İkizdere Direniyor! – Murat Çepni

İkizdere, günlerdir Cengiz İnşaat’ın taş ocağına karşı direniyor. Başından beri direnişin içinde yer alan HDP İzmir Milletvekili ve Meclis Çevre Komisyonu Üyesi Murat Çepni’ye sorularımızı yönelttik. İyi okumalar. 

1) AKP iktidarı dönemindeki inşaat odaklı rant modelini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sermayeye özellikle de belirli bir sermaye grubuna peşkeş çekilen doğal varlıklar ekolojik olarak ve yerel halklar nezdinde ne ifade ediyor?

İnşaat odaklı büyüme modeli, aslında AKP iktidarının bulduğu bir model değil. İşin aslı 1970’lerdeki neoliberal politikaların doğuşuna kadar gidiyor. IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde, emperyalist kapitalist tekellerin çıkarları doğrultusunda yeni bir uluslararası iş bölümü gerçekleştirildi ve bu iş bölümünde hangi ülkelerin hangi sektörlerde yoğunlaşacağı gibi konular da belirlenmiş oldu. Bu temelde Türkiye gibi ülkeler kuşağında tarımsal nüfusun eritilerek hızla kentlere göçü, belli başlı kentlerin “mega-kent” haline getirilerek, küresel sermaye için pazar yaratılması, kentlerin kendisinin inşaat ve hizmet sektörü için tam öğütücü haline getirilmesi öngörüldü ve öyle de oldu. AKP döneminde İstanbul; finans şehri, megakent, küresel kent haline getirildi. Mega projelerle bu yapıldı. Tarım bitirildi. Antep, Kayseri, Denizli gibi bazı kentler de Anadolu’da küresel piyasaya meta üreten küçük mega-kentler haline getirildi. AVM’ler, büyük siteler vb. ile de buralar belli yaşam tarzlarının üretildiği kentler haline getirildi. Yani İstanbul’da ne varsa buralarda da aynısı yapıldı.

Mega-kent anlayışı temelinde kentler inşaat şantiyesine çevrildi ve bu inşaatların ihtiyaç duyduğu diğer hammaddelerin temini için de Anadolu maden sahası yapıldı. Bu ikisi arasındaki bağı iyi görmek lazım. İnşaat için gerekli çimento, tuğla, demir, ayrıca yapılan evlerin mermer, seramik, pvc kapı pencere, ahşap vs, ihtiyaçların hammaddesi için boşalan köyler, ormanlar, derin vadiler maden sahası ilan edildi.

Bu süreç aynı zamanda bankalar üzerinden ucuz krediler sağlanarak, devlet teşvikleri verilerek, TOKİ, Emlak Bank, Kosgeb, bölgesel kalkınma ajansları gibi devlet araçlarıyla finanse edildi. Yani küresel finans oligarşisinden sağlanan kredilerle halka ucuz krediler kullanma imkanı tanındı. Aslında herkes kredi kartı borçlusu yapıldı. Ev sahibi, araba sahibi olalım derken borçlu köle haline getirildi. Aynı zamanda geleneksel büyük sermayenin dışında gelişen ve genellikle devlet ihaleleri ile zenginleşen inşaat şirketleri, onlara bağlı taşeron sistemi AKP iktidarına kendisine yandaş bir sermaye grubunun gelişmesini sağladı.

Devlet ya da hükümetin ucuz krediler, KOSGEB vb üzerinden dağıtılan teşvikler, 2000’li yılların başında ciddi ekonomik kriz yaşayan, hatırlayalım, esnaflar eylemler yapmıştı, bir esnaf yazar kasayı başbakanın konutuna fırlatmıştı, yoksullar açısından ilkin bir rahatlama olarak gerçekleşti. İşsizlik görece azaldı. Ucuz krediler hane ekonomisini kredi kartları sayesinde dönmesini sağladı. Fakat bu çarkın dönmesi birkaç şeye bağlı idi. Birincisi küresel finans oligarşisinden gelecek büyük kredilere. İkincisi, kentlerde park-bahçe-koru, kırsalda ise dağ-taş ne varsa öğütülerek paraya çevrilmesine, yani doğanın paraya çevrilmesine. Üçüncüsü, emeğin bütün haklarının törpülenmesi, ucuzlaştırılmasına, ki taşeron sistemi tam da bu idi… Ki öyle de oldu. AKP iktidarın “asrın projesi” olarak reklam ettiği 3. Havalimanı projesi bu açıdan çelişkinin en net olduğu tablodur. İstanbul’un temiz havası, su kaynakları, tarımı vb. açısından son kalkanı olan Kuzey Ormanları’nı yok eden bu “asrın projesi” aynı zamanda en insanlık dışı koşullarda yaşayan emekçilerin de mezarı oldu.

İşte bu nedenle, bu yıkıma karşı kentlerde de kırlarda da direnişler patlak verdi. AKP’ye karşı en yaygın muhalefetin çevre ve ekoloji hareketi olduğunu görüyoruz. Bu gayet normal.

Karadeniz de bu talan ve yıkımdan payına düşeni aldı. Cerattepe, Yeşil Yol, Sahil Yolu, HES’ler…

Evet, iktidarın bu yıkım politikalarından en fazla etkilenen yerlerden biri Karadeniz oldu. Karadeniz’deki yıkım, sizin de dediğiniz gibi, önce Karadeniz sahil yolu yapımı ile başladı. Ki zaten şimdi birer büyük holding olan 5li çetenin semirmeye başladıkları ilk devlet ihalesi de bu yol projesidir. Ardından 2005’ten sonra hidroelektrik santral projeleri furyası başladı. Karadeniz her vadisinde en az on-onbeş HES projelendirilmişti. Birçoğunu yaptılar. Halka rağmen, iktidarın gücüyle hile ve cebren yaptılar. Ama bir çoğunu da yapamadılar. Mesela Rize Fındıklı’da halk sonuna kadar fiilen direndi. Bir tane HES yapamadılar.

Ardından turizm yatırımları geldi. Arap dünyasından gelen turistleri Karadeniz’e çekmek için yeni bir inşaat dalgası geliştirdiler. Yeşil Yol Projesi de bu kapsamda düşünülen bir proje. Yaylaları, vadilere petro-dolar zengini Arap şeyhlerine pazarlayarak dış kredi ile inşaat ve turizm sektörünü büyütmeye çalıştılar ama bunlardan da istediklerini tam alamadılar. Yeşil Yol Projesi’ni devlet desteğiyle yaptılar. Devlet desteği demek, halktan toplanan vergilerin birkaç şirketin kasasına aktarılması demektir. Ki bu da birkaç şirket sürekli zenginleşirken halkın daha da yoksullaşması demektir.

Çay ve fındık tarımına devlet desteği vermeyen iktidar inşaat ve turizm şirketlerine dünya kadar destek veriyor. Halktan üç kuruş vergi almak için ümüğünü sıkarken bu şirketlere vergi muafiyeti getiriyor, ucuz kredi desteği getiriyor, hazine garantisi getiriyor vs. Karadeniz’deki ve Anadolu’nun kırsalındaki diğer direnişlerin iyice yoksullaşan ve yok oluşla karşı karşıya kalan emekçi köylülüğün yaşam alanlarını savunma mücadelesi olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yani HES’lere, JES’lere, maden şirketlerine karşı mücadele bir yandan ormanı, suyu, yaban hayatı savunma iken bir yandan da geçimlik tarımla ayakta kalan köylülerin kendilerini savundukları bir mücadele.

 

2) Gelelim İkizdere’ye… Bugün Cengiz İnşaat’ın taş ocağına karşı güçlü bir direniş örülüyor. Karşı çıkış noktaları neler? Orayı, olan biteni, yerel halkın direnişini anlatır mısınız? 

Karadeniz’in her yerinde yukarıda bahsettiğimiz denize dolgu yapılarak inşa edilen sahil yolu, havalimanı projeleri, yine belediyeler tarafından yapılan park bahçe ve benzeri yerler için yapılan dolgular nedeniyle bir sürü taş ocağı var. Bu taş ocaklarının açılması, burada yapılan büyük patlatmalar, kırma-eleme süreçleri ve kamyonlarla dolgu alanına taşınması, yani her aşaması çevresel olarak büyük bir yıkım yaratıyor. Birincisi vadilerin doğal görünümünü bozuyor. Jeolojik yapıyı bozuyor. Bu nedenle sık sık heyelanlar, seller yaşanıyor; vadilerin doğal yapısında çatlaklar vb. oluşturduğu için. Ayrıca tozlanmaya neden oluyor ve tozlar ocak etrafındaki bitkilerin, ağaçların, hayvanların yaşamını zorlaştırıyor.

İkizdere’de de bir sürü taş ocağı var. Şimdi bunlara bir yenisi daha eklenmek isteniyor. Rize’de İyidere ilçesinde yapılacak Lojistik Merkez ve Liman Projesi için gerekli deniz dolgusunda kullanılmak üzere İkizdere ilçesinin Cevizlik köyü ile Gürdere köyü arasındaki vadide yeni bir ocak açılmak isteniyor. Ocağın açılmak istendiği yer, iki köyün de su kaynağı. Eskenci deresinden sularını alıyor köylüler. Karadeniz’de çok yağmur yağar ama içilecek su kaynağı o kadar bol değildir. Birçok köy ve ilçe su sorunu yaşıyor. Çünkü kuyu suyu yok Karadeniz’de; hepsi yüzey suyudur. O suyu da derelerden sağlıyoruz. Taş ocağı ve bu ocağın olduğu bölgeye gitmek için yapılan yol, bu dereyi kirletiyor. Ayrıca bu havza köylüler tarafından arıcılık faaliyetleri için kullanılıyor. Başta kadınlar olmak üzere köylülerin yaşam alanlarını savunmaktan başka şansları yok.

Birkaç yıl önce başka bir şirket burada taş ocağı açmak istedi ama halk karşı çıktı ve mahkeme kararıyla engelledi. Şimdi aynı yerde AKP’nin ortağı, Karadeniz’in de baş belası Cengiz Holding taş ocağı açmak istiyor. Tabi şirket Cengiz Holding olunca, devletin bütün güçleri kol kanat oluyor. Ne mahkeme ne vali ne jandarma… Hepsi Cengiz’in önünde eğiliyor.

Buradaki sorunun bu açıdan sadece Cevizlik ve Gürdere köylülerinin sorunu olmadığını görmek lazım. Mevcut rejim, hukuksuzluk, iktidarın ve kendisine yandaş olanların her işini hile ile cebren yapmasının bir örneği burada yaşanıyor. AKP ve Cengiz Holding, devletin kolluk güçlerini önlerine katarak iki köyün üzerine saldırıyor! Cerattepe’de ve başka yerlerde olduğu gibi, belki jandarma güçleri ile köylüleri “ezip geçecekler”, bunu yaptıklarını gördük. Bu yüzden meselenin esasının bu iktidar, bu rejimin kendisi olduğunu görmek lazım. Dolayısıyla da bu iktidara, bu rejime karşı mücadele eden herkesin Cevizlik ve Gürdere köylülerine destek olması lazım.