Vazgeçmiyoruz! – Güneş Çağdaş

Erkek egemen kapitalist sistemin ezilen cinsler için attığı adımlar özünde kadın özgürlük mücadelemizle ortaya çıkan zorunluluklardır. İstanbul Sözleşmesi uzun yılların mücadele birikimine dayanan kadınların önemli kazanımlarından ve bu zorunluluklardan birisidir. Sözleşmenin geçtiğimiz yaz aylarında tartışmaya açılması ve ardından kadınların kitlesel bir biçimde itirazı yaygın eylemsellikleri ile sözleşmeden ayrılmanın sessiz sedasız biçimde rafa kaldırıldığı, burjuva medya üzerinden sözleşmeye dönük saldırıların devam ettiği bir süreci gerimizde bıraktık. 19 Mart gecesi tek adamın aldığı bir kararla İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı feshi ilan edildi. İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılara karşı mücadele, burjuva sınırlar içerisinde yasal güvenceler oluşturmanın ötesinde mücadelenin tarihsel birikimine dayanan, demokratik ve mevsizel kazanımların korunmasıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmemek kadın özgürlük mücadelemizi büyütecek temel bir dayanak olacaktır.

İstanbul Sözleşmesi kadınlar ve LGBTİ+’lar bakımından ne anlama geliyor öncelikle bunu inceleyelim. Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri, kadına yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul edilmesi ve “toplumsal cinsiyet” kavramı tanımının uluslararası düzeyde yapılmasıdır. Sözleşmede mevcut toplumsal cinsiyet anlayışının kadınlar ve erkekler için toplumsal roller biçtiği kabul ediliyor ve toplum tarafından üretilen bu rollerin kadınlara yönelik şiddette payı olduğu vurgulanıyor. Sözleşme, kadınlar ve erkekler arasında sağlanacak eşitliğin, kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğunu dile getiriyor. Eşitlik kavramını ise salt cinsiyet rolleri üzerinden değil siyasi ve ekonomik olarak ele alıyor. Sözleşme; yalnızca evli çiftleri değil, evli ve evlilik dışı tüm ilişkileri sözleşmenin öznesi olarak görüyor. Eş/ebeveyn ibarelerinin yanında “partner” tanımı da yapılıyor. Kadınlara ilişkilerinde istediği biçimde seçme ve yaşama özgürlüğü tanıyor. Kadına yönelik şiddet yalnızca ev içi şiddetle sınırlanmıyor. Bir başka ifadeyle, ev dışında gerçekleşen kadına yönelik şiddet de sözleşmenin kapsamında yer alıyor. Bu doğrultuda sözleşmenin sağladığı koruma, kamusal alan için de geçerlidir. Bu da kadına yönelik şiddetin uygulandığı tüm alanlarda doğrudan devletler açısından bağlayıcılık ve muhataplık sorunsalını ortaya çıkarıyor. Sözleşme yalnızca fiziksel ya da cinsel şiddetin değil, psikolojik şiddet, ısrarlı takip ve cinsel tacizin de cezai suçlar olarak değerlendirilmesini ve gerekli hukuki tedbirlerin alınmasını öngörüyor. Sözleşme kadına karşı şiddetin ve ev içi şiddetin artık mahrem bir durum olarak düşünülemeyeceğini, devletin kapsayıcı ve entegre edilmiş politikalar yoluyla şiddeti önleme, mağdurları koruma ve failleri cezalandırma sorumluluğu olduğunu vurgulamaktadır. Cinsel yönelim üzerinden ayrımcılık yapmama ilkesi, yasal yükümlülükler üzerine kuruludur ve bu ilke başka yasal belgelere dayanmaktadır.

Sözleşmeyle toplumsal değişim ve dönüşümün temel alanı olan eğitim sistemine ilişkin de hükümler getirilmektedir. Cinsiyetçi eğitim sisteminin değiştirilerek, eğitim sisteminin toplumsal eşitlik temelinde düzenlenmesi istenmektedir. Eğitimde cinsiyet stereotipi(1)lerinin yeniden üretiminin, kız ve erkek çocuklarının doğal yetenek ve becerilerinin gelişimini sınırladığı ve çocukların kendileri ve yaşıtları hakkında ne düşündüklerini ve karşı cinsiyetle nasıl iletişime geçtiğini önemli ölçüde etkilediği belirlemesi yapılmaktadır ve eğitim kurumlarında öğretilen hiçbir şeyin, genç neslin, cinsiyet-merkezli ayrımcılığın ya da kadına yönelik şiddetin kabul edilebilir bir şey olduğunu düşünmesine yol açmaması istenmektedir.

Sözleşme, kadınlar ve LGBTİ+’lar bakımından toplumsal yaşam içerisinde birçok güvenceyi kapsıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne dönük yapılan bütün saldırıları da doğrudan yaşam hakkına dönük saldırılar olarak kavrıyor ve faşist şefin sözleşmeyi fesih edişini kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı açılmış bir savaş olarak değerlendiriyoruz. Bir gece yarısı alınan bu kararı da gayrimeşru bir karar olarak görüyoruz. Kadın katliamlarını, şiddeti, tacizi, tecavüzü, homofobiyi, transfobiyi bütün yasal dayanaklarını oluşturarak toplumda meşru bir zemin yaratmak isteyenlere karşı elbette yaşamlarımız ve haklarımız için mücadele edecek bunun karşısında atılmış her adımı alınmış her kararı da gayrimeşru bir karar olarak göreceğiz.

AKP/MHP iktidarı politik islamcı faşist bir rejimdir. Kadınlara ve LGBTİ+’lara dönük kapsamlı bir cinsel politika izlemektedirler. Bu faşist politikaları toplumsal mücadelenin diğer dinamiklerine dönük saldırıları da kapsamaktadır. Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik saldırılarını daha özel değerlendirecek aynı zamanda toplumsal mücadele dinamiklerine dönük saldırı konseptinin içerisinden de ayrıştırmadan ortaya koymamız gerekecektir. Bugün kadın ve LGBTİ+ hareketinin toplumsal mücadelenin en ileri ve yıkıcı gücü olduğu gerçeği ortadadır. AKP/MHP iktidarının kadın ve LGBTİ+’lara dönük saldırısının kapsamında da hareketin kendisini köklerinden sallayacak istikrarlı bir sıçramalı gelişim hattında oluşu duruyor.

En küçük bir hak talebine tahammül edemeyen faşist şeflik rejimi toplumsal mücadele öznelerini ezmek için saldırıyor. Kendi krizlerini aşabilmenin tek yolunu faşist saldırganlığının  dozunu arttırmak, kesimsel hak taleplerini ve direnişlerini şovenizmle, toplumsal cinsiyet rollerini derinleştirerek ezilenlerin en meşru haklı taleplerini zehirlemek istiyor. Hiç kuşkusuz  İstanbul Sözleşmesi’nin iptali de girmiş olduğu bu krizden politik islamcı karakterini güçlendirip net bir saflaşma yaratmak aynı zamanda bu temelde yol arkadaşlarına da bu saflaşma içerisinde verilmiş net bir mesaj ve çağrı içermektedir.

Kadın üniversiteleri projesini 2021 Cumhurbaşkanlığı yıllık programına almak, İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek, 6284 yasasını hedef tahtasına oturtmak, gökkuşağına ve LGBTİ+ mücadelesine dönük saldırıların hepsi politik islamcı temelde kendisini inşa etmek isteyen faşist şefliğin kadın ve LGBTİ+ mücadelesine dönük son dönemdeki saldırılarıdır. Bunların hiçbiri birbirinden bağımsız ele alınamaz, bütünlüklü bir saldırı konseptinin parçaları olduğunu ortaya koymak gerekir.

Vazgeçmiyoruz!

Tüm bu saldırılar karşısında kadınların hayatlarını savunmanın da ötesinde erkek egemenlikli faşist saldırganlıkların üzerine üzerine yürüme, yaşam mücadelesini ve kadın isyanını dalga dalga yayma iradesi ve eylem pratiği ağustos ayında sözleşmeye dönük saldırılar karşısında sokakta karşılanmış, sözleşmenin feshedilmesinin ardından da yine en yaygın ve kitlesel biçimde sözleşmeden vazgeçmiyoruz diyen kadınların eylemiyle buluşmuştur.

Kadınların ve LGBTİ+’ların haklarına hayatlarına dönük kapsamlı saldırılar söz konusu; kadın cinayetleri, nefret cinayetleri her geçen gün artıyor. Bunun karşısında hayatlarını haklarını savunmak isteyen kadınlar da erkek egemenliğine karşı onu köklerinden sarsacak öfkeyi heybesinde büyütmeye devam ediyor. Kadınlara dönük böylesi kapsamlı bir saldırıya karşı kadın hareketi de kapsamlı bir mücadele hattına girişmek durumunda. İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılar politik islamcı temelde kendini inşaa etmek isteyen AKP-MHP iktidarına karşı politik bir saflaşma yaratmış durumda. En temel haklardan biri olan yaşam hakkına dönük bu saldırı kadın hareketinin geniş kadın kitleleri ile kolektif kadın iradesini ve eylemini örgütleme görevini önümüze koyuyor. Kadınların yaşamlarına dönük başlatılmış bu saldırı karşısında, ‘yaşamlarımız için hayatı durduruyoruz’ perspektifi ile hareket etmesi İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ardından bir süreç örgütlemesi gerekmektedir. Dünya kadın hareketinin deneyimleri ışığında, böylesi bir saldırıyı Kadın Grevi’ni örgütleyerek “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” sözünü büyütmek, kadınların toplumsal yaşam içerisinde hayatı durdurma potansiyelini göstermek bakımından önemli.

 

(1) stereotip: yineleyici kalıplaşmış devinimler

 

*Bu yazı, Gençliğin Sosyalist Sesi Özgür Gençlik Dergisi’nin 11 Mayıs 2021 tarihinde çıkan 1. sayısında yayımlanmıştır.