Pandemi: Derinleşen Kriz – Birkan Polat

Beyoğlu Kültür Sanat Emekçileri Dayanışma Ağı’nın “Pandemide Emekçiler” başlıklı resim ve fotoğraf sergisinden.

Pandeminin Ortaya Çıkış Süreci 

COVID-19 pandemisi; 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti olan Wuhan’da ortaya çıkan virüs salgını. Çeşitli hastalarda belirli bir neden olmaksızın gelişen ve tedavi ile aşılara cevap vermeyen bir zatürre görülmesi üzerine SARS-COV-2 olarak adlandırılan yeni bir koronavirüs teşhis edildi. Kişiden kişiye bulaşabilen virüsün bulaşma hızı, 2020 Ocak ortasında artış gösterdi. İlerleyen zamanlarda Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya-Pasifik’te yer alan çeşitli ülkelerde yeni tip koronavirüs vakaları rapor edilmeye başlandı. 11 Mart günü WHO genel direktörü Dr.Ghebreyesus’un yaptığı açıklamayla birlikte COVID-19, pandemi yani “küresel salgın” ilan edildi. WHO’nun tanımına göre pandemi olması için bir hastalığın, yeni bir virüsten kaynaklanması ve insandan insana kolay bulaşması ve küresel olarak yayılması gerekiyor. Ocak ayından Mart ayının ilk haftasına kadar dünyanın dört bir yanında koronavirüs vakaları ve vaka görülen ülkeler tek tek artarken Türkiye’de tek bir vaka dahi rapor edilmedi. Ne tesadüftür ki, pandeminin ilan edildiği gün yani 11 Mart 2020 Çarşamba 00:53 sularında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’de görülen ilk COVID-19 vakasını duyurdu. İlk vakanın Avrupa kaynaklı temaslı olduğunu bildirirken, yaşı, hangi ilde ve hastanede karantina altına alındığını ya da seyahat öyküsünün hangi Avrupa ülkesine ait olduğunu “sözde” hasta mahremiyeti gerekçesiyle açıklamadı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020’de açıklandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 1 Nisan 2020’de yaptığı açıklamada koronavirüs vakalarının tüm Türkiye’ye yayıldığını açıkladı. İktidar, mevcut krizden dolayı 2020’nin yaz ayı sürecinde turizmle ülkeye gelecek dövizin hesabını yaparak salgınla mücadeleyi öteledi. Bu da koronavirüsün Temmuz, Haziran ve Ağustos aylarında yayılmasını sebep oldu. İçte ve dışta ekonomik-siyasal krizin içerisinde olan iktidar için tam kapanma bu krizin derinleşmesi demekti.

Pandemi Krizi ve Çözüm Olmayan Kısmî Yasaklar

Hastalığın Çin’den sonra Güney Kore, ABD ve İran gibi ülkelerde görülmesinin ardından iktidar, bir dizi önlem alarak hastalığın ülkeye girişini erteleme yönünde bir politika izledi. 1 Nisan’a gelindiğinde 70’e yakın ülkeye uçuş yasağı konulmuş, eğitim-öğretime ara verilirken tüm spor müsabakaları ve ligler ertelenmiş, Umre ziyaretinden dönenler dahil yurtdışından gelen binlerce vatandaş öğrenci yurtlarında karantinaya alınmıştı. Yine bu dönemde özellikle Umre’den daha önce dönen vatandaşların karantinaya alınmayışı tepki çekmişti. Nisan ayının başına dek 15 binin üzerinde vaka kaydedildi, 277 kişi de COVID-19 sebebiyle hayatını kaybetti; bu süreçte önce eğlence yerleri kapatıldı; 65 yaş üstüne ve 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi. Ardından berberler kapatıldı, gıda marketlerinin çalışma saatleri kısıtlandı ve de halihazırda kısıtlanmış olan yurt içi hava yolu ulaşımı izne tabi tutuldu. Bunun yanında birkaç günlük sokağa çıkma yasakları, haftasonu ve bayram dönemlerinde alınan uzun sokağa çıkma yasakları ve kısa süreli kapanma önlemleri uygulandı. 10 Nisan’da İçişleri Bakanlığı, 30 büyükşehirde 48 saatlik sokağa çıkma yasağı ilan etti. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da o güne kadarki en kapsamlı sokağa çıkma yasağı olan bu uygulama, yasaktan tam iki saat önce İçişleri Bakanlığı tarafından duyurulmuştu. Öyle ki insanlar bakkal, market ve fırınlara akın etti; hınca hınç dolu marketlerde insanlar kasaların ve dükkanların önünde kuyruk oldu. Halk tarafından tepki çeken bu görüntüler sebebiyle İçişleri Bakanı göstermelik bir şekilde “sorumluluğu kabul ederek” istifa etti; ancak istifası Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi. Türkiye’de meslek örgütleri ve uzmanların sık sık talep ettiği en az iki haftalık, üretim süreci dahil hayatı büyük ölçüde kısıtlayacak bir tam kapanma hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Gerçekleşmedi; çünkü iktidar halk sağlığı ve halkın çıkarları doğrultusunda bir politika izlemedi. Aksine yaşadığı ekonomik kriz ile beraber iktidarını koruma ve sermayedarların çıkarları doğrultusunda hareket etti. AKP iktidarı medya aracılığı ile sürekli evde kalma çağrısı yaparken işçiler ve emekçiler ise üretimin devam etmesi için salgın riski ile burun buruna çalıştırıldı. İktidar; salgının yayılma hızının düşürülmesi için üretimin dışında kalanların evde kalmasını istiyor, her türlü riske rağmen üretimin devam etmesini ise işçi ve emekçilerin ölmesinden daha önemli görüyor. Fabrikalarda, tersanelerde, iş yerlerinde alınan tek önlem ise vücut sıcaklığını ölçmek olmuştu. İşçiler ve emekçiler bu süreç içerisinde işe gidip gelmeye zorlandılar ve salgınla yüz yüze kalarak ölüme terk edildiler. Hayatları düşünülmediği gibi bir de pandemi sürecinde hakları gasp edilip işçi aleyhine kararlar çıkartıldı. Kod-29 da bu hak gaspları sürecinin bir parçasıdır; bu yüzden birçok işçi bu süreçte işsiz kaldı, yine aynı süreçte birçok işçi de ücretsiz izne çıkarılma ve esnek çalışma gibi uygulamalarla karşı karşıya kaldı. İktidar, işçiden yana değil, patrondan yana taraf aldı. Pandemi gerekçe gösterilerek grevler de yasaklandı, koronavirüs döneminde her zamankinden daha zor koşullarda çalışan işçiler sermayenin çıkarları doğrultusunda bu süreçte açlık ve yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakıldı.

Pandemi süresince 13 milyon öğrenci eğitime erişim sorunu yaşadı. Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden sağlanmaya çalışılan uzaktan eğitim, emekçilerin yoksul evlerinin kapısından içeri giremedi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da birçok evde ya internet yoktu ya da öğrencilerin EBA sistemine girecek bir bilgisayar ya da  yeterli teknik bir ekipmanı yoktu. EBA’nın yetersizligi yüzünden sürekli sistem çökmeleri yaşandı. İşin içinden çıkamayan iktidar, bu kez eğitimi yüz yüze yapma kararı aldı ve bu kararla beraber sınavlar yüz yüze yapılmaya başlandı. Yapılan sınavlarda öğrencilerin ve gözetmenlerin testleri pozitif çıktı. Sisteme hiç giremeyen öğrencilerin eğitimden alacağı verim ne olacak veya bu eğitim(sizlik)le alacakları karne nasıl olacak, tüm bunların sorumlusu pandemi mi yoksa iktidarın politikaları mı?

Kadınların ise bu süreçte hem sınıfsal hem cinsel olarak sömürülme durumları katbekat artmıştır. Kadınların iş yerlerinde emeği sömürülürken, evde ise ev içi emeğinin sömürüsü ve cinsel sömürü artarak devam etti. Son yapılan araştırmalara göre pandemiyle birlikte kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetler artmıştır.

Pandemi sürecinde uygulanan politikalar emekçiler ve ezilenler bakımından ya işsizlik, işten çıkarılma ya da koronavirüsle yüz yüze kalmaktı. Yüzlerce kafe-bar çalışanı bu süreçte işten çıkarıldı veya kısa çalışma ödeneğiyle sefalete maruz bırakıldı. Eğitim politikaları yüzünden en az 26 öğretmen hayatını kaybetti. ‘’Kontrolsüz normalleşme’’de somutlanan ‘’Ben yaptım oldu’’ anlayışı yüzünden 401 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. AKP, salgını durdurmanın sorumluluğunu da sistemi ayakta tutmanın yükünü de işçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin sırtına yüklemiş durumda; eğer işçileri, emekçileri evde güvenli bir şekilde tutmak ve gerçekten salgının yayılma hızı düşürülmek isteniyorsa, buna uygun tedbirler almak zorunludur.

 

1 Mayıs’a Giderken Sosyalizm Alternatifini Yükseltelim

Pandemi süreci; kapitalist sistemin çürümüşlüğünü, bireyciliğini ve 21. yüzyılda en gelişmiş ülkelerin dahi koronavirüs karşısındaki acizliğini gösterirken, aynı zamanda kapitalizmin yaşadığı varoluşsal krizi de derinleştiren bir rol oynamaktadır. Emek-sermaye çelişkisi ile devlet-halk çelişkisini daha da belirginleşmiştir. Sermayenin yasaları, işçilerin hastalık ve ölüme açık şekilde çalıştırılmaları pahasına işliyor. Bugün halk sağlığının sağlanmasının ve dünyada kriz haline gelen pandeminin çözümü olan ilaçların para ile satılması bunun kanıtıdır. Güncel dünya zenginleri listesine bugün aşı şirketlerinin sahipleri ya da aşıyı bulanların girmesi tesadüf değil kapitalizmin özüdür. Kapitalizmin krizini derinleştiren bir unsur olarak koronavirüs salgının yarattığı derinleşen yönetememe krizi faşist şef tarafından daha çok yasak, zor ve baskı ile kapatılmaya çalışılıyor.

Sokağa çıkma yasakları ve il dışına çıkma yasakları başta olmak üzere tüm yasaklarla salgın; yayılmasını önleme amacından ziyade, derinleşen çelişkilerin basıncını önlemek ve yönetememe krizi içinde kitleleri hareketsiz hale getirmenin aracı olarak kullanılıyor. Kendi kongrelerini yapacağı zaman pandemi yasaklarını kaldırıyor ve kongreleri gerçekleştiriyor. Kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve koalisyon ortaklığı için bir gecede istanbul Sözleşmesi’nden çıkabiliyor. Ölüm ve vaka sayılarını kendi istediği doğrultuda gizlemekten çekinmiyor. Ramazan ayı için özel yasak getirilmesi ve pandemi gerekçesiyle 1 Mayıs’ın yasaklanması gösteriyor ki iktidar krizi yönetemedikçe yasakçı ve baskıcı politikaları belirginleştiriyor. Başta sınıf çelişkileri olmak üzere tüm çelişkilerin derinliğini daha görünür hale gelirken, kapitalizmin sorgulanmasının/sorgulatılmasının önemi büyüktür. Bir yandan insanların evde kalmaları için çağrı yapılırken diğer yandan işçiler ve emekçiler her gün salgınla baş başa bırakılıp ölüme terk ediliyor. Devlet tarafından hiçbir güvence verilmeden ‘’evde kalın’’ çağrısı yapmak işçilerin ve emekçilerin açlığa mahkum edilme çağrısı olmaktan öteye gidemiyor .Faşist şefin aynı kampanya ekseninde IBAN numarası paylaşarak para istemesi ve maske dağıtımı yapamaması ise rejimin yaşadığı krizin göstergesiydi. Kapitalist sistemde ülkelerin hükümetlerinin vatandaşlarını kolayca yolda bıraktığı  bu kriz döneminde Küba’da salgın nedenli ölümler sıfıra inmiş durumda. Demokratik halkçı sistemin öncelikle insana ve doğaya önem vermesi, politikalarını sermayenin bekâsı değil halkın sağlığı için hayata geçirmesi, Küba’nın gücü ve başarısının anahtarı oluyor. Sosyalist ve emekçi sol harekete dün olduğu gibi bugün de önemli görevler düşüyor. Pandeminin ilk zamanlarındaki gibi reflekssiz kalmamalıdır. Dönem bakımından örgütsel ve ideolojik olarak kendini yenileyip bir politika izlemelidir. Pandemiyle birlikte derinleşen iktisadi ve siyasi kriz bitmiş değil günden güne daha da derinleşmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin öncelikli sorun ve taleplerini, halk sağlığı ve sağlık güvenliğinin güncel ihtiyaçlarını somutlayan devrimci politikayı meydanlarda, sokaklarda, emekçi semtlerde ve fabrika önlerinde duyurmalıdır. Güncel politik hattın bir diğer önemli boyutu da faşist şeflik rejiminin pandemi koşullarına uyarladığı işçi sınıfı ve halk düşmanı ekonomik ve siyasi politikalarının teşhiri olmaldır. Aşıların patentler yüzünden para ile satılmasının politik teşhiri yapılmalıdır. 1 Mayıs’a giderken devrimci öncülerin, devletin pandemideki baskıcı politikalarının ve yasaklamalarının, sınıfsal çelişkilerin bu kadar derinleştiği süreçte kapitalist sistemin teşhirinin ve alternatif olarak sosyalist sistemin propagandasını mutlaka yapması gerekmektedir.