Barış İçin Adalet

“10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehtap Sakinci Coşgun ile 3 yıl önce gerçekleşen 10 Ekim Ankara Garı Katliamı’nı ve yürüttükleri adalet mücadelesine dair konuştuk. “

  • 10 Ekim Katliamı’nın ardından bir Adalet mücadelesi başlattınız, ilk günden bugüne, bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

10 Ekim 2015 emek, barış ve demokrasi bileşenlerinin çağrısı ile yapılması istenen bir barış mitingiydi. Barış Mitingine Türkiye’nin her yerinden gelen on binlerce insan zaten bu ülkedeki ters giden siyasal konjektüre bir muhalefet olarak oradaydı. Böyle bir katliam ile karşı karşıya kalacaklarını hiçbirinin tahmin etmeyeceği bir sürecin ardından biz geride kalanlar olarak bu sürecin örgütlü bir şekilde devam ettirilmesinin zorunluluğunu gördük. Biz derneği katliam gerçekleştikten 6 ay sonra kurduk. Dernekleşme fikri ilk 3 ayda ortaya çıkmıştı. Bu kaçınılmaz bir süreçti. Bu mücadele sürecini başlatmak bizim boynumuzun borcu oldu bir nevi. O yüzden bu ülkede daha önce gerçekleşen benzer katliamlar sonrasında ya da toplumun muhalif kesimine yapılan pek çok saldırı sonrasında örgütlenememek, büyük bir eksiklik olarak önümüzde de duruyordu.

Daha çok yakınlarını kaybedenlerin aileler, geride kalanlar, yaralılar ya da o gün yaralanmasa bile orada olan bizler zaten belli bir siyasi bilinç ile hareket eden insanlarız. Bu yüzden örgütlü bir mücadelenin içinde katliamda mağdur olanların direkt dernek üzerinden yürütülmesi zaten bizim yapmak istediğimiz şeylerden biriydi. Bu katliamdan sonra örgütlenmek ön koşul ama sonrasında bu mücadeleyi ve bu süreci unutturmamaya dair yapacağımız her şeyde bizim için bir hedeftir ve hedeflerimiz arasındadır.

 

  • Cumartesi Anneleri, Suruç ve 10 Ekim gibi adalet arayanlara son dönemde ağır bir devlet saldırısı var. Bu yoğun saldırıları neye bağlıyor nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Şöyle bir durum var; Suruç Katliamı, 10 Ekim Katliamı’ndan önce gerçekleşmiş bir katliam ve gerçekten 10 Ekim hakkında verilmiş bir soruşturma süreci başlatılmış ve hızlıca bir yargılama sürecine geçilmişti ama Suruç maalesef hala pek çok eksiği ile pek çok yanlışı ile pek çok yanlış yönetimi ile devam ettirilmeye çalışılan bir dava olarak ve kuvvetle muhtemel çok iyi sonuçlar çıkmayacak bir yargılama süreci ile karşımızda duruyor. Yani ister istemez şöyle düşünüyoruz; bu zamana kadar her mağduriyetin ya da sorduğunuz katliamların öznesinde duran insanların ortak bir özelliği var. Bu da muhalif kesimi temsil eden insanlar olması. Belli bir muhalif kesim olarak Suruç’a giden, Kobane’deki çocuklara oyuncak götürmeye çalışan insanlar olabileceği gibi, bu ülkedeki emek, barış, demokrasi birleşenlerinin oluşturduğu, kamusal alanda emek veren kamu personelleri gibi çoğunlukların oluşturduğu sendikalar üzerinden de olabilir ama sonuç itibari ile hedefteki insanlar hep aynı. Çünkü bu ülkede eleştiren, bu ülkede barışın getirilmesini isteyen, bırakın bu ülkeyi dünyadaki pek çok haksızlığın, faşizan saldırıların karşısında duran bireyler, hak savunucuları olarak yine hedefte -Cumartesi Anneleri gibi-. Bu sürecin takipçilerinin hedefte olması artık bizi şaşırtmıyor. Ama bununla bitmiyor. Bu alanda polis müdahalesi olarak karşılık bulurken bazen de kamusal haklarımızdan doğru ihraçlar olarak ya da sosyal medya paylaşımlarımızdan doğru tutuklamalarla cezalandırma olarakta karşımıza geliyor.

Sonuçta biz bu ülkede biat eden insanlar olmadığımız sürece her zaman mağdur olan insanlar olacağız. Tabi kabul etmek gerekiyor ki, 10 Ekim çok farklı bir yerde duruyor. 10 Ekim Katliamı 3. yılını doldurduğu şu günlerde bize şunu gösterdi; bize sokaklara çıkıp protesto etme hakkımızı ya da miting yapıp aslında iktidarıda taleplerimiz doğrultusunda harekete geçirme ile ilgili dertlerimizi anlatabileceğimiz yerler yani sokaklar bizler için kapatıldı. Sokaklar, derdimizi ya da protestolarımızı yükseltebileceğimiz yerlerden biri olarak görülmeyecek bir yerde duruyor. Hayatını kaybeden 103 insan var ve her birinin farklı politik duruşu ve bu ülkede farklı talepleri olan insanlar olması da çok değerli.

Siyasetler üstü bu mücadeleyi takip etmeye çalışıyoruz. 10 Ekim aileleri ve yaralıları olarak. Heralde bu ülkede muhalefeti daha iyi temsil eden, bu kadar çok bileşeni olan da başka bir mücadele henüz yok. Çünkü daha çok siyaset odaklı gruplar var yani bizim için çok zordu. 2 yıldır anma yapamıyorduk. Bu sene anma yapmak için gerekli idari başvuruları ve gerekli görüşmeleri yaptık. Bu sene alanda 10.04’te bir dakikalık saygı duruşu ile başlatacağımız hayatını kaybedenleri 3. yılında anacağımız bir program gerçekleştirmek istiyoruz.

 

  • 10 Ekim Katliamı için yürütülen davanın karar duruşması 3 Ağustos’ta görüldü. 10 Ekim aileleri, tanıkları bu kararı nasıl değerlendiriyor? Sizce Adalet var olduğunu gösterebildi mi? 10 Ekim Aileleri bugünden sonra ne yapacak?

 

Böyle bir soru sorarak aslında adalet mücadelemizi ön plana çıkartmak adına söz verdiğiniz için teşekkür ederiz. Her şeyden önce kötü bir soruşturma ile başlayan ve bunun bir sonucu olarak önümüze konulan iddianame ile başlatılan ve yargılamanın içinde de yer alan bizim, ailelerin ve avukat komisyonu olarak çabalarımızın işletildiği, bizim metanetle katlandığımız süreçlerden ibaret olan yargılama süreciydi. Sürece genel olarak baktığımızda gördüğümüz; “Biz olmasaydık bu davanın takipçileri olarak bu davayı Türkiye’nin her yerinden gelerek takip etmeseydik aslında biz tarihe çok kötü bir yerde duran, çok kötü kararlar, sanıklarının neredeyse tamamının firar etmiş olduğu ya da gözaltı kararları ya da tutuklama kararı zamanında verilmediği için doğru düzgün bir sanığı olmayan” yargılamadan bahsediyor olacaktık. Biz sürecin bu noktaya gelmesi için elimizden geleni yaptık. Ortada bazı kazanımlar var. Ama genel olarak “büyük bir kazanç ya da büyük bir adalet, bunun karşılığı adalettir, biz adaleti kazandık gibi adaletin teyit edilmesi içinde bir karar konuldu ve bu karar içimize sindi” diyebileceğimiz bir karardan bahsedemiyoruz. Bu ülkede artık azla yetinmeyi, az adalet, az huzur ya da yaşam hakkı noktasında neredeyse çocuklarını kaybeden ailelerin “birini kaybettim ama en azından diğer çocuğumun yaşamı iyi” gibi bir şey söyleyemiyor.

Bizler oraya büyük gruplar olarak gittik. Aileler olarak gittik. Yaşadığımız katliamda eşi ile hayatını kaybedenler olduğu gibi, baba-oğul, hala-yeğen gibi hayatını kaybetmiş insanlarımızda var. Artık bir kişiyi kaybettiyseniz “şükür, iki kişiyi, üç kişiyi kaybetmedim” dediğimiz bir ülkede “şükür adalet” diyebileceğimiz bir noktada yok. Hükümetin ya da adalet erkinin insani paydada bizimle buluşmadığı bir süreç işletildi. Biz bunu nerede anladık, 15 Temmuz’dan sonra. Anladık ki bizim için insani bir süreç işletilmemiş. Uygulanan yasalar var. 5233 sayılı terör mağdurlarını ilgilendiren, doğrudan uygulanan bir yasa. O yasadan doğru bizim halen daha idari mahkemelerde tazminat davalarımız bilerek sümer altı ediliyor. Yasaya aykırı bir şekilde dosyaların kapağı yılda bir kez bile açılmıyor. Yani her anlamda devletin bize sağlaması gereken, vatandaşı olarak en temel haklarımızın bizden mahrum edildiği bir süreçten geçiyoruz. Adalette, yargılama da tam olarak böyle oldu. “Size bir mahkeme kurduk. 19 tane de IŞİD sanığı var. Daha ne istiyorsunuz? Bunların dokuzunu ağırlaştırılmış müebbet ile geri kalan onuna da irili ufaklı örgüt üyeliğinden doğru cezalar kestik, başka ne yapalım?” tarzıyla yaklaşıldı. Biz “İyi ki salıverilmedi sanıklar.” duyguyla çıkarıldık mahkemeden. Bu duygu bize empoze edilmeye çalışıldı. Zaten uzun tutukluluk sürecinden geçen ve irili ufaklı küçük küçük cezalar alan on tane IŞİD’li sanık üzerinden iki gün sonra tahliyeler gündeme gelecek. Tabi, mahkemede yargılamada “Ben bu işten nasıl sıyrılırım? Her iki tarafında daha az tepki vermesini nasıl sağlayabilirim?” yönünden düşünüyordu ve böyle bir formülasyon buldu. Aldığımız şey adalet değil.

Bu bizi daha çok yoracak bir sürecede götürecek. Çünkü firari sanıklarla ilgili yeniden yargılamalar başlıyor. 8 Kasım’da Ankara 4. Ağır Ağır Ceza Mahkemesi’nde firar etmiş sanıklar yönünden yargılamalar devam edecek bir adalet mücadelesi daha var. 3 Ağustos’ta mahkemeden çıkarken şunu anlamıştık ; “54. duruşmaydı ve 10. oturumu gerçekleşmişti ve hepimiz daha çok basamaklı bir merdivenin daha 1 ya da 2. basamağındaydık. Yani daha 3. basamağında bile değiliz.” bunu hissederek söylemiştik. Eğer sorunuz adaleti aldınız mı ise biz buna kesinlikle “hayır” diyoruz.

Ailelerle aynı şekilde ilerliyoruz. Şuan örgüt diyoruz yarın buna vakıf diyebiliriz. Başka daha büyük projelerimiz var. Burada herkes daha verimli olmaya ve kendini toparlamaya çalışıyor. İlk başta çok zor bir süreç yürüttük. Çok fazla eksiği olan bir süreçti belki de ama o zaman o fikirle bir dernek açmak, kendini kurabilmek çok değerliydi. Bu ülkede daha değerli daha çok iz bırakan işler yapabilmek için biz varız ve daha iyi bir psikolojideyiz daha iyi durumdayız. Hepimizde daha iyi hissediyoruz. O yüzden de hiçbir şeyin bizi yıkamayacağı da, süründürmeyecek bir acının karşısında da daha güçlüyüz. Daha iyi bir mücadeleye giden günleri görebileceğimizi düşünüyorum. Bizler gerçek adaleti talep ediyoruz. Burada 103 insan hayatını kaybetti ve 500’den fazla yaralının olduğu bir katliamdan çıkanlar olarak en somut haliyle adalet istiyoruz. Bu sürecin unutturulmamasını, hiç yaşanmamış gibi olmasını istemiyoruz. Buradaki haksızlıkların üzerine sünger çekilmeden buna hiçbirimiz izin vermeyelim. Bu noktada 10 Ekim mücadelesinin kamuoyunda vicdanen sahiplenilmesi gerektiğini ve o gün orada olan tesadüfen  geçen ya da oradaki insanların onlara siper olması ile hayatta kalan insanların, biz geride kalanların bu adalet mücadelesinde yanımızda olmasını ve bir yer alması için çağrıda bulunuyoruz.