Genç ve İsyancı Ruhumuzla; Şiddete Karşı Durmaya! – Merve Nur İşleyici

Bir 25 Kasım’ın daha eşiğindeyiz. Kadına yönelik şiddet sorunsalı Kapitalizmin karanlığına erişilen şu dönemde en ciddi boyuta gelmiş vaziyettedir. Sistem çürümüşlüğünün, sıkışmışlıklardan çıkış yolu olarak başvurduğu yöntemlerin başını “şiddet” olgusu çekmektedir. Bu saldırıların odağında ise en başta kadın cinsi, LGBTİ+’lar ve çocuklar bulunmaktadır. “Şiddet”in tarih sahnesinde varoluşu, anayanlılıktan erkek egemenliğine geçiş ile birlikte kadın aklına yönelik saldırılarla başlamıştır. Kölelik dönemi ile tahakküm altına alınmaya çalışılan bu kez kadının bedenidir aynı zamanda. Feodalite ve dinler gerçeği kurallarıyla kadın yaşamı üzerinde kurmaya çalışmıştır tahakkümünü. Savaş sömürüsü en çok kadınları vurmuş, kadına yönelik şiddet savaşın zaferi olarak görülmüştür. Yine, eril dil ve erkek hukuk sistemi kadını saldırıların hedefi yapmaya devam etmiş, kadın cinsi her türden ikincileştirmelere mahkum edilmiştir. İnsanlık tarihinin 5000 yıl önceki anayanlı eşitlikçi toplum yaşamının ardından cinsimize açılan savaşta, “şiddet” olgusu bir araç olarak kullanılmıştır.

Peki, bin yıllardır kadın kimliğimize ve yaşamımıza karşı bir silah olarak geliştirilen “şiddet” kavramının tanımı ve türleri nelerdir? Bizler kadın olarak yaşamda maruz kaldığımız şiddetlerin ne kadar farkındayız…

“Şiddet nedir?” sorusunun yanıtı; Kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesi ile veya acı çekmesi ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet, kadına yönelik şiddet olarak tanımlanmaktadır (BM, Pekin Eylül 1995, 4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Platformu ve Pekin Deklarasyonu metninden). Şiddetin kaynağı bir dizi, “iktidarını kabul ettirme” saldırısı olarak çıka gelmiştir. Şiddet biçimleri, ailede, içinde yaşanılan toplumda veya devletin kadınla ilişkisinde doğrudan gerçekleşe bilmektedir. Kadına yönelik şiddette fiziksel, sözel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet iç içe geçmiştir. Bugün flört şiddeti diye tanımlanan sevgililik ilişkisi öncesinde kadına yapılan denetimci, baskıcı, kısıtlayıcı davranışlarda ısrarlı takip şiddetine ve her türden rahatsız edici hareket veya söze kadar kapsayıcılığı bulunan cinsel tacize değin çerçeve genişlemektedir.

Günümüzde kadına biçilen geleneksel yaşam profilinden yola çıkacak olursak, bireyin kendi bedeninin aitliğinin aileye aslolan babanın mülkiyetine dahil olduğu yanılsamasıyla, kurulan sakınım ilişkisi ve bunun evlilikle eşe devredilmesi söz konusudur. Bir genç kadın küçük yaşlardan itibaren tüm tercihlerinde kısıtlayıcılığın baskısı ve öğretilmiş kadınlığın çizgisinde sürdürmeye zorlandığı, bunun kadın algısında normalize edildiği bir durumda yaşamak durumunda bırakılmıştır. Kadın, kendi yaşamı noktasında ahlak kurallarının ve hukuk normlarının dışına çıktığı her durumda şiddetle cezalandırılır. Çünkü önümüze konulan tarih bir erkek tarihidir, onun yasa koyucusu ve yönetici aklı yine erkek egemen zihniyetin ürünüdür. Bu da toplumsal yaşamdan, aile yaşamına ve “özel” yaşama değin kadını baskılayan bir yerde durmaktadır. Nasıl giyeneceğimizden, yaşamımızı nasıl şekillendireceğimize, bir günümüzü nasıl geçireceğimize ve ne yapıp ne yapmayacağımıza kadar an be an kontrol edilmeye çalışılmaktayızdır. Bunun alanları ise evle başlayıp sokağa taşan, okullara (lise,üniversite), yurtlarla vb. devam eden, ardından iş yerlerinden toplumsal alanın her eşiğine dek ulaşmaktadır. Söylenebilir ki, ilk şiddet aklımıza, düşünce yapımıza yapılandır. Bu yüzden bunu destekleyen her türden şiddet biçimi aslında kadın özgürlüğüne uygulanmaktadır.

Cins bilincinin, özgürleşmemizin ve yaşam hakkımızın önündeki “şiddet” engelinin türlerine bakacak olursa; Fiziksel şiddet: Yumruklama, tokat atma, vurma, ısırma, çimdikleme, tekmeleme, saç çekme, itip kakma, yakma, boğazını sıkma, bir aletle vurma, korkutma vb. şeklinde sergilenen hareketlerden oluşur. Son noktası kadın cinayetleridir ve ölümle sonuçlanır.

Ekonomik şiddet; Ekonomik özgürlüğü kısıtlama, eve para bırakmama veya çok az bırakma, sürekli hesap sorma, parayı kullanarak aşağılamaya çalışma, çalışmasına izin vermeme, kazancına veya paraya el koyma, harçlık vermeme ya da kısıtlama, ortak bütçe konusunda kadına bilgi vermeme vb. (ev emekçisi kadınlar için).

Genç kadınların maruz kaldığı ekonomik şiddet söz konusu olduğunda ise, yine eve bağımlılık (çalışma yaşamında olunsun veya olunmasın) etkisi ile, aile genç kadın üzerinde baskı kurmaya yönelik tutumunu ekonomik silahla bir egemenlik aracına dönüştürmüş durumdadır.

Sözel şiddet; Yıkıcı eleştiri, bağırma, alay etme, suçlama, isim takma vb.

Psikolojik şiddet; Küsmek, baskı uygulamak, yalan söylemek, bilgi saklamak, tehdit etmek, çocukları uzaklaştırmak, kadının arkadaşlarına ve ailesine onunla ilgili yalanlar söylemek, onları görmesini engellemek, kıskançlık, hakaret etmek, küçümsemek, aşağılamak, küfür etmek, sevdiği şeylere ve kişilere zarar vermek, duygusal ihtiyaçlarını karşılamamak, kadını yalnızlaştırmak ve çevresinden tecrit etmek, önemli kararlarda ona danışmamak ve karar mekanizmalarına dahil etmemek, sürekli olarak suçlamak, özgüvenine zarar vermek, söz kesmek, telefonla görüşmeyi engellemek, karar alırken seçme hakkını bırakmamak, çocuk bakımı ve ev işlerinde paylaşımı reddetmek vb.

Cinsel şiddet; İstemediği cinsel davranışlara ve ilişkiye zorlamak, tecavüz (evlilik içi veya dışı), kadının cinsel yönelimlerine bağlı davranışlarını değersizleştirmek, taciz etmek, cinsel ilişki sırasında güç uygulamak, aldatmak, cinselliği bir ceza ya da ödül aracı olarak kullanmak, tek taraflı cinsel doyuma yönelik cinsellik yaşamak, kadının rızası olmadan cinsel organına dokunmak vb.

Dijital alan; Bugün teknolojinin gelişmesine bağlı olarak internet, telefon gibi dijital aygırların şiddete sınırsız alan oluşturan araçlara dönüştürülmüş olması, üstelik şiddete özendirmenin de araçlarına dönüşmüştür. Kadınların hayatlarının yeni iletişim araçları, cep telefonu uygulamaları, sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile denetlenmesi, kontrol altında tutulması ve kadınlara baskı yapılması gibi tanımlanabilecek davranışları içermektedir. Örnek verecek olursak; kadının çıplak görüntülerini kaydedip tehdit aracı olarak kullanmak, kadının e-posta ve sosyal paylaşım sitelerine ait şifrelerini edinmek, buradaki bilgilerini kontrol etmek ve bu platformlarda kadının kişisel bilgilerini paylaşmak, kadına hakaret etmek, aşağılamak vb.

Flört olarak tanımlanan, sevgililik öncesi dönemde şiddetin farklı biçimlerinin çokça yaşandığı dönemdir. Erkeklerin denetleyici, kısıtlayıcı davranışlar sergilemeleri doğal bir hak gibi görünür. Buna kadının gittiği yerlerden, görüştüğü kişilere kadar süren ve yaşam kararlarına dahi müdahale edilmesini kapsayan tutumlarda dahildir. Kadının bu tutumlara itirazları karşısındaysa, kişi; küsme, surat asma, kendini acındırma, duygu sömürüsü vb. hareketlerde bulunur. Erkeğin isteklerinin kadının isteklerinin önünde tutulması, kadınların fiziksel, duygusal, cinsel kararlarına saygı gösterilmemesi, bu kararlarının ihlali, aşırı kıskançlık ve kıskançlığın normalize edilmesi de şiddetin birer parçasıdır ve tüm ilişki biçimlerinde görülür.

Israrlı takip; Kişinin kendi güvenliğinden korku duymasına neden olacak şekilde tekrar eden, kasıtlı ve tehditkar davranışların tümüdür (Hacettepe Üni. Nüfus Etütleri Enstitüsü araştırmaları tanımlaması – 2014). Telefonla sürekli arama, kısa mesajı mektup ve/veya e-posta gönderme, sosyal medya aracılığıyla takip etme vb. şeklinde sıralanabilir. Kadına yönelik şiddetin biçimleri gibi her türden psikolojik, fiziksel, toplumsal sonuçları olabilir.

Aile içi şiddette, evlilikte tecavüz, ensest, çocuk gelin olgusu, zorla evlendirme vb. durumlar aile baskısı döngüsü biçimlerini almaktadır. Devletin ilişkili olduğu şiddet biçimlerine ise gözaltında yaşanan taciz ve tecavüzler, tutuklama terörü örnek verilebilir. Savaşlarda katledilen, tacize, tecavüze uğrayan kadınlar, DAİŞ gibi çetelerce sex köleliğine zorlanmakta, göçmen kadınlar sürgün yollarında mülteci botlarında ya da gittikleri ülkelerde karşılaştıkları şiddet karşısında yaşamlarını kaybetmektedir (Savaş alanları yakınlarına yapılan genelevlerde, kadın bedeni sömürüsünün savaş üzerinden bir başka şiddet örneği ve yaklaşımıdır.). Savaşta tecavüz olgusu ırkçılık ve militarizmin bir parçası olarak, “kadına tecavüz o ülkeye tecavüzdür” algısı ile özdeşleşip kadın bedeni üzerinde sayısız saldırı biçimine dönüşmektedir. Kadın ile toprağı “bir” gören bakış açısı, kadın cinsine her türden saldırıyı kendinde hak ve güç kaynağı bilmektedir. Kadın öğretilmişlikleri üzerinden, tecavüz ile “geleneksel, ahlaksal bakış açısını” geri kazandırmak veya güçlendirmek amacıyla kadını psikolojik baskı altına da almaya çalışan erkek egemen zihniyet bilassa savaşlarda ve gözaltında bu yöntemlere başvurmaktadır.

Tepkiselliğin önünü açmak adına medya aracılığı ile büyütülmeye çalışılan her hak arayışı ve basına yansıyan her kadın davası, hak arayışları noktasında iktidardan, aygıtlarından doğru kullanılan dil önemli bir yerde durmaktadır. Kadın düşmanı politikaların, bilassa kadınlara yönelik fiziksel-sözlü-psikolojik şiddet sonrasında geliştirdiği, olayların üstünü örtme çabası ve söylemlerinde kadınları aşağılayıcı, kısıtlayıcı tarz ve tutumlarının temelinde esasen, dönemin “siyasi rejimi, politik islamcı temelde restore etme ve toplumu ideolojik olarak dönüştürme” çabalarının erkek egemen, karşı devrimci politik iktidarın stratejisinin bir göstergesidir. Söz konusu olayların normalize edilmeye veyahut kendi tutumlarının ılımlıymış gibi algılatılmaya çalışılması ise tepkisizliğin önünü açmak içindir. Burada yapılan şey, insanların bilinçaltlarında cinsiyetçiliğin nakşedilmeye çalışıldığının bir göstergesidir. Yıllar önce katledilen Münevver Karabulut örneğini düşünecek olursak, davanın geldiği nokta ile gelişim seyrinde, bir genç kadının katledilişinden ve sürdürülmesi gerekilen adalet mücadelesinden öte, katledilmesinden ötürü kadını suçlayan, ahlaksal alandan hareketle kadını ailesini mahkum eden, yaralayan bir tarz ortaya çıkmıştı. Bu da Münevver Karabulut için yürütülmesi gereken adalet mücadelesini zayıflatmış ve yeni kadın cinayetlerininde önüne geçmeye yönelik büyütülecek olan kadın dayanışmasının, kitlesel hak mücadelesinin önünü tıkayan bir yerde durmuştur.

Günümüze gelip OHAL öncesi ve sonrası dönemi karşılaştırdığımızda ise, kadın ve LGBTİ+’lara dönük şiddet ve cinayetlerin tırmanışının dahada artmakta olduğunu gözlemleyebiliriz. Kadınların ve LGBTİ+’ların yaşam hakkının elinden alınmaya devam edildiği bir şiddet biçiminde mücadele dünden bugüne “yaşam hakkı mücadelesi”ni ortak merkeze oturtmuş durumdadır. Erk zihniyetin kadınların toplumsal kazanımlarına karşı yürüttüğü karşıt mücadelede, saldırılar karşısında (fiziksel, psikolojik, ekonomik ve her türden şiddet bakımından) meşruiyet oluşturma çabasına girsede, kadın hareketinin kitlesel mücadelede, saldırılar oluşturma çabasına girsede, kadın hareketinin kitlesel hak arayışları ve LGBTİ+’ın ortak mücadele dinamiği ile cinsiyetçilik ve şiddet darbe almakta, dayanışma büyüdükçe, kadın dayanışması yoldaşlığı ve ortak mücadele pekişmektedir. Son dönemde kadınların hak arayışları bakımından güncel, siyasal olana kitlesel olan ile iyi cevaplar verilmeye çalışılmıştır.

Sokağın nabzını tutmanın, meclisten, üniversitelere, yönetici vasıftaki konumlara, iş yeri ve derneklere, her türden mücadele alanlarında “özgürlük ve adalet” şiarıyla mevzilenmenin önemi açıktır. Kadın özneleşmesinin önünü açan ve erkek egemenliğini zayıflatan kadınların ve LGBTİ+ ortak hak arayışlarıyla gelişen cins bilinci ve mücadeleleridir.

Şiddete karşı yürütülen mücadele dinamiklerinin yarısı genç kadınlardır. Son yıllarda gençlik ve kadın mücadelesi alanında atılım yapan gücün genç kadınlardan oluştuğunu belirtmek yerinde bir tespit olacaktır. Özgecan Arslan için yürütülen mücadele, genç kadınlar ile tüm kadın kitlelerini ortaklaştırmış, empati ve kitleselliğin sağlandığı, dinamizmin ise hat safhaya ulaştığı bir dönem oluşmuştur. Bu ruh bugün hala etkisini sürdürmektedir. Kadınlar tüm hak arayışları hususunda, birbirine daha fazla dokunmayı başarmış, kadın düşmanı politikala ve artan şiddet karşısında kitleselleşme ve mücadelede ısrar tarzıyla sorunlarına çözüm olmaya çabalamıştır, çabalamaya da devam etmektedirler. Bu hususta mevcut şiddeti boğmak ve kazanımlarımızı yitirmemek adına hukuksal hak arayışlarında ısrarcı olmanın önemine vurgu yapmak gerek. Mahallelerden sokaklara, sokaklardan zindanlara, evlere, okullara, yurtlara kadar nerede bir kadın, LGBTİ+ şiddete maruz kalıyor, o davanın takipçisi olmalıyız. Gündemin seyrine göre yaşamlarımızı ilgilendiren her alanda sesimizi kısmaya çalışan güruha karşı; medya, sokak, okul vb. araçlarla taleplerimizi daha güçlü haykırmalıyız.

Genç kadınlar olarak sınav sisteminin yarattığı bunalımlardan, okullarda ve sokaklarda ne giyip, nasıl davranacağımıza kadar müdahale eden tüm saldırılara karşı, üzerimizdeki baskı zincirlerini kırıp atmalıyız. Unutulmamalıdır ki, üzerimizde uygulanan şiddetin temelini oluşturan mevcut sistemin aklıdır. Bizlerde, bu kokuşmuş öğretilmişliklerin zihinlerdeki izlerini silmeye çalışarak, yeni yaşamın özgür aklını yaratmaya girişmeliyiz.

Düşünsel anlamda, bizlerin daha fazla içselleştirmesi gereken bir olgu da “özsavunma”dır. Aslında baskılanmaya ve yok edilmeye çalışıldığımız her şiddet karşısında kuşanıyor olduğumuz şey tam da budur. Lakin fiziksel anlamda bir fiili meşru hak olarak bunu cins bilinci ile daha fazla örtüştürmemiz gerektiği de bir gerçektir. Nevin’den Çilem’lere, Yasemin’lere kadar özsavunma şehirden şehire yayılmış kadınların yaşamlarında bir kurtuluş fişeği olarak tutuşmaya başlamıştır.

Gençliğin ve genç kadınların hedef alındığı Suruç Katliamında ölümsüzleşen Ece Dinç yoldaşımız, özsavunmanın bir simgesi olan “Kızıl Sopa”ları; ilk kucaklayan kadınlarımızdan biridir. Kızıl Sopalarımız kadına yönelik her türden şiddet karşısında Ece’lerin, Polen’lerin, Ezgi’lerin, Büşra’ların mirasıyla daima havada alacaktır.

Gün, söz söyleyip haykırmak, şiddete karşı her türden silahı kuşanmalı zamandır. Sözümüz eylem, eylemimiz özgürlük olup yıkacaktır adaletsizliğin duvarlarını. Her türden katliamın ve sömürünün hesabını sormak için, şiddete karşı ellerimizi dünden daha fazla birleştirmeli, kadınlar olarak özgürlüğü fethe çıkmalıyız.

Güneşli şafakların ışığında, “yeni bir yaşam” ve “yeni bir insan”ın yaratıcısı bizden başkası değil. Şimdi, bu yaşam için ırmağa su olmak ve özgürleşmek zamanıdır. Şiddeti kendi karanlığında boğacağımız günler yakındır!

 

Kaynak: Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları / Feryal Saygıgil

Sosyalist Kadın / Sayı 4 / Güz 2009