Tasfiyeci Saldırganlık Altında Gençlik Hareketinin Durumu – O. Fırat Serdengeçti

Devrimci demokratik gençlik hareketinin bugünkü durumunu anlayabilmek ve buradan bir çıkış yolu açabilmek için ilk başta, son 5-6 yıllık pratiğinin devrimci analizini yapmamız gerekiyor. Bu, durumdan memnun olmayan, bir yol açmak isteyen her tutarlı gençlik örgütlenmesinin temel sorumluluklarındandır. Bu devrimci analizi doğru bir zeminde yapabilmemizin yolu analize konu olan dönemin içerisinde cereyan eden özgün siyasal koşullara, sömürgeci faşist rejimin genel hedeflerine bakmamızdır.

Bilindiği üzere 20 Temmuz 2015 Suruç Katliamından itibaren devreye konulan kötü ünlü “çöktürme planı”nın öncelikli hedefi Kürt özgürlük hareketini teslim alıp iradesini kırma, gerillayı ve devrimci hareketi kırlarda ve kentlerde tasfiye etmekti. Erkek egemen faşist rejim bunu başardığı durumda Türkiye ve Kürdistan’da uzun yıllara yayılacak koyu bir gericilik dönemini başlatacaktı. Bu planın birinci ayağı başkanlık rejimi denilen faşist şeflik rejiminin inşa edilmesiydi. 2015’ten Nisan 2017’deki başkanlık referandumuna kadarki süreçte yürütülen politikaların en temel ve öncelikli hedefi başkanlık rejiminin hayata geçirilmesiydi. Bu dönem kitle katliamları, öz yönetim direnişlerinin vahşi bir terörle bastırılması, Türkiye ve Kürdistan’da önceki dönemleri aşan düzeyde gözaltı, tutuklama ve kaçırma saldırıları, Fethullah Gülen Cemaati’nin darbe girişimi bahane edilerek OHAL ve KHK’larla hem devlet içine yerleşmiş Gülen cemaati mensuplarının hem de kamuda çalışan devrimci demokrat öğretmen, memur vb. kesimlerin tasfiyesi ile birlikte yürüdü. Yoğun sosyal medya operasyonları, ağzını açan, söz söyleyen, tepki gösteren on binlerce insanın gözaltı ve tutuklama terörüne maruz kaldığı, kitle katliamları ve tutuklama terörü yoluyla kitle hareketinin geriletildiği bir dönem oldu. Faşist rejim bu hedefini kitlelerin güçlü karşı koyuşuna rağmen yoğun devlet terörü ve seçim hileleriyle Nisan 2017’de gerçekleştirdi. Yürürlüğe konulacak olan faşist şeflik rejimiyle hedeflerine daha rahat ulaşabileceğini hesap ediyordu. Dolayısıyla başkanlık rejimi faşist şefin kişisel hırslarının eseri değil, bizzat rejimin ihtiyacı olarak gündemleşti ve hayata geçirildi. Planın ikinci ayağı ise inşa edilmiş şeflik rejiminin merkezileşmiş ve tekleşmiş gücüyle en başta Kürt özgürlük hareketi ile onun gerilla gücü olmak üzere, devrimci hareketin ezilmesi, bütün demokratik kazanımların süreç içinde tırpanlanması sonrasında ise tasfiye edilmesiydi. Faşist devlet terörü bu dönem boyunca da yoğun ve sistematik bir biçimde sürdü.

Bu süreçte üniversite ve liseler de tüm bu devlet teröründen payını aldı. Okullarda polis ve idare işbirliği arttı. Soruşturma ve devlet terörü altında üniversitelerde siyasal çalışmanın alanları daraldı, epeyce yerde mevzi kayıpları oldu. Bu durum küçük kentlerdeki üniversitelerde ise daha ağır biçimde yaşandı. Faşist genelgeler, devrimci-demokrat akademisyen ve öğretmenlerin KHK’larla üniversite ve liselerde tasfiye edilmesi, AKP-MHP-Vatan Parti kökenli kayyum rektör atamalarının yoğunlaşması, eğitim sisteminin siyasal islamcı restorasyonunun hız kazanması, okul ile yurtlardan uzaklaştırma ve atılmaların çoğalması, KYK burslarının yaygın biçimde kesilmesi, ajanlaştırma, kaçırma ve tehdit örneklerinin gençlik üzerinde yoğunlaştırılması dönem içinde genel saldırganlığın biçimlerinden ayrı olarak öğrenci gençlik kitlelerine dönük öne çıkan saldırı biçimleri oldu. Gezi ayaklanması ve Rojava Devrimi’nin etkisiyle politikleşmiş ve haklarında sayısız davalar açılmış, sonraki süreçte umudunu kaybetmiş örgütlü-örgütsüz gençlik kitlelerinin bir kısmı bu yoğun terör altında bir kaçış yolu olarak Avrupa’ya gitmeyi tercih etti. Politik mücadele içinde kendini var etmemiş ama özellikle de başkanlık referandumu döneminde Erdoğan rejimine karşı konumlanmış, bu faşist rejimde kendisine bir gelecek göremeyen gençlik kitleleri içinde epeyce bir gençlik kesimi de çıkış yolu olarak yine Avrupa’ya yöneldi. Her iki gençlik kesiminin önemli bir kısmı da, özellikle de örgütlü kesimleri dönemin direniş çizgisinin içinde konumlandı, mücadelenin değişik biçimleriyle faşist şeflik rejimine karşı mücadeleye katıldı, bedel ödedi.

Suruç ile 10 Ekim katliamlarının göğüslenmesi ve yıl dönümleri, başkanlık referandumundaki “Gençlik Var”da simgeleşen öncü çıkış, KHK’lar ve Barış Akademisyenlerinin ihraçlarına karşı geliştirilen mücadele, ODTÜ’de gelişen Kavaklık Direnişi ile kayyum rektör Verşan Kök’ün atanması karşıtı protestolar, işsizlik, geleceksizlik ve pahalılığa karşı eylemler, yemekhane ve yurt sorunları, 6 Kasım YÖK protestoları, cinsiyetçi gerici eğitim uygulamalarına karşı kimi pratikler, Efrin işgali somutunda işgal karşıtı kimi eylemsellikler, dalga dalga yayılan Boğaziçi Direnişi, barınma sorunu etrafında gelişen hareket, üniversite öğrencisi Enes Kara’nın intiharı etrafında gelişen eylemler, sınırlı da olsa işçi direnişleriyle dayanışma pratikleri gibi konular devrimci demokrat gençlik hareketinin süreç boyunca kendisini sokakta gösterdiği pratikler oldu. Bu gençlik gündemleri dışında gerek seçim süreçleri, gerek bekçi-polis terörüne karşı militan sokak hareketleri, gerekse 1 Mayıs, 8 Mart, 21 Mart, 16 Mart gibi takvimsel gündemlerle de ilişkilenme içinde oldu.

Çöktürme planının daha ilk döneminde özellikle de Suruç ve Gar katliamlarının göğüslenmesinde devrimci demokratik gençlik hareketi önemli bir rol oynadı. Suruç şehitlerinin uğurlamalarına ve katliam protestolarına önemli bir gençlik kitlesi katıldı. Gençlik örgütleri özellikle de Suruç katliamı sonrası gerek SGDF ile dayanışmak bakımından gerekse de katliamın yıl dönümlerinde önemli bir birleşik mücadele pratiği açığa çıkardı. Denilebilir ki her 20 Temmuz faşist şeflik rejimi ile gençlik hareketinin bir irade çarpışmasına dönüştü. Devrimci-demokratik gençlik hareketi ve onun siyasal özneleri 20 Temmuz Suruç Katliamını bir gençlik katliamı olarak gördü ve fiili meşru çizgiden ilişkilenerek sahiplendi. Faşist çöktürme planının göğüslenmesinde her 20 Temmuz önemli bir moment oldu. Sadece gençlik hareketine değil genel kitle hareketine de moral aşıladı. “Devrimciler konuşacak” pratiği ve çıkışı bunun zirve noktalarından biriydi. Hareketin dönem içinde gelişkin yanlarından biri buydu. 10 Ekim Gar Katliamına karşı üniversitelerde ve kent merkezlerinde yapılan fiili meşru eylemler de hiç şüphesiz değerliydi. Gençlik hareketinin öne çıktığı ve kitle hareketine ön açtığı ikinci önemli pratik ise “Başkanlığa Karşı Gençlik Var” çıkışıydı. Önce birkaç gençlik örgütünün iradi ve kararlı tutumuyla başlayan, sonrasında kimi başkaca gençlik örgütlenmelerini de kendine katan bir çalışma olan Gençlik Var çalışması, basit ve bilinen biçimlerle de olsa sokağı örgütlemeye başlayınca Hayır hareketinin de ateşleyicisi oldu. Gençlik Var çıkışı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın birçok kentinde karşılık buldu. İçinde yer alan devrimci demokrat gençlik örgütlenmelerinin kitle çapını aşan bir potansiyel açığa çıkardı. Kayyum rektöre karşı gelişen Boğaziçi Direnişi ise söz konusu dönem bakımından öğrenci gençlik hareketinin en ileri pratiği oldu. Boğaziçi’nde başlayıp diğer üniversitelere yayılan, değişik toplumsal kesimlerin desteğini alan ve ‘yeni bir Gezi mi yaşanacak’ dedirten bir hareket açığa çıktı. Hareket üniversitelerden kent meydanlarına doğru yayılarak genişledi, kısmen de olsa liseli gençlik kitlelerinde de bir karşılık buldu. Üniversite ve Lise Dayanışmaları dönemin açığa çıkardığı örgütlenmeler oldu. Hareket aynı zamanda 2015’lerden itibaren parça parça geri çekilen kitle hareketinin durumunun da giderek değiştiğini, bir canlanma ve toparlanma içine girdiğinin de işaretini verdi. 2021 eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte baş gösteren barınma hareketi de önemli bir enerji açığa çıkardı. Gençlik kitleleri artan ev fiyatlarına, yeteri kadar yurt olmamasına karşı direniş başlattı. Hareket önemli bir etki sahası yarattı fakat değişik nedenlerden dolayı ilerleyemedi, giderek sönümlendi. ODTÜ kampüsünde bulunan kavaklık alana yapılmak istenilen KYK yurduna karşı gelişen ve geri adım attıran direniş de gençlik mücadelesine güç ve moral taşıdı. Keza 2022 başlarında geleceksizlik ve ümitsizlik içinde intihar eden üniversite öğrencisi Enes Kara için yapılan yaygın eylemler de birleşik mücadele deneyimi bakımından önemli bir örnek oldu. 2020 yılında kurulan Birleşik Gençlik Meclisleri (BGM) bu tasfiyeci saldırganlık dönemi içinde gençlik mücadelesine anti-faşist cepheden bir yol açma, öncü bir duruş ortaya koyma genel hedefiyle uyumlu bir pratik içinde olamadı. Bileşenlerinin BGM’yi kavrayışındaki farklılıklar onu etkisiz kılan en önemli faktör oldu.

Devrimci demokratik gençlik hareketi yukarıda saydığımız kimi örneklerde ileri pratikler açığa çıkarsa da Barış Akademisyenlerinin ihracından işgal ve savaş gündemlerine, üniversitelerin zapturapt altına alınmasından öz yönetim direnişleriyle ilişkilenmeye, geleceksizliğe karşı mücadeleden faşist ablukanın yarılmasına kadar çok değişik gündemlerde anlamlı bir pratik mücadele açığa çıkaramadı. Birçok üniversitede mevzi kaybetti. Sonraki yazılarda inceleyeceğimiz üzere önemli yetmezlikler ve darlıklar sergiledi. Bunda ağır siyasal koşulların önemli bir etkisi ve basıncı olsa da önemli bir kesiminde bu faşist saldırganlık sürecini göğüsleme konusunda görüş açısı netliğinin olmaması yol açtı. Kimi kuvvetler geri çekilmeyi, ölü taklidi yaparak dönemi geçirmeyi esas alırken kimi kuvvetler ise birleşik mücadele zemininde hareket etmek yerine dar grupçu çıkarlarını esas alarak hareket etmeyi tercih etti. Nitekim geride kalan dönem bunu fazlasıyla açığa çıkardı. Akademik demokratik talepli mücadeleyi hak alıcı fiili meşru tarzda örgütleme çizgisinden uzaklık, bu tip gündemleri faşizmi yıkma görüş açısıyla birleştirmemek de önemli bir yetmezlik olarak açığa çıktı. Değişik zamanlarda sistem içi ve parlamentarist, burjuva blokları çözüm adresi olarak görme gibi zayıflıklar da sergilendi. Bu pratikler, süreci ve sürecin gençlik hareketinden beklentisini anlamayan pratikler oldu. Bunlara dönem içinde özgün bir yer tutan pandemi sürecini de eklemeliyiz. Birçok gençlik örgütlenmesinin sokaktan çekilerek ve evlere kapanarak süreci geçirmeye çalışması bir kısmını neredeyse tasfiye noktasına getirdi, iç örgütlülüğünü dağıttı. Keza söz konusu dönemin tüm bu zayıflıklarında bedel ödeme çıtasının düşmesinin de önemli bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bu pratikler gençlik hareketinin dönemi en önde göğüsleme, gençlik kitlelerini faşist rejime karşı seferber etme, kitle hareketinin önünde yürüme gibi öncü görevlerini yerine getirememesine yol açtı. Oysa örneğin Barış Akademisyenlerinin ihracında birleşik bir zeminde hem özerk demokratik üniversite talebi hem de şovenizme karşı mücadele bayrağı yükseltilerek başka bir çizgi geliştirilebilirdi. Ya da barınma sorunu ekseninde gelişen hareket birleşik zeminde ilerletilseydi çok geniş bir gençlik kitlesini harekete geçirme zemini sunuyordu. Birincisinde esasen sosyal şovenizm ikincisinde ise dar grupçu düşünüş tarzı bunun önüne geçti.

Birkaç örgütün ısrarını bir yana bırakırsak gençlik örgütlenmelerinin büyük çoğunluğunun liseli gençlik içinde anlamlı bir çalışma yürütmemesinin de önemli bir zaaf ve yetmezlik olarak geliştiğini söylemeliyiz. Daha önceleri de var olan bu zayıflık, söz konusu süreçte derinleşmiştir. Liseli gençlik hareketinin dönem içinde (sırt dönme eylemleri, Boğaziçi Direnişi sürecinde oluşan lise dayanışmaları, okulların yıkılması ve proje okul kapsamındaki kimi gündemleri bir yana bırakırsak) zayıf olduğu doğrudur. Fakat bunda devrimci-demokratik gençlik örgütlenmelerinin gençliğin ciddi bir ağırlığını oluşturan liseli gençlik kitlelerini örgütleme görevine bu düzeyde yabancılaşmasının önemli bir ideolojik soruna tekabül ettiğini de kaydetmeliyiz. Burada gelecek görüş açısının değil de hareketten bakma görüş açısının siyasi çalışmaları yönettiğini söylemek mümkün. Darlığın ve sınırlılığın bir kısmını da burada aramamız gerekiyor.

Ayrı bir yazıda ele alınacak olmasına karşın analizimiz bağlamında burada da değinmemiz gereken önemli bir yetmezlik de hem birleşik zeminde hem de tek tek kuvvetler zemininde genç kadın örgütlenmesinin zayıflığıdır. Oysa tüm döneme damgasını vuran ve faşist saldırganlığı kimi yerlerde dizginleyen hareket kadın hareketiydi. Kadın hareketi ise esasen bir gençlik hareketi biçiminde kendisini gösterdi. Üniversite ve liselerde onlarca taciz, şiddet, kadın katliamları, kılık kıyafet sorunları, cinsiyetçi söylem ve pratikler yaşanırken kadın örgütlenmesinin zayıflığı ve birleşik bir zeminde ilerleyememesi dönemin önemli bir zaafıdır. Aynı zamanda erkek egemenliğinin devrimci demokratik gençlik hareketinde ne kadar etkili olduğunun da görüngüsüdür bu durum.

Keza Gezi direnişiyle birlikte oldukça görünür olan ve bir hareket olarak kendisini gençlik örgütlenmelerine de kabul ettiren LGBTİ+ hareketinin yaptığı kitlesel, militan onur yürüyüşleri de faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin önemli bir ayağı oldu. Fakat LGBTİ+’ların faşizme karşı mücadelede örgütlü bir kuvvet olarak konumlanamadığını, süreç içerisinde derneklere sıkışıp kaldığını da onun zayıf yanları olarak ifade etmemiz gerekiyor.

Son olarak da dönem boyunca, özellikle de devrimci gençlik kuvvetleri bakımından mücadelenin farklı araç ve biçimleriyle politika yapmadaki ciddi düzey kaybı dönemin ruhuna uygun olmamıştır. Erkek egemen faşist saldırganlığın gemi azıya aldığı bir dönemde kaçınılmaz olarak fiili meşru ve barışçıl olmayan mücadele biçimlerinin öne geçmesi, anti-faşist gençlik kitlelerini ateşleyici bir rol oynaması, gençlik kitlelerine umut ve irade aşılaması gerekirdi. Anti-faşist emekçi semtlerin merkezinde duracağı bu önemli görev konusunda da devrimci gençlik örgütlenmeleri neredeyse anlamlı hiçbir pratik geliştirememişlerdir. Bu da dönemin ağırlaşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Devrimci demokratik gençlik hareketinin 5-6 yılın aynasında yukarıda ana hatlarıyla sunmaya çalıştığımız tablosu elbette birçok bakımdan eksik ve yetersizdir. Fakat esasını sunar. Yeni dönemde gençlik hareketine bir yol açma, gençliğin yıkıcı öfkesini faşist şeflik rejimine karşı örgütleme ve harekete geçirme iddiası olan her gençlik örgütünün geride kalan bu dönemi iyi analiz etmesi, doğru sonuçlar çıkartması gerekiyor. Zira söz konusu dönem gençlik hareketi tarihi bakımından da Türkiye-Kürdistan tarihi bakımından da herhangi bir dönem değildir. Ve henüz bitmiş bir dönem de değildir. Dönemin nasıl biteceği ise tüm bu zayıflık ve yetmezliklere üreteceğimiz pratiklerde karşılık bulacaktır.