Ben Ulrike: Bağırıyorum! – Sinem Çelebi

“Bizler hayatta üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğliyoruz.

Beklemektense harekete geçiyor, örgütleniyoruz.

Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz.

Şimdi, şu an büyümekte olan bir dünya..”

Ulrike Meinhof

 

45 yıl önce bugün, tecrit edildiği Stuttgart-Stammheim’daki cezaevi hücresinde intihar süsü verilerek katledilen, Baader-Meinhof Grubu olarak da bilinen Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) kurucu liderlerinden olan Ulrike Meinhof, 7 Ekim 1934’de Oldenburg’da dünyaya gelmişti. Anne ve babasını küçük yaşta kaybeden Ulrike’ye, vaftiz babası olan Prof. Renate Riemeck bakmaya başladı. Riemeck politik mücadele yürütürken onunla birlikte büyüyen Ulrike’nin mücadeleden uzak kalması imkansızdı

Uğrunda can verdiği devrimci mücadeleye, 1958’de Münster’de nükleer silaha karşı olan Das Argument adlı bildiri gazetesini çıkarmakla başladı Ulrike. Ocak 1959’da Federal Almanya ve Batı Berlin’den 20 komiteyi temsilen, 318 delegenin katıldığı Özgür Berlin Üniversite’sindeki öğrenci kongresine katıldı. Orada Konkret gazetesinin yayın müdürü ve KPD (Almanya Komünist Partisi) üyesi Klaus Rainer Röhl’le tanıştı. Eylül 1959’dan itibaren Konkret’e yazmaya başladı. Bir yıl sonra yayın komitesine girince öğrenim hayatını bırakıp Münster’den Hamburg’a taşındı. Aralık 1961’de Klaus Rainer Röhl ile evlendi ve iki çocukları oldu. Kısa sürede Konkret Gazetesi’nin yayın yönetmeni olan Ulrike, bazen büyük gazete ve dergilerde de yazıları yayımlanınca Hamburg’un aydın ve ilerici orta sınıfı içerisinde tanınan bir gazeteci oldu.

Her ne kadar muhalif bir gazeteci olsa da zamanla, düzen içinde devrimci faaliyet yürütülemeyeceğini anlayan Ulrike, reformist mücadeleyle bağını koparmaya başlamıştı. Hamburg’ta sürdürdüğü orta sınıf yaşantısından kopuşu, devrimci hayatındaki eşik olan RAF önderlerinden Andreas Baader’i kurtarma eyleminde camdan atlayışı ile başlamıştı.

Berlin’de 2 Haziran 1967 tarihinde, ABD işbirlikçisi diktatör İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Berlin’i ziyaret etmesini protesto etmek için gençlik hareketi sokağa dökülmüştü. Benno Ohnesorg isimli eylemci, polis kurşunuyla hayatını kaybetti. Katil polis Karl-Heinz Kurras’ın ceza almaması ve 1968’de devrimci öğrenci-gençlik önderi Rudi Dutschke’nin suikastle katledilmesiyle, o dönem reformist olan öğrenci hareketi kitleselleşmeye, militanlaşmaya başladı. Ulrike bu dönüşümü şu sözlerle ifade etmişti: “Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür.”

 

2 Nisan 1968 yılında şehir gerillası 4 RAF militanının Frankfurt’ta Kaufhof ve Schneider binalarını bombalamasından sonra üçü tutuklandı. 2 yıl sonunda Andreas Baader de yakalanarak tutuklandı. Ulrike Meinhof da Konkret Gazetesi’ne “Bu eylemin ilerici yönü; birkaç malı tahrip etmesinde değil, yasallıktan kopuş biçimindedir” yazarak gerçekleştirilen eylemi savunmuştur.

Yoldaşları, Baader’i kurtarmak için plan yaparken yakın zamanda tanıştıkları Ulrike Meinhof da bu planın bir parçası olmuştu. 14 Mayıs 1970’te gazeteci sıfatıyla “Marjinal Gençliğin Örgütlenmesi Üzerine” adlı kitap için araştırmalar kapsamında Andreas Baader’le röportaj yapmak için kütüphanede buluşurlar ve RAF militanları içeri girip polisle girdikleri silahlı çatışmadan sonra Baader’i pencereden kaçırırlar. Ulrike Meinhof, planlandığı gibi kaçırma eyleminde kendisine düşen görevi yerine getirmişti ancak o an tüm hayatının kırılma noktası olacak başka bir karar daha vermesi gerekiyordu. Ya orada kalıp, iyi paralar kazandığı sessiz sakin gazeteciliğine devam edecekti ya da Baader ve diğerlerinin ardından pencereden atlayıp bu düzenle savaşan militan bir devrimci olacaktı. “Ya sorunun bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar basit bu ve yine de çok zor.” diyerek çözümün bir parçası olmayı seçti o gün Meinhof. Pencereden atladı.

Bu kaçırma eyleminin ardından 22 Mayıs 1970’te, silahlı direniş olmaksızın sınıf mücadelesinin ve proletaryanın yeniden örgütlenmesinin mümkün olamayacağını ifade ettikleri “Kızıl Ordu’nun İnşası” başlıklı bir bildiri ile Kızıl Ordu Fraksiyonu kuruluşunu ilan etti.

İdeolojik ve örgütsel gelişiminde Che Guevera, Blanqui, Carlos Marighella ve Latin Amerikalı kent gerilla örgütlenmelerinin fikirlerinden etkilenen RAF, sınıf mücadelesi ve silahlı mücadelenin bağını ise şu cümlelerle kurmuştu:

“Biz yasadışı silahlı direniş gruplarının örgütlenmesinin, yasal proleter örgütlerin yerini alabileceğini ya da bireysel eylemlerin sınıf mücadelesinin yerini alabileceğini ya da silahlı mücadelenin fabrika ve mahallelerdeki siyasi çalışmaların yerini alabileceğini söylemiyoruz, biz sadece, diğerlerinin başarısı ve ilerlemesi için bir önkoşul olduğunu öne sürüyoruz; çünkü silahlı mücadele olmadan metropolde anti-emperyalist mücadele verilemez.”

 

RAF’ın yayınlanan ilk metni, Kızıl Ordu’nun İnşası’ndan sonra Ulrike Meinhof’un kaleme aldığı düşünülen “Şehir Gerillası Konsepti” ve “Şehir Gerillası ve Sınıf Savaşı” ile örgütün politik, örgütsel ve ideolojik temelleri atılmıştır. Şehir Gerillası Konsepti; teorik aklını emperyalizmin işbirlikçisi Brezilya askeri rejiminin katlettiği, hayatını devrime adamış, Ulusal Kurtuluş Hareketi lideri Carlos Marighella’nın yazdığı “Şehir Gerillası – El Kitabı”ndan alır.

RAF, kent gerillası inşa çalışmaları için Haziran 1970’te üyelerinin büyük bir kısmıyla Filistinli El-Fetih örgütünün eğitim kampında gerilla ve savaş taktikleri konusunda askeri eğitim almak üzere üç aylığına Ürdün’e gitti. Döndüklerinde kapitalist Almanya devletine ve ABD emperyalizmine karşı çok sayıda silahlı eylem gerçekleştirdiler. Eylemlilikler arttıkça baskı ve yok etme saldırıları aynı oranda arttı. Alman hükümeti, RAF militanlarını yakalamak için 16.000 polis görevlendirdi, RAF üyeleri için toplam 200 bin mark ödül koyuldu. Akabinde 200 kişi gözaltına alındı. 1 Haziran 1972’de Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Holger Meins malzeme ve silah depoladıkları bir garajda yakalanıp tutuklandılar. 6 gün sonra da Gudrun Ensslin ihbar üzerine tutuklandı. 15 Haziran’da ise Ulrike Meinhof Hannover’de pedagoji profesörü Fritz Rodewald’ın evinde yakalandı. Fritz Rodewald önce Ulrike’yi evine davet etmiş, sonra polise ihbar etmişti.

Tutuklanan RAF gerillalarına uzun süre ağır tecrit uygulandı. Diğer tutuklularla ilişki kurmak, cezaevinin ortak faaliyetlerine katılmak yasaktı. Havalandırmaya yalnız ve ancak ters kelepçeli hâlde çıkabiliyorlardı; hücre ve üst araması sık, ziyaret hakları yok denecek kadar azdı, mektup ve gazeteler sansürden geçmekteydi. RAF önderlerinden Astrid Proll, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhoff , “duyumsal yoksun bırakma” denilen CIA tarzı işkenceye maruz bırakıldı. Ölüm hücreleri dedikleri yerde, dışarı ne ses ne ışık girip çıkıyordu. Gece ile gündüz kavramları onlar için artık yoktu. Ses tecriti ise tutsakları derinden etkilemiş, an geliyor gazetelerde kelimeleri seçemiyorlardı; artık kelimelere yabancılaşmışlardı. Hâl böyleyken cezaevi koşullarına karşı direnişine geçen RAF militanları, 1972 – 1975 yılları arasında 3 kez açlık grevine girdi. İlk açlık grevi 30 gün sürdü ve tecrit kalkmadı; ancak Ulrike Meinhof cezaevinin başka bir bölümüne nakledilebildi. İkinci açlık grevinde Andreas Baader’e 3 gün su verilmedi ve sonunda Baader komaya girdi. Üçüncü açlık grevi ise 145 gün sürdü bu grev sırasında Holger Meins hayatını kaybetti. Tutsak devrimcilerin cezaevi koşulları için dışarda da dayanışma komiteleri kurulmuştu ancak yönetim her şeye rağmen geri adım atmamıştı.

Ulrike Meinhof 1972’de Langenhagen’de yakalandığında ön duruşmalarda 8 yıl cezaya çarptırılmıştı, görülen duruşmalarda ömür boyu hapis cezası aldı. 9 Mayıs 1976’da Stuttgart-Stammheim’daki hücresinde infaz edildi. Havlulardan yapılmış bir halatla asılmış halde ölü bulunan Meinhof’a, yönetimin intihar iddialarıyla birlikte apar topar otopsi yapılmış, tüm deliller yok edilmişti. Ölümü incelemek üzere kurulan Uluslararası bir araştırma komisyonu 15 Aralık 1978’de “..İncelememizde Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesine doğuran bulgularla karşılaştık…” açıklaması yapmıştı. Ulrike’nin nasıl öldüğü bugüne kadar kanıtlanamadı. Ölümü sonrası çok sayıda eylem düzenlendi, cenazesine 4 bin kişi katıldı.

Almanya devleti, Meinhof’un ölümünden sonra “sapkın” davranışının biyolojik nedenlerini incelemek için beynini çalmıştı. Otuz sene boyunca Ulrike Meinhof’un beyninin çalınması gizlendi. Meinhof’un kızının çabaları sonucu annesinin beyni 2002’de geri verildi. Ulrike’nin beyni incelendi çünkü iki çocuğu olan, varlıklı hayata ve kariyere sahip bir kadının; devrimci, militan yaşamı seçip özgürlük için silahlı mücadeleye katılması, egemenlere göre “incelenmesi gereken” sağlıksız bir iradenin ve beynin ürünüydü. Bugün bu iradeyi sahiplenen binlerce kadın, özgürlük için ellerinde silahlarla erkek egemen sömürgeci kapitalist sisteme karşı savaş veriyor. Sistem içinde yaşanabilecek sahte hayatları ellerinin tersiyle iterek…

 

” … Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz. Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi soru sormayı yasaklayacaksınız. Yasak diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! Soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak! Yasak! Ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız!

Cesedim bir dağ gibi ağır, yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken, sizin yerinizi sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar. Ve hep bir ağızdan bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz!”