İşgalci Savaşa ve Şovenizme Karşı Gençlik Sokağa – Demhat Awaz

Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında rejimin karşısında konumlanan güçleri bölmek için kullanılan ve Türk devletinin kuruluşundan beri hem emekçi solu hem de düzen içi siyaseti meşgul eden “Kürt sorunu”, faşist şeflik rejiminin, toplum nezdinde meşruluğunu yitirdiği ve irtifa kaybetmesinden ötürü kendisi için tehdit oluşturan tüm kesimleri fütursuzca hedeflediği bu günlerde anti-faşist mücadelede kapladığı alanla ve rejime vurduğu darbeler ile rejimin saplandığı bataklığa bir boy daha gömülmesine neden oluyor. Her ne kadar Kürt özgürlük hareketinin de tıpkı emekçi soldaki gibi mevzi kaybettiği somut bir gerçeklik olsa da, halihazırdaki kütlesi rejimi giderek saldırganlaşmaya ve de “savaşta her şey mübahtır” felsefesine uygun bir biçimde hareket ettirmeye yetiyor. Hiçbir yolla Rojava Devrimini yok edemeyen faşist şeflik rejimi her defasında gerilla direnişine tosluyor ve sahip olduğu teknolojik üstünlük veya “NATO’nun İkinci Büyük Ordusu”na rağmen başarıya ulaşamıyor. İçinde bulunduğumuz dönemi analiz ettiğimizde öncelikle kimyasal silah gerçekliği ile karşılaşıyoruz. Türk devletinin Dersim Katliamından bu yana kimyasal silah kullanımını tarihsel bir miras olarak üzerinde taşımasının yanında, özelde kimyasal kullanımının AKP iktidarındaki yerini irdeleyelim:

* 2009 yılında, Hakkari Çukurca’da 8 gerilla, kullanılan kimyasal gaz sonucu katledildi.

*10-14 Şubat 2021 tarihinde rehineleri kurtarma adı altında Garê’de kimyasal silah kullanıldı.

*2019 yılında Rojava Serêkanî alanında sivil halka karşı fosfor gazı kullanıldı.

*3 Eylül 2021’de Girê Sor alanında kimyasal gazın kullanımı sonucu 6 gerilla katledildi.

* 23 Nisan 2021’den bu yana sistematik hâle gelen kimyasal silah kullanımı sonucu 40’ın üzerinde sayıda gerilla katledildi.

Yaşanan bu insanlık suçları, kimyasal silahtan etkilenmiş iki gerillanın görüntülerinin yayınlanması ile geniş kitlelerin gündemine oturdu. Devrimci-demokrat hareketlerin, sürecin teşhiri ve geniş kitlelere yayılması için yürüttüğü çalışmalar ile birlikte kontrol edilemez bir hal almış oldu. “İddialar araştırılsın” diyen TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması ile kitlelere gözdağı verildi, bu insanlık suçuna karşı Kürt halkının yanında durduğunuzda, ezen ulusa mensup olmanız bizim için bir şey ifade etmez mesajı verildi. “Savaşta her şey mübahtır” felsefesi kimyasal silah gündemi ile sınırlı kalmadı, rejimin Rojava’daki güncel işgal politikasını incelediğimizde, iktidarın Rojava’da yaşadığı tıkanıklığı gidermesi ve de faşist bir kitle konsolidasyonu yaratması zorunluluk haline gelmiş durumda. Aksi halde yaşanılan güç kaybı iktidarı içinden çıkılamaz bir duruma sokacağı için Şam Hükümetinin yerel olmayan güçlerin topraklarını tahliye etmesi talebi iktidarın işine gelmemekle beraber, Esad’la anlaşma isteğinin önüne geçmedi. Dolayısıyla kendisinden ve faşist bloktan kopuşan kitlelerin geri kazanılması için kolları sıvayan faşist şeflik rejimi, mevcut denge durumunu değiştirmek için belli kararlar aldı. Böylece Katil Esad’ın aniden Sayın Esad’a dönüştüğünü gördük. Müzakere çağrısı cevapsız kalan faşist şeflik rejimi, Esad’ı müzakereye çekmek için belirli alanlardan kağıt üstünde çekilse de yerini kendi kontrolündeki şeriatçı çeteler ile doldurdu. Özellikle boşalttığı alanları birbirleri ile yağmacılık kavgası eden çetelere pay etmesi ile Türk devleti nezdinde hem kardeş kavgasının bittiğini hem de Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygısının olduğu imajını yaratmak istemiştir. Ancak alt metni okumak oldukça basit; sözde boşaltılan alanlar HTŞ vb. çeteler ile kontrol altında tutulurken aynı zamanda yeni bir IŞİD’i yaratma potansiyelini de Esad’a hatırlatıyor. Eş zamanlı olarak ABD ve Rusya gibi Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olan emperyal güçler ile de görüşen iktidar, denge durumunu lehine çevirmek istedi. Kimyasal silah kullanımının kitlelerin gündemine sokulması ile iyice zora giren sömürgeci faşist Türk devleti, yeni bir tezgah kurmaya ihtiyaç duydu. 13 Kasım Pazar günü gerçekleşen Taksim Katliamı ve katliamı takip eden süreç tam olarak bu ihtiyacı karşılar nitelikteydi. 6 kişinin yaşamını yitirdiği, 81 kişinin ise yaralandığı katliam; amatör bir tuzaktan öteye geçemedi. Katliam henüz somut deliller toplanmadan Kürt hareketine yıkılsa da ezen ulus şovenizmini kendine rehber edinen kitleleri dahi ikna edemedi. Katliamı incelediğimizde karşımıza açık bir tablo çıkıyor. Katliamı gerçekleştiren Ahlam Albashir’in YPG’nin özel eğitimli istihbarat elemanı olduğunu adeta yaralılar hastaneye yetişmeden ilan eden suç işleri bakanı aleni yalan söyleme rekorunu egale etti. Kısa süre içerisinde yakalanan sözde özel eğitimli Ahlam Albashir’in evinde polisin gelişini adeta bekliyor oluşu bile bu kontrgerilla faaliyetini fark etmeye yetse de tutarsızlıklar bununla sınırlı değil. Kürt hareketinin sivilleri hedef alan ve kendi eylem pratiği ile çelişen bu eylemi üstlenmemesi rejimin trolleri dışında kimseyi şaşırtmadı. Herhangi bir silahlı örgütün kendi propagandasını yapmayacağı bir eylem örgütlemesinin saçma olacağı aşikar iken ve de sivil katliamının meşruluk kaybettireceği somut bir gerçeklikken, böyle bir eylemin ne anlamı olabilir ki? Tutarsızlık bunlarla da sınırlı değil. Ahlam Albashir’in kısa sürede ortaya çıkan cihatçı çete bağlantılarından tutun, MHP’li bir ilçe başkanı ile telefon görüşmesi kaydının bulunması bu katliamın asıl faillerini açıkça gösteriyor. Her ne kadar somut gerçeklik ortada olsa da bölgedeki emperyal güçlerin işgalci Türk ordusuna hava sahalarını açmalarına mani olmadı. Hem ABD hem de Rusya’yı hava sahasını açma konusunda eş zamanlı ikna eden sömürgeci Türk devleti, Rojava’ya yönelik yoğun bir hava saldırısına geçti. Bununla da yetinmeyen iktidar, kara saldırısını da gündemine aldı. Sadece hava saldırılarında bile onlarca sivili katleden; evini, okulunu, hastanesini başına yıkan işgalci Türk ordusunun kara saldırısı ile nasıl bir soykırım hedeflediği açıkça ortada. Rojava Devrimini boğmaya yönelik bu saldırganlık en üst perdede sürmesine rağmen kendine sol-sosyalist veya demokrat diyen kesimlerin içinde bu konuyu gündeme alan kurum sayısının bir elin parmağını geçmemesi ise bizleri şaşırtmadı. İşçi sınıfının iktidarını kurma iddiasına sahip kurumların Kürt halkının yaşadığı zulüm ve katliamlara sessiz kalması yeni bir durum değil. Onca çelişkili açıklama, kontrgerilla faaliyetleri ve imkana rağmen halk kitlelerini eskisi kadar kolay ikna edemeyen iktidarın ekmeğine yağ süren bu yaklaşım rejimin elini doğrudan rahatlatmakta. Bu tavrın temel nedenleri ise koşulların sertleştiği bu dönemde bedel ödememek ve toplumun geri yanlarını kabullenmenin verdiği konfor alanıdır. Kürt halkı adeta kılıçtan geçirilirken emekçi Türk halkı ise savaşın ve yıkımın derinleştirdiği sefalet içinde ay sonunu getirmeye çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde mecliste işgalci savaşın maliyetinin ellerini ne denli kıstladığından ve de ekonominin kötü olmasının bir nedeninin bu olduğundan dem vuran, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli adeta savaşın Türkiye ve Kürdistan halkları için ne kadar ağır bir yük olduğunu itiraf etti. Somut durumu göz önüne alırsak, kurtuluşun Kürt halkına uygulanan soykırımın sonlandırılması ve emekçi Türk halkının şovenizm zehrinden kurtulmasından geçtiği ortada. Burada en büyük görev ise gençliğine düşüyor. Toplumun geri yanlarını üzerinden atmak konusundaki yatkınlığı ve tüm toplumsal hareketlerin dinamosunu oluşturması Türk ve Kürt gençlerine önemli görevler yüklüyor. Emekçi solun bile ezici çoğunluğunun şovenizme düşüyor oluşu kendine bir çıkış yolu arayan gençleri somut görevlerinden uzak tutmaktadır. Komünistler hiçbir zaman kendilerini düzen içi sınırlara hapsetmezler. Bu gerçek ile yüzleşmeyen hareketler kaybetmeye mahkumdur. Sömürgeci savaşın değirmenine su taşıyan hiçbir oluşum kaybetmekten kurtulamaz. Faşizmden kurtulmanın yolu açıkça ırkçılıktan ve ezen ulus şovenizminden uzak devrimci ve kararlı bir siyaset yürütmekten geçer. Aksi halde ne “savaşta her şey mübahtır” felsefesine sahip faşist şeflik rejimi yıkılır, ne de ezilenlerin iktidarı kurulabilir. Gençliğin somut görevi; bulunduğu her ortamda ajitasyon-propaganda faaliyetleri, materyal çalışmaları, yürüyüşler ve kampanyalar ile işgalci-sömürgeci savaşı teşhir etmek ve de devrimci saflarda faşist şeflik rejimine karşı birleşik mücadeleyi büyütmektir.