Ateş Çemberindeki Sağlık Emekçileri – Gül Gökboğa

Koronavirüs salgınının adının tarihe büyük harflerle yazılacağını, her geçen gün insanlardaki hastalığın biteceği umuduna karşı varolan kapitalist sistemin çaresizliği ve çözümsüzlüğünün sonucu olarak yaygınlığının büyüyerek artmasından biliyoruz. Fakat umudu bizlere yine yeniden aşılayan ve belki o umudumuzu hiç kaybetmememizi sağlayan sağlık çalışanlarının hali hazırda varolan sorunlarına ek olarak pandemide göstermiş oldukları o müthiş mücadeleleri ve direnişleri olmuştur.

Ben de eski bir hemşire olarak pandemi döneminde yaşananlara daha fazla kayıtsız kalamayıp sağlıkçıların insan sağlığı için harcadıkları emeğin, çabanın ve özverinin görünmeyişini ve takdir edilmeyişini anlatmak, bir nebze olsun onların sıkıntılarının görünürlüğünü artırmak istedim.

Birçoğu işçi ailelerden gelen hemşirelerin eğitim hayatlarında sağlık meslek lisesini tercih sebepleri, geçim derdi ile hayata erken atılmak zorunda olmalarındandır. Ama hayata erken atılmanın elbette bir bedeli olacaktır. Türkiye’deki eğitim sisteminden kaynaklı yoğun ders programlarının olduğu 4 yıllık bir sağlık meslek lisesi hayatı öğrencileri bekliyor olacaktır. Tüm liselerde ortak olarak verilen dersler, kendi meslek dersleri, uygulamalı dersler ve stajlar arasında mekik dokuyan geleceğin sağlıkçıları; üniversite okumak istediklerinde ise birçok zorlukla ve engelle karşılaşırlar. Öğrenciler “işçisin sen işçi kal” politikasıyla belli başlı 2 yıllık bölümlere mecbur bırakılırlar. Zorlu staj dönemleri bittikten sonra teorik ve uygulamalı sınavlar sonucunda mezun olan sağlık emekçileri, devlet hastanelerine yerleşemediği için özel hastanelerde işe başlamak zorunda kalırlar. Belki de zamanında işsiz kalacağım korkusuyla okuduğu bu meslekte işsiz kalmayı tercih edecek denli bir sömürü çarkı ile karşı karşıya kalırlar.

Sağlık hizmetinin rant alanına dönüştüğü kapitalist düzende elbette ki sermayedarlar bizatihi devletin de izin vermesi ile her yere özel sağlık liselerini açmaktan geri kalmadı ve sonuç olarak ihtiyaç fazlası sağlıkçılar gerçeği ortaya çıktı. Peki ne mi oldu? Çok basit! Daha düne kadar hemşire mezun eden okullar artık “hemşire yardımcısı” mezun edecektir. Birçok sağlık meslek lisesi öğrencisi, bu kanun çıktığında hemşire ünvanıyla değil de hemşire yardımcısı ünvanıyla – ya da ünvansızlaştırmasıyla- mezun olacağından haberi bile yoktu, son sınıfta öğrendi. Ucuz işgücü olarak kullanılan hemşire yardımcıları, hastanelerin büyük yükünü omuzlarken asgari ücretin çok altında çalıştırılıyorlar. En ufak bir hak talebinde ise kapıyı göstermek hiç de zor değil. Durum devlet hastanelerinde de çok farklı değil. Sadece daha iyi ve düzenli maaşın olması sağlık emekçilerini kamu hastanelerine yönlendiriyor.

Sağlık emekçilerinin halihazırda yaşadığı birçok sorun pandemi koşullarında derinleşerek arttı. Geçtiğimiz haftalarda “Yönetemiyorsunuz, Tükeniyoruz” sözüyle bu sorunları gündemleştirmek için birçok ilde sokağa çıkan Türk Tabipleri Birliği, tüm sağlık çalışanları adına sadece çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve harcadıkları emeğin maaşlarına yansımasını talep etti. Pandemide bizzat sağlık çalışanlarına yeterli koruyucu ekipman sağlanmadığı için “Kendimizi koruyamazsak halkı nasıl koruyacağız?” diye soran hekimler, iktidarın pandemiyle mücadeledeki yetersizliğini ve yeteneksizliğini bir kez daha göstermiş oldu. Haziran ayında ekonomik çarklar dönsün diye erken gidilen normalleşme süreciyle artan vakaların sorumluluğu, halkın üstüne yıkılıp mücadele alanı sadece hastanelere çekilmiş ve mücadele alanının çapı daraltılmıştır. İktidar; pandemik hastalarla sağlık çalışanlarını başbaşa bırakmış, sağlık çalışanlarını ateş çemberinin ortasına atmış, “Alın, ne haliniz varsa görün!” demiş ve sonuçta hastaneler kıyamet gününe dönmüştür.

Ülkenin gerçek sorunlarına gözünü kulağını kapatıp durumu en çok kim vatanını seviyor problemine indirgeyen faşist ittifakın MHP bloğu TTB’nin hak arayışına “milli” ve “yerli” değil diyerek “Tabipler birliği kapatılsın.“ diye saldırıda bulundu. Sınıfsal çelişkilerin en derin biçimde yaşandığı pandemi koşullarında iktidar ve yandaş kuruluşları faşizmin dozunu artırarak söz söyleme hakkımızı dahi elimizden almak istemektedir. Burada vatandaştan ziyade “insan”ı seven sağlık çalışanları, halk sağlığı adına önce kendi koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Tedavi olmanın dahi sınıfsal olduğu ve belli bir sınıfın çıkarlarının gözetildiği gerçeğinin en fazla hissedildiği bu günlerde sosyal medyada güçlü bir sahiplenişle ‘’Hayır, MHP kapatılsın.” denilmiştir. 

‘’Büyük, düzen ve nizam sağlayıcı devlet’’ bugün bir kez daha boşvermişliğini, umursamazlığını gözler önüne sermiştir. Hasta yakını teröründen kendi güvenliğini kendileri sağlamak zorunda kalan sağlık emekçileri olası silah saldırısına karşı ancak barikat kurarak kendilerini koruyabilmektedir. Pandemide ateş çemberi içine atılan sağlık emekçileri bir de yetmezmiş gibi hala hasta yakını terörü ile mücadele etmektedirler. Hala diyorum çünkü hasta yakını terörü ve belki hasta terörü, sağlıkçıların en büyük problemlerinden biriydi ve hala öyle olmaya devam ediyor.

Hastayı müşteri gibi gören hastane yönetimleri “müşteri her şeyden önce gelir” zihniyeti ile hali hazırda ücretsiz olması gereken sağlık hizmetlerinin hem hastalar için aşırı pahalı olurken hem de sağlık çalışanlarının hakları gasp edilip sağlık çalışanına yönelik şiddet meşrulaştırılmaktadır. Sağlık çalışanını hasta karşısında her türlü haksız konumuna düşüren bu politikalar sağlık çalışanına mobbing yaparken aynı zamanda da görev sırasında şiddete uğramasına zemin hazırlıyor.

Emeğin değerinin bilinmeyişinin belki de en nankörcesini yaşayan sağlıkçıların dramının sadece birkaç bin vuruş yazıya sığacak kadarını anlatmaya çalıştım.

Daha fazla duyarsız kalınıp sağlık çalışanlarının ihtiyaçları ve talepleri giderilmezse salgın koşulları daha da ağırlaşacak ve alanında kalifiye bir çok sağlık çalışanı ve doktorlar tek tek hayatlarından olacaktır. Onlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğu şu günlerde sağlık emekçilerinin hakları ve taleplerini dile getirmek ve bunlar için mücadele etmek sorumluluğumuzdur. 

Gücün ve güçlünün kazandığı değil emeğin ve emekçinin kazandığı bir dünyaya…