Her Parçalamak İstediğiniz Yürekten Tekrar Yeşereceğiz – Mert Karatağ

Bundan tam 41 yıl önce, 1977′ nin 16 Mart’ın da İstanbul Üniversitesi Beyazıt Ana Kapı’dan polis gözetiminde toplu çıkış yapan 7 devrimci ve yurtsever üniversite öğrencisi faşist kontrgerilla çeteleri tarafından şehit düşmüş ve 41 öğrencide yaralanmıştır. 

Tarih 16 Mart’ın 1988 yılında ise Irak’ın kuzey bölümü olan Kürdistan coğrafyasında Diktatör Saddam Hüseyin’in kimyasal bombalar atarak beş bin kürdün yaşamını yitirmesine ve 7 bin kürdün de yaralanması sebep açan Halepçe Soykırımı gerçekleşmiştir.

1978 Beyazıt

Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt, Turan Ören

” Dağ gibi yiğidim zeybeğim yoldaşımsınoğlum kızım yüreği sinesine sığmayanımsınbuzlu çekmecelerde kız buzlu çekmecelerde erkekve buzları eriten sessiz ezginasıl bir şeysin kikucağında ninnilenir dağlarımızın geleceğigöğe çevir gözünü namlu göğe çevirkorkunçsun bomba sussus düştüğün yerde ne olur sus bomba susbasma gürültünle taze soluğuma yolum uzun susgöğe çevir gözünü namlu göğe çevireli kulağında bitecek cehennem dolanıyunup arınacak kara basanındansoluklanacak dersliklerbitecek halkımın özlemisüt toprak torna üretenin olacakbitecek yurdumun özlemisesini bulacak her karışısesini bulacak beyazıtgüvenin sevginin sesinihepsini görür nasılsanasılsa hepsini yaşarhavada kalmazmutlak bulacak avazım kendine bir yer “

12 Mart muhtırasından önce Türkiye devrimcileri ve yurtseverleri halklara gerçekleri anlatmaktan yana “yaşama dair herşeylerini” ortaya koyacaklarını göstermiştir. Denizlerin, Mahirlerin ve İboların sürüp sürmekte olan mücadelelerini devralan üniversite gençliği aynı cüretle hesap sormaya devam etmiştir. Özgürce hayal kurabildiğimiz ve düşünebildiğimiz yeni bir dünya yaratmak için üniversite sıralarından kentlerin sokaklarına ve taşlık beldelere kadar gençlik halklara nüfuz etmiştir. Devrimci ve yurtsever gençlik 1971 atılımından bu yana hiç duraksamadan an ve an yaşamla bütünleşmiş faşist saldırılara göğüs germiş ve püskürtmüştür. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kontrgerilla beslediği zamanlarda toplumsal muhalefeti de güçlendirmiştir. Hem sendikal faaliyetlerin güçlenmesinin de temel unsurlarını da karşılıklı işçi-emekçi öğrenci dayanışması olmuştur. Aynı toprağın; hasat kırmasıyla bereketini dört bir yana taşıyan gençlik, işçilerle emekçilerle dayanışmayı yükseltmiş ve bunu halklarından aldıkları kuvvetle gerçekleştirmiştir. Faşist devletin de, üniversite gençliğinin böylesine halklarla bütünleşmesinin önüne setler ve engeller çıkarmasının ana sebebi halkların özgürleşmesi karşısında sömürüldüklerin anlayan milyonların karşı çıkışlarından korkmasıdır. 

Çünkü devrimciler şunu söyler: Özgürlük insana bir kez nüksetti mi bir daha o özgürlüğü bırakmak olanaksızdır ve o özgürlüğü bütün bir toplumun ulaşması için elinden geleni yapmak gerekir ancak böylelikle özgürlükler yaşanabilir. 
1969’da faşist odakların özgürlüklere ket vurmak amacıyla Ülkü Ocakları’nı kurulmasına izin verilmiş. Kontrgerilla yapılandırmaların oluşturulması için ABD’nin ve NATO’nun kendisine ayrılan özel fonları faşist Türkeş’e finanse etmiş ve sivil faşist eğitim kampları açtırmıştır. Gazete küpürlerine reklam ilanları yaparak “Vatan, millet” kavramlarıyla komando eğitim kamplarına faşist odaklar aklını çelebildiği üniversite öğrencilerini burjuvaziye hizmet edecek birer insan haline çevirmiştir.  Halkların açısından sonra bu ‘hizmetkarlar’ kontrgerilla saldırılarla o zamanlar Maraş’ı Taksim’i ve Beyazıt’ı yapanlar şimdilerde de Suruç’u Ankara’yı Sur’u ve Cizre’yi gerçekleştirenlerdir. Üzerinden 40 seneyi aşmış bir süre olmasına rağmen faşist devlet her daim “vatan, millet” diyerek devletin bekası aslında kendi bekaları olduğu için bu yollara başvurmuşlardır. 

1971 Muhtarısından sonra öğrenci gençliği bekleyen tablo gene bir beka sorunuydu çünkü faşist devlet yapısı, kendi iç karışıklıklarını ve krizlerine her zaman kurban arar. 1974’den 1980’e sürmekte olan kontrgerillanın organize ettiği 1 Mayıs 1977’de ki otuz küsur işçiyle devrimcinin öldürülmesinin ardından 1977 Aralık ayında AP’ den 11 milletvekili istifa etti. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti düştü ama Ecevit Hükümeti’nin bakanlıklar hediye ettiği bu 11 milletvekilinin döneminde, 16 Mart 1978’de 7 devrimci ve yurtsever öğrencinin öldürülmesi tesadüf değildir. 16 Mart’a giden süreç devrimci ve yurtsever gençlerin birkaç toplantı yaptıktan sonra 1 Mart 1978 günü Hukuk Fakültesine gitme kararı almasıyla başlamıştır.

Devrimci ve yurtseverleri, halklarıyla buluşmasını engellemek için katliamlar siyasetinin kapısını sonuna kadar açan faşist devlet failleri cezasız bıraktığı o yıllarda, katliamı gerçekleştiren kişilerden birisinin annesine açıklama yapmasıyla burjuva adalete teslim olmuştur. Ama kontrgerilla yapıların bilirkişileri (Abdullah Çatlı gibi isimler) ve olanak sağlayıcıları hiçbir zaman sanık sandalyesine oturmadığı gibi burjuva adaletle bile karşı karşıya gelmemiştir. Bu sebepledir ki devrimciler ve yurtseverler halklarından aldıkları meşrulukla adalet arayışlarını sokaklarda sürdürecektir. Ne yazıktır ki, 1978’den 1980’e kadar Türkiye ve Kürdistan halkları faşist iktidarların baskılarını ve insafsız uygulamalarını yaşamak zorunda kaldılar. 

” Faşizm, ne kadar çok umutsuzluk ekerse eksin, halklar nerede insafsız uygulamalar ve baskı varsa orada direniş mevzilerini örgütleyecektir ! ” 

Katiller ve aklayıcıları devrimcilerle yurtseverlere karşı halklarının arasına bir duvar örmeye çalışır. Devrimci ve yurtsever hareket her zaman halkların içerisinden çıkmıştır ve hiçbir zaman ondan kopmayacağı bir gerçektir.

1988 Halepçe
Ey dünya gülüşlerimi tutsak etmeyin. Vahşi bir katliamla güne başlıyor ölüm, ey tarih kaderimiz değildir bu zulüm. Çocuklar kadınlar tüm insanlar kurumuş dallar gibi 
nefeslerini kesiyor siyanür ve hardal yakıyor napalm kül ediyor acımasız yaşamı tanımamış güzel bedenleri çocuklar Kadınlar Tüm insanlar kurumuş dallar gibi yanıyorlar.

1988 yılı Başur’da “Kimyasal Ali” lakaplı Saddam Hüseyin’in kuzeninin  kürt halkına kimyasal bombalar atmasıyla 5 bin insan şehit düştü ve 7 bin insan yaralandı. İran ve Irak arasında yaklaşık 8 yıl süren savaşın son aylarına doğru gelindiğinde 15 Mart 1988 günü Kürt güçlerine geçen Halepçe kasabasında 40 bini aşkın insan yaşıyordu. Ertesi günü Diktatör Saddam Hüseyin’in bahaneler üretmesi için çok seçenekler oluşmuş ve Rusya desteğini almıştır. İran saflarında savaşan Kürt güçleri Diktatör Saddam Hüseyin’e karşı 1986’dan 1988’e değin halk hareketleriyle baskılara ve zulümlere karşı bir direniş örgütlemesindendir ki Kimyasal Ali’nin çok sayıda kimyasal silah üretimi yapmasını emretmiştir. Başur’da El Enfal Harekatı adlı bir isyanı bastırma bahanesiyle Kürtlere karşı düzenlemiş olduğu katliamı üç gün boyunca uçaklarla bombardıman yaptırmıştır. Üç gün sonra etkisini gösteren kimyasal bombalar kentin kalbinde emekçi, yoksul halkın hanelerinin içinde kayıplara yol açtı. Kürt halkı atılan bombalardan habersiz ve 16 Mart sabahı bir elma kokusuyla uyandı. Önce elma kokuları her yeri sardı ve küçük bir kız çocuğu koşarak: “Daye binâ behna seve te” ( Anne elma kokusu geliyor) dedi.Ama çok geçmeden elma kokusu, genizleri yakmaya başlamış. Bunun üzerine kaçışan insanlar çok geçmeden yerlere serilmişlerdi. Kundaktaki bebekler, sokakta oyun oynayan çocuklar, hayalleri olan gençler, umutları olan kadınlar yaşanılan katliamın karşısında tarihin kara sayfalarına bir leke olarak var olacaktırlar.

Sonrasında Türkiye’ye ve İran’a göç edebilen insanlar bir nebze yaşama tutundular ve bundan sonra her elma kokusu aldıklarında hatırlarına gelecek bir anıyla yaşamaya devam ettiler. Elmaya hasret bir şekilde büyümüş olan bu insanların, artık elma kokusu dahi Ortadoğu gerçeğini göstermeye örnek teşkil edecek bir cevap olmuştur. Dünya kamuoyuna bir fotoğraf karesi akıllara kazınmıştır ki anasının kucağında taşlaşmış bir biçimde ölmüştür.Olay yerine ilk varan Sınır Tanımayan Doktorlar ekibi, hardal gazı kullanıldığını teyit etti. Belçikalı ve Hollandalı doktorlardan oluşan bu ekip, kullanılan zehirler arasında muhtemelen siyanür de olduğunu bildirdi.Irak’ta 2003 yılında devrilen Saddam Hüseyin, Kürtlere karşı yürüttüğü Enfal Hareketi kapsamında 180 bin kişinin ölümünden sorumlu tutularak yargılandı. Ancak başka bir hükümden aldığı idam cezasıyla 2006’da asıldı. Ölümünün ardından ise Kürtlere karşı “soykırım” uygulamaktan yargılandığı davada suçlu bulundu. Saddam Hüseyin’in “Kimyasal Ali” lakaplı kuzeni Ali Hasan el Mecid ise 2010 yılında, aralarında Halepçe katliamının da bulunduğu zehirli gaz saldırılarının emrini vermekten idam edildi. 
Aynı tarihte hem üniversite gençlerine hem de bir topyekün bir soykırım yaşatan faşist diktatörler coğrafya fark etmeksizin katletmekten başka çaresi yoktur. Her daim halklara korkuyu ve umutsuzluğu hayatlarının her anında bulundurması gerekir. Başka türlü duygularını yönetemez. Asıl korktuğu budur ki bu yüzden hoyrat ve hazımsız bir biçimde saldırır ve her diktatör halkına hesap verecektir. Dünyanın neresinde olursa olsun diktatörlerin iktidarları yok oldu. İstedikleri kadar halklara faili meçhul cinayetler yaşatsınlar yada toplu soykırımlara soyunsunlar. Aynı tarihte hem üniversite gençlerine hem de bir topyekün bir soykırım yaşatan faşist diktatörlerin umutları yok etme uğraşlarıdır. Bu yüzden tekrardan yineliyoruz. Gençleri, kadınları, emekçileri ve ezilen halklara ne soykırımlar ne de katliamlar durduramaz. Devrimci ve yurtsever gençlik her zaman halklarıyla bütünleşecektir. Korkularınızı daha da arttırana dek durmayacağız !