Her Sınıf Kendi Mustafasına Yanar – Memed Günebakan

Devrimci görev ve sorumluluklarımız arasında önemli olan biri de yolumuza ışık tutmuş ve mücadeleyi ileriye taşımış isimleri anmaktır. Fakat bu görevi yerine getirirken mekanikleşmiş bir ezber veyahut gelenek haline gelmiş bir alışkanlık olarak değil, bu isimleri anlamak ve tarihsel süreçteki rollerini, ideallerini hatırlatmak amacı güdülmelidir. Anmak sahiplenmektir, anmak anlamaya çalışmaktır. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin tohumlarını bu topraklara eken Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilişinin 102. yıl dönümü. Bilindiği üzere her katliam kendi döneminin siyasal ve toplumsal çelişkilerinin bir ürünüdür. 15’lerin katlini anlamak için Mustafa Kemal önderliğinde kurulan Türk burjuva devletinin kodlarını anlamak gereklidir.

Osmanlı devletinin soykırımcı geleneğinin mirası üzerine inşa edilen ve Türk-İslam esasına göre örgütlenmiş olan Türk burjuva devletinin kuruluş felsefesi farklı etnik ve dini kökenlerin inkar ve asimilasyonuna dayanır. Kuruluşu itibariyle soykırımcı bir politika izleyen burjuva devleti kendi varlığını halklara “Kurtuluş Savaşı” şiarıyla kabul ettirmeye çalışsa da gerek Anadolu coğrafyasında gerek Kürdistan ve Ermenistan coğrafyasında bulunan halklara karşı amansız bir iç savaş sürmüştür. Esasında ezilen halkların değil, kendi sınıfının çıkarına kendi felsefesiyle hareket etmiştir. Mustafa Kemal önderliğinde kurulan burjuva cumhuriyetin kuruluş kodları kapitalist sermaye ve büyük toprak sahibi sınıfın egemenliğine dayalı, Türkçü, milliyetçi hatta ırkçı egemen inanç olarak Sünni inanışına dayalıdır. Dolayısıyla inşa edilen devlet burjuva devlettir. Kürt, Ermeni, Rum uluslarının ve ulusal topluluklarının inkarına dayalı, Alevi, Ezidi ve Hristiyan inançlarına karşıdır. Hatta aynı şekilde din ve vicdan hürriyetinden yoksun, İslam inancını devlet tekeline alan, seküler değil burjuva laikliği öne çıkaran dolayısıyla dini devletin ve egemen sınıfın çıkarları için kullanan bir niteliğe sahiptir. Üstün olan halk değil, devlettir, burjuva sınıftır. Bu tespitler “böyle olduğuna inanmak” gibi idealist bir tarih anlayışının aksine burjuva cumhuriyetin tarihine bakıldığında rahatlıkla görülebilecek gerçeklerdir.

Burjuva cumhuriyetinin kuruluş kodları Mustafa Kemal önderliğinde inşa edilirken ezilen halkların, emekçilerin ekmek ve özgürlük mücadelesi de Mustafa Suphi ve yoldaşları önderliğinde inşa ediliyordu. Mustafa Kemal, dönem içinde Türk ticaret burjuvazisinin ve büyük toprak sahiplerinin siyasal temsilcisidir. Kendisi de 15 yıllık devlet başkanlığı sürecinde Türkiye’nin en zenginleri arasındadır. Döneminin en büyük toprak sahibidir (300 bin dönüm kadar) Mustafa Kemal. Ayrıca çok sayıda fabrikanın ya sahibi ya da büyük hissedarıdır. Dolayısıyla Mustafa Kemal yalnızca sermaye sınıfının mensubu değil, aynı zamanda anti-komünisttir. Mustafa Kemal profilinin aksine Mustafa Suphi ise Anadolu’nun işçi ve yoksul köylülerinin temsilcisidir ve aynı zamanda komünisttir. 1915’ten sonra yaşamını işçi sınıfı davasına adamıştır. 1. Paylaşım Savaşı ve ardından Anadolu ve Kürdistan’ın emperyalist ya da onların işbirlikçisi olan güçlerce işgal edilmesi, Mustafa Kemal’den önce Anadolu ve Kürdistan halklarının Adana, Antep, Maraş ve İzmir gibi kentlerde işgale karşı direniş başlatması, emperyalizm olgusu kadar 1917’de yapılan Ekim Devrimi, Mustafa Suphi ve Mustafa Kemal’i objektif olarak ulusal mücadele saflarında yan yana getirme zemini yaratmıştır. Mustafa Kemal, parça parça olan direnişleri burjuvazinin liderliğinde birleştirmek için harekete geçerken, Mustafa Suphi ise anti-emperyalist, halkçı, demokratik devrimle ulusal kurtuluşu gerçekleştirmek için harekete geçmiştir. Bu temelde henüz zayıf da olsa burjuvaziyle ulusal kurtuluş mücadelesinde ittifak yapmayı strateji olarak benimsemiştir. Ki aynı şekilde komünist hareket de henüz çok cılızdır. Mustafa Kemal’in ulusal mücadele sürecinde Sovyetlerden destek alması, Lenin liderliğindeki Sovyetlerin ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin gereği olduğu kadar, dönemin emperyalizmle mücadele ve Sovyet Devriminin çevrelenmesini engellemeye dönük Bolşeviklerin hayata geçirdiği taktik nedeniyledir. Sovyetler ve Mustafa Kemal arasındaki bu zorunlu ya da nesnel ilişki Bakü’de kurulan ve Anadolu’ya geçerek ulusal mücadeleye katılmak isteyen Mustafa Suphi liderliğindeki komünistlere zemin sunmuştur. Ancak Mustafa Kemal daha baştan anti-komünisttir. Mücadelenin liderliğini hiçbir biçimde başka bir sınıfa kaptırmak niyetinde değildir. Bu nedenle Çerkes Ethem ve Yeşil Ordu Cemiyeti gibi daha halkçı figür ve örgütlenmeleri hedef aldı. 1920’de yasal olarak kurulan ve Anadolu’daki mücadelede komünist faaliyet yürütmek isteyen Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı iki kez kapattı, kongrelerini yasakladı, meclisteki vekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak yargılattı. Mustafa Kemal döneminde TKP’ye ve önderliğine komplo kuruldu. Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Karadeniz’de katledildi ardından da TKP yasaklandı.

Mustafa Kemal’in 1923-38 arasındaki 15 yıllık döneminde TKP çok defa saldırı ve tutuklamalara maruz bırakıldı, kadro ve üyelerine (Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet en bilinenleridir) ağır hapislik ve sürgün cezaları verildi. Aynı dönemde işçi sınıfının sendikalarda örgütlenmesi engellendi, sendikalar yasaklandı, işçi direnişleri kanla bastırıldı. İstanbul Karaköy kayıkçılar grevi polis saldırısı sonucu katliamla bitirildi, 10 işçi polis tarafından katledildi. Herhangi bir sendikal faaliyete, grev ve direnişe uzun yıllar izin verilmedi. İş yasaları patronlara göre düzenlendi, işçiler uzun çalışma sürelerine, düşük ücretlere ve sefalet koşullarına mahkum edildi. Aynı yıllar yoksul köylülerin perişan bir hayat sürdüğü, tarımda makineleşmenin değil, binlerce yıl öncesinden kalan kara saban gibi ilkel tarım aletleriyle üretimin yapıldığı, Anadolu’da açlığın hüküm sürdüğü yıllar oldu. “Köylü, milletin efendisidir” sözü ise bu emekçi düşmanlığının perdesi oldu. Özellikle TKP’nin yönetici kadrolarının yargılandığı davalara Mustafa Kemal doğrudan müdahil oldu, yargıya talimat verdi. 1929’de o yıllarda Eskişehir’de bulunan Yargıtay’a verdiği talimat ünlüdür. Yargıtay üyelerini TKP davasının temyizinin görüşüleceği hafta Eskişehir Gar’ında toplayan M. Kemal, heyete anti-komünist bir nutuk çekmiş ve davada verilen cezaların kesin olarak onaylanmasını komünizmle mücadelenin gereği olarak telkin etmiştir. Hikmet Kıvılcımlı, İsmail Bilen gibi TKP’liler bu davalarda ağır cezalar almıştır. M. Kemal’in konuşmasından alıntılayacak olursak:

“Hâkim efendiler! Siz, kanun adamlarısınız. Ellerinize milletin, vatanın her türlü hak ve menfaatlerini vikaye eden kanunlar tevdi edilmiştir. İşaret ettiğim noktaları işitiniz. Türk milletinin büyük haklarını müdafaa ederken, bu noktalar hatırda tutulmalıdır. Bu memleketteki komünistler sadece bizim tevkif ve hapsettiklerimizden ibaret değildir. Bu işlerle bizzat yakından alâkadar olacağım. Şurası unutulmamalıdır ki, Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.”

Bütün bu tahlillerin ışığında net olan bir durum vardır; Mustafa Kemal ve Mustafa Suphi arasında bir bağ kurmak, bu iki tarihsel figürü aynı kefeye koyarak değerlendirmek ve sahiplenmek yalnızca tarih çarpıtıcılığı değil, düpedüz burjuva sınıf ve onun tarihinin yardakçılığını yapmaktır. Asla müsamaha gösterilemez, hafifsenemez bir durumdur. Bu ideolojik bir sorundur ve her zeminde ideolojik mücadeleyi gerektirir. Türkiye emekçi solunun çok büyük bir kısmı ne yazık ki bu ideolojik anlayışla sakatlanmış; şovenizm, sosyal şovenizm biçiminde böylece emekçi solun önemli bir kısmına egemen olmuştur. Oysa komünist hareketin Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesiyle yaşadığı çizgi kırılmasını gidermek ancak Kemalizmden kopuş ve hesaplaşma ile mümkündü. 1971 devrimci atılımının önderleri ve onlar arasında en ileri düzeyi oluşturan İbrahim Kaypakkaya, Kemalizmden kopuş ve hesaplaşma çizgisini kimi noktalarda keskinleştirmişse de bu çizgi günümüzde emekçi solun çoğu bölüğünde zaaf olmaya devam ediyor. Cumhuriyet ve kemalizm kuyrukçuluğu yapan Türkiye emekçi solu, tarihi katliamlarla dolu olan Kemalizmi sol sosuna bandırıp kitlelere sunmaya devam ediyor. Türk burjuva devletine karşı savaş veren Mustafa Suphi’yi ananlar, onu kendilerine öncü olarak belirleyenler devletin ezilen halklara yönelik faşist saldırılarını kınamak veya barışa, uzlaşmaya davet etmenin ötesine geçemiyor. Kendini Mustafa Suphi geleneğinin devamcısı sayanlar bilmelidir ki bir geleneğin devamcısı olmak yalnızca parti isim benzerliği kurmakla değil aynı idealler uğruna çarpışmakla mümkündür. “Kemalizm faşizmdir” gibi net bir çizgide olan İbrahim Kaypakkaya’yı ölüm yıl dönümü olan 18 Mayıs’ta anıp onun doğrudan katili olan Türk burjuva devletinin kuruluş sürecindeki önemli dönüm noktası olan 19 Mayısı kutlamak program ve ilkelerini tamamlamamış omurgasız bir siyasetin ürünüdür. Burjuva cumhuriyetin ırkçı, faşist ve anti-komünist karakterini entelektüel gevezelikle veyahut hakikati dile getirme cesaretsizliğinden dolayı çarpıtanlar burjuva cumhuriyetin katliamlar-soykırımlar tarihine göz atmalıdır. Karadeniz’den Roboski’ye, Madımak’tan 19 Aralık Hapishane Katliamlarına kadar tarihi katliamlar ile dolu olan Türk burjuva devletini savunmak apaçık halk düşmanlığıdır. Mustafa Suphi’nin sadece sosyalist kimliğini kendisine kalkan edinenler faşist işgalci devlete karşı bu kimliğe sığınarak korunaklı alanlarda “solculuk” yapmaktan öteye gidememektedir. Kürt ulusal özgürlük hareketine sırt çevirenler söz konusu kemalist burjuvazinin işgale karşı tutumu olunca burjuva ulusalcılığını halkçı gösterme gayretine kapılmaktan kendini alamıyor. Oysa Mustafa Suphi’yi anmak onun yaptığı gibi işgalci, inkarcı, sömürgeci, faşist devlete karşı savaşmaktır. Emekçi sol bu savaşı vermediği gibi bu savaş cesaretini ve iradesini gösteren komünist savaşçıları da görmezlikten gelmeye devam ediyor. Yakın dönemde Ağrı kırsalında faşist devlet ile çarpışarak ölümsüzleşen Ulaş Alankuş’u, Rojava’da işgalci faşist güçlere karşı destanlar yazan Saryaları, Baranları, Paramazları; faşizm ile hesaplaştığı için tecrit edilen binlerce devrimci yurtsever tutsağı sahiplenmeden, işgalci Türk devletinin gerillaya karşı kullandığı kimyasala, IŞİD çetelerinin yenilgisinin öcünü almak için Kobanê’ye saldırmasına devrimci bir cesaretle karşı durmadan Mustafa Suphi’yi anmak popülist bir alışkanlıktan, omurgasız bir siyasetten ötesi değildir.

Anmak sahiplenmektir demiştik. Andığımız silüetler toplam bir ideolojiyi, bir fikri sembol eder. Mustafa Suphi; ezilen bir sınıfın, inkar edilen, soykırımlarla yok edilen sürgün edilen, işgal edilen halkların özgürlüğü uğruna çarpışan bir komünisttir. Mustafa Kemal ise Türk ticaret burjuvazisinin temsilcisi, sermaye sınıfının mensubu bir anti-komünisttir. Görüldüğü üzere iki Mustafa da apaçık ortada, o halde denebilir ki her sınıf kendi Mustafasına yanar.

102 yıl önce burjuvazi tarafından katledilen Onbeşler’i ve Maria Suphi’yi anıyoruz, sahipleniyoruz.