 1948’de düşmesine kadar Siyonist çetelere karşı silahlı mücadele içinde geçirdi. Nakba, yani yaklaşık 800.000 Filistinliye (yerli nüfusun üçte ikisi) Siyonist milisler eliyle uygulanan soykırım, ile Filistin ekonomisinin ve sosyal yaşamının çöküşü katlanarak arttı. 1967 yılına kadar kadın sendika ve derneklerinin resmi bir örgütlenmesi olmadı, kayıt dışı örgütlenmeler ise burjuva kadınlarla sınırlıydı. Nakba’dan önce özellikle de kırsal kesimlerde çalışması reddedilen ama artık yoksullaşmış ve mülteci haline gelmiş Filistinli kadınların payına bu sefer para kazanmak için evlerini terk etmek ve çalışmak düştü. Haziran 1967’de Altı Gün Savaşlarında alınan yenilginin ardından el Naksa, Batı Şeria, Gazze Şeridi, Golan Tepeleri ve Sina’nın tümü İsrail tarafından işgal edildi, Filistin direnişi bu noktada sıçrama yaşadı, her türlü sivil ve sosyal faaliyetten öncelikli hale geldi. Toplumsal mücadelenin içindeki kadınların çoğu Filistin direniş örgütlerine katıldı ve siyasi çalışmanın parçası haline geldi. Kadınların ulusal mücadeleye katılımı o dönemde ister silahlı mücadele alanında, ister sosyal hizmetler ve sivil toplum örgütlerinde ister özellikle de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde birçok ikonoklastik kadın direniş figürünü yaratan illegal çalışma sahalarında devam etti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) aktif bir savaşçısı olan Şadiye Ebu Gazale, silahlı mücadeleye korkusuzca katılan kadınların bir örneğidir. İşgalin ardından Filistin’den ayrılmayı reddetmiş ve Kasım 1968’de memleketi Nablus’ta, hazırladığı bombanın kazara patlaması sonucu 19 yaşındayken yaşamını yitirmişti. Yine FHKC’nin bir üyesi olan Leyla Halid, 1969’da ve ardından bir yıl sonra tekrar, uçak kaçıran ilk kadın olarak dünya manşetlerinde yer aldı. Fetih silahlı kanadının bir üyesi olan Delal el-Mağribi, 1978’de Sahil Yolu Operasyonu olarak bilinen, Hayfa’dan Tel Aviv’e giden bir otobüsü kaçırdığı eylemi sırasında öldürüldü. Eylemde kendisi dışında on Filistinli militan ve 38 İsrailli daha öldürüldü. İlk İntifada, gitgide şiddetlenen İsrail işgaline karşı tabandan filizlenen ve geniş kesimlerce katılınan bir direniş başlattı. Kadınlar protesto ve eylemlerde erkeklerle birlikte yer aldılar. Kadınların bu eylemlerdeki varlığı, erkeklerin işgal güçlerince tutuklanması ve işkence edilmesine karşı bir caydırıcı olarak da görülüyordu. Kadınların İntifada’daki rolü çok önemli olarak kabul edilmesine karşın toplumsal konumlarında bir değişim olmadı ve siyasi karar alma süreçlerine dahiliyetleri ile sonuçlanmadı.
1993’te Oslo Anlaşması’nın imzalanması ile İsrail’le ilişkiler ‘normalleştirildi’. Halk ayaklanmasını sona erdirdi, vaat edilmiş siyasi ve ekonomik gücün pekiştirilmesi karşılığında kendi kaderini tayin, kurtuluş ve adalet ilkelerini kabul etti. Kadınlar toplumsal yaşamda ve sivil toplum örgütlerinde aktif olmalarına rağmen, yeni kurulan Filistin Ulusal Yönetimi hükümetine kadınların katılımı zayıftı ve marjinalleştirildi. Kadınlar için iş olanakları, devlet okullarında sekreterlik, yazmanlık veya öğretmenlikle sınırlıydı. Bu basınçla yürütülen siyasi aktivizme rağmen Filistinlilerin önde gelen siyasi partilerinin liderliğinde kadınlar hala yeterince temsil edilmiyor. Ardından gelişen İkinci İntifada’da Filistin direniş örgütlerinin askerileşme düzeyi daha gelişkindi fakat kadınların bu alanın bilgi ve birikiminin dışında kalmış olması kadınların askeri mücadeleye katılımını yalnızca fedai tarzda eylemlerle sınırlandırdı. Bathlehem’de Dheisheh mülteci kampında yaşayan Ayat Akhras vücuduna bağlı bulunan patlayıcılarla, 2002 Mart’ında Kudüs’te bir süpermarketin önünde feda eylemini gerçekleştirdirdiğinde 18 yaşında genç bir kadındı.

Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Filistinli kadınlar, İsrail işgal güçleri tarafından ya evlerinin içinde ya da yakınında ya da bir köyden diğerine taşınırken öldürülüyor veya yaralanıyor. Raporda ayrıca bazı kadınların İsrail ordusu tarafından yıkılan evlerin enkazları altında öldüğü de belirtiliyor. 2005 yılında Gazze’nin Refah kentindeki okul bahçesinde öldürülen 10 yaşındaki Noran Deib gibi bazı kız çocukları da okullarında işgal güçleri tarafından öldürüldü.
1967’den bugüne kadar 10.000’in üzerinde Filistinli kadın tutuklandı. Kadınların çoğu gözaltı ve tutsaklık süreçleri boyunca kaba dayak, sözlü taciz, çıplak arama, cinsel taciz ve şiddet gibi psikolojik işkence biçimlerine ve kötü muameleye maruz kalmaktadır. Tehlikeli koşullarda yaşamanın, çoğu zaman görüş ve ziyaretlerden mahrum kalmanın yanı sıra ifade ve sorgu sırasında itirafçılaştırmak için erkek egemen işkence tekniklerinin kullanılması nedeniyle kadınlar aşağılanmaya ve baskıya maruz kalmaktadır. Sorguları alanlar ve gardiyanlar genellikle erkektir ve bu, kadın tutsakların yalnızca kadın gardiyanlar tarafından denetleneceğini belirten uluslararası hukuka da aykırıdır. Hamile kadın tutsaklara neredeyse hiçbir doğum öncesi ya da sonrası tedavi ve bakım sağlanmıyor. Eski tutsak Samar Sbeih, iki aylık hamile iken tutuklanmıştı. İşkenceleri ile bilinen Maskubiya Tutuklu Kampı’nda 66 gün boyunca, her gün 18 saat süren sorgular sırasında sık sık zorla kürtaj uygulanmakla tehdit edilmişti. Doğuma başlandığında ise hem elleri hem de ayakları kelepçeli biçimde gardiyanlarla çevrili biçimde hastaneye sevk edilmiş, kelepçeleri sezaryen sırasında yalnızca 30 dakikalığına çıkarılmıştı. 2000 ve 2007 yılları arasında 67 kadın, hastanelere geçişleri reddedildiği ya da bekletildiği için askeri kontrol noktalarında doğum yaptı, bunun sonucunda 35 yenidoğan bebek yaşamını yitirdi. Maysoon al-Hayek’in insanın içini burkan hikayesi bunun bir örneği; Maysoon 2002 Şubat’ında Rafidiya Hastanesi’ne gidiş yolundaki Huwarra kontrol noktasında eşi ve kayınpederi ile birlikte durduruldu. Arkasından ateş edilmeye başlanmadan önce sadece noktadan birkaç metre ileriye gidebildiler. Artan sancılarıyla ağlayarak ve bağırarak yardım istediği zaman ne eşinden ne de kayınpederinden hiçbir ses alamadı, şarapnel ve cam parçalarıyla kendisi de omzundan yaralanmıştı. Yerde kan içindeyken askerler tarafından zorla soyunduruldu ve hastaneye götürüldü, bebeğini asansörde doğurdu, doğum sırasında da eşinin vurularak öldürüldüğü ve kayınpederinin de komada olduğunu öğrendi.
Filistinli kadınlar, İsrail işgalinin yanı sıra Batı Şeria’daki işbirlikçi Filistin Ulusal Yönetimi hükümetinin ve Gazze Şeridi’ndeki Hamas’ın baskısıyla da karşı karşıya. Eylemler sıklıkla dayak, cinsel taciz ve tehditle karşılanıyor. Ancak gençlik hareketlerinde ve Batı Şeria’nın birçok köyünde gerçekleştirilen haftalık eylemlerde görülen o ki Filistin ulusal kurtuluşunun erkek egemenliğiyle kol kola elde edilemeyeceği konusundaki anlayış zayıf. Kadının kurtuluşu, sonrasında değil, kurtuluş ve direniş sürecinin kendisinde gerçekleşmelidir. Ertelenemez. Kendi kaderini tayin etme temelleri üzerine inşa edilmiş bir Filistin geleceğini kadınların da varlığıyla güvence alacak bir değişim yaratabilmek; ‘temsili’ olmayan Filistin hükümetlerini ve İsrail işgalini ortadan kaldırmak umuduyla.