Irkçı Faşizmin İki Yüzlülüğü: Mülteciler – Mustafa Furkan Özdal

Feodalizm döneminde çok uluslu imparatorluklar ve devletler mevcuttu. Bu imparatorluklar onlarca ulus ve ulusal topluluğu içinde barındırıyordu. Feodalizmin çözülmesi ve kapitalizmin gelişmesiyle beraber ulus devlet anlayışı şekillenmeye başladı. Feodalizmden kapitalizme geçiş döneminde burjuvazi, feodal egemenliğe karşı ulus devlet anlayışını yarattı. Sanayinin gelişmesiyle iş gücüne ihtiyaç gitgide artmaya başladı. Kapitalist egemen sınıf sömürgeciliği derinleştirdi ve büyüttü. Emperyalist devletler, Orta Doğu, Afrika ve Arap ülkeleri gibi kapitalizmin henüz gelişemediği bu bölgelerde büyük bir hegemonya kurdu. Emperyalistler, kendi çıkarları için işgal saldırılarına girişti ve sömürge düzenleri kurdu. Amerika, İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz gibi emperyalist ve sömürgeci devletler sermayelerini ve kârlarını büyütmek için yıllarca tarım, sanayi ve petrol için Afganistan, Irak, İran, Avustralya, Güney Afrika, Güney Amerika, Arap ülkeleri gibi sayısız yeri işgal etti ve sömürdü. Örneğin Kuzey Kürdistan’ı sömürgeci boyunduruk altında tutan Türk devletinin pratiği de böyledir. Tarihin en fazla acı çeken halklarından biri olarak Kürtler; Anadolu, Ön Asya ve Ortadoğu coğrafyasının eski halklarındandır. Kürtler Med devletlerini kurduktan sonra İran’daki Pers imparatorluğu ve Romalılar arasındaki savaşta Med ülkesi işgal edildi. Med devleti sonrası Kürt tarihinde yer alan iki devlet görüyoruz: Mervani ve Eyübi devletleri. Türk ve Moğol istilaları ile yıkılan bu devletler sonrası Kürtler yüzyıllar boyunca güçlü merkezi bir devlet kuramadılar ve beylikler halinde yaşadılar. Ulusal gerçekliklerini özgürce yaşama olanağına hâlâ kavuşamadılar. Günümüzde de parçalanmış yurtlarında sömürgeci boyunduruk ve zulüm altında tutuluyorlar. Yüzyılın başından itibaren ulusal haklar temelinde onlarca ayaklanma, Kürdistan kan gölüne çevrilerek bastırıldı. Tüm bunlara karşın Kürt ulusal mücadelesi sürdü. Günümüzde ise uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Faşist sömürgeci Türk burjuvazisi başta olmak üzere, Ortadoğu ve Ön Asya üzerine söz söylemek isteyen tüm emperyalist devletler Kürdistan’a göre konumlanmak ve sömürüyü sürdürmek üzerine politikalar geliştiriyor. Türk burjuvazisi Kürtlerin ulusal, kültürel ve bireysel varlık haklarını yıllarca inkar etti, Kürt ulusal ayaklanmalarını soykırımlarla bastırdı, siyasi ilhakı tamamladığı ölçüde bunu iktisadi ilhakla birleştirdi ve Kuzey Kürdistan’ı sömürgeci boyunduruk altına aldı. Kürtler için kimlik ve dilleri dahi reddedilen ve yasaklanan ağır bir ulusal köleliğe dönüştü. Yıllarca Suriye’nin kuzeyi Rojava’yı işgal etti. Bu bölgelere barbarca saldıran ve katliamlar yapan IŞİD çeteleriyle işbirliği yaptı. Mülteci kamplarını bombaladı. İşgalci ve sömürgeci devletler bu ülkeleri birer sömürgeye ve orada yaşayan halkı ucuz iş gücü haline getirdiler. Ağır koşullarda çalıştırdılar ve sayısız katliam yaptılar. Politik özgürlük başta olmak üzere en temel haklarından mahrum bıraktılar ve hatta yaşam haklarını dahi ellerinden aldılar. Sömürülen halklar hastalıkla, açlıkla, yoksullukla ve kirli savaşlarla boğuştu. Ağır koşullarda yaşayan ve sömürülen halklar yaşayabilmek için topraklarından göç etmeye başladı. Böylece dünyada mültecilik ve göçmenlik ortaya çıkmış oldu.

Dünya halkları, yaşadığı ağır koşullardan kurtulmak için “batıya” doğru göç etmeye başladı. Bazı Avrupa devletleri ve ABD bu göç dalgalarının merkezi oldu. Mülteciler göç ettikleri ülkelerde ucuz iş gücü haline getirildiler fakat gün geçtikte sayıları dalga dalga artan mülteciler bu devletler bakımından yönetilemez hale geldi. Sonuç olarak ise göçmenlere yönelik baskıcı yasalar artırıldı ve ırkçı faşist saldırılar tırmandırıldı. Göçmenlere yönelik faşist yasalarını çıkaran, geri gönderme saldırılarını gerçekleştiren, ihtiyaç duymadığı emek gücünü en insanlık dışı yöntemlerle sınır dışı etmek isteyen ve hatta sınır boylarında katliamlar gerçekleştiren emperyalist devletler, ülkelerine gelen mültecileri geri göndermek için taşeron devletlerle anlaşarak “işine yaramayan mültecilerden” kurtulmak için yeni yol arayışlarına girişti. AB-Türkiye arasındaki göçmen anlaşması da bundan başka bir şey değildir. Türk devleti, AB’nin göçmen taşeronluğunu yapma rolünü seve seve üstlendi. Bir başka örnek ise ABD’nin Meksika’yı taşeron olarak kullanmak istemesidir.
Kriz koşullarında göç hareketlerini bu biçimde yönetmeye çalışan kapitalistler bu bölgelerde aynı zamanda ucuz iş gücü merkezleri oluşturmayı hedefliyor. İşgalci sömürgeci Türk devletinin de amacı budur. Sonuç itibariyle Türk devleti mülteci merkezi haline geldi ve durumu emperyalist devletlerden farklı yönetmedi. Faşist AKP iktidarı, “İslami dayanışma” adı altında ve kendisinin de tarafı olduğu kirli savaşın yarattığı sonuçları da kullanarak hem bir oy tabanı hem de ucuz iş gücü oluşturmak için mültecileri kabul etmeye başladı. Elbette tamamen siyasal islamcı rejimin ve burjuva iktidarın çıkarlarını gözeterek bu adımları attı. Özellikle Suriye’den, Afganistan’dan ve Afrika ülkelerinden çok fazla mülteci akışı yaşanmasıyla birlikte Türkiye ve Kürdistan’da şu anda milyonlarca mülteci mevcut. Mültecilere vatandaşlık vererek onları yedeklemeye ve hatta öyle ki gerekirse günü geldiğinde iç savaş aygıtı olarak kullanabilmek amacıyla savaş planlarının bir unsuru haline getirmeye çalıştı/çalışıyor. Aynı zamanda manipülatif propaganda faaliyetleriyle kendisine bir oy tabanı oluşturdu. Mülteciler fabrikalarda, bahçelerde, atölyelerde, birçok çalışma alanı ve sektörde günde on iki ve üstünde saatlerde düşük fiyatlarla çalıştırılmaya zorlandı. Barınmak için fahiş fiyatlarla karşı karşıya kaldı. Genç mülteciler ise işsizlik, yetersiz yiyecek ve sağlık servisi, kültürel uyum sorunları, dil sorunu, ekonomik sorunlar ile karşı karşıya kaldı. Mülteci kadınlar cinsel sömürünün parçası haline getirilerek defalarca saldırıya, tecavüze ve zorla alıkonulmaya uğradılar. Kız çocukları Antep’te gizlice kurulan kadın pazarlarında Türk zengin erkeklere satıldılar. AKP iktidarı mültecileri kendine yedeklemeye çalışmaktan, onları ucuz iş gücü olarak görmekten ve yeri geldiğinde bir koz olarak kullanmaktan öte bir şey yapmamıştır. Burjuva muhalefete baktığımızda da mülteciler konusunda düşmanca tutumlar sergilediğini görebiliyoruz. Örneğin CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da tatil günlerini mültecilere daha pahalı hale getirmesinin AKP’nin yaptıklarından az kalır yanı yoktur. Tatil günleri herkese ücretsiz ama mültecilere ücretli! Yahut Kılıçdaroğlu’nun “geri göndereceğiz” vurgusu aklımıza ilk gelenler arasındadır. Zafer Partisi ise salt düşmanlık yaratarak, ırkçı-faşist söylemlerle tabanını genişletmeye çalışıyor. Ümit Özdağ sistematik bir şekilde “Hepsini otobüse doldurup sınır dışı edeceğiz.”, “Bizim iktidarımızda tüm sığınmacılar geri gidecek.” gibi söylemlerde bulunuyor. “Ataman Kardeşliği” gibi faşist paramiliter kuvvetler örgütleyip mülteci düşmanlığını derinleştiren bunlardır. Net bir şekilde görüyoruz ki burjuva muhalefet ve yine muhalif pozisyondaki bir dizi faşist partiler, iktidar mücadelesinde ırkçı-faşist politikalarla mültecileri ve mülteci düşmanlığını propaganda unsuru olarak kullanıyorlar. Halkların baskı, sömürü ve zulme karşı biriken öfkesinin rejime karşı bir halk ayaklanmasına dönüşmesinden korkuyorlar ve bu potansiyeli istismar edip mülteci düşmanlığını örgütlüyorlar. İşte bu hepsinin ortak noktasıdır. Bunların sonucu olarak mülteciler, ırkçı saldırıların hedefi haline geliyor. İzmir’de üç mültecinin yakılarak katledildiğini, Ankara’da kapı kapı mülteci aranarak saldırılar tertiplendiğini, güvenlik önlemleri alınmadığı için fabrikalarda zehirlendiklerini, Yunanistan’a geçmeye çalışırken ölüme terk edildiklerini, Türkiye-İran sınırında işkenceye maruz kaldıklarını, Van’da kadın ve çocuk mültecileri taşıyan minibüsün korucu ve askerler tarafından tarandığını hatırlayalım. Bunun gibi sayısız örnek var. Mülteci sorunu dünyanın yaşadığı ekonomik ve siyasal krizin derinleşmesinin, emperyalist rekabetin, işgalci-sömürgeci savaşların sonuçlarıdır. Ortadoğu ve Afrika’dan insanların göç etmesi ucuz iş gücü ve sömürünün alanını genişletiyor. Bu krizin çözülemediği her durumda faşist propagandayla mülteci düşmanlığı toplumsallaştırılmaya çalışılıyor. Sınıf kardeşliği değil sınıf düşmanlığı örgütleniyor, halklar birbirine düşman ediliyor.

Dünyanın bir kısmının refah içinde yaşayıp diğerlerinin açlık, yoksulluk, işsizlik ve geleceksizlik içinde yaşaması kapitalist emperyalist sömürü düzeninin varlığıyla ilgilidir. Emperyalist savaşa, işgal saldırılarına ve sömürüye itiraz büyütülmelidir. Faşizm ırkçılık ve şovenizmi adeta bir zehir olarak kullanır, ezilen halklar arasında düşmanlığı körükler ve kendi geleceğini güvencelemeyi hedefler. Baskı ve sömürüyü her geçen gün daha fazla artırır. Mülteci sorununun yegane çözümü emperyalist savaşın ve sömürgeciliğin durdurulmasından, işçi sınıfı ve ezilen halkların enternasyonalist dayanışmasından geçiyor.