Güç Ver Sporda Şiddeti Durdur – İrem Nur Çelikbaş

Spor, insanın doğayla savaşırken kazandığı ana becerileri ve geliştirdiği araçlı-araçsız savaşım yöntemlerini, boş zamanlarındaki artışa bağlı olarak, tek tek ya da topluca, barışçı, biçimde ve benzetim yoluyla, oyun, oyalanma ve işten uzaklaşma için kullanmasına dayalı estetik, teknik, fizik, yarışmacı toplumsal bir süreçtir. Şiddet, kelime anlamı olarak, insanın fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik her türlü maddi ve manevi olumsuzluğu dile getirmektedir. Bu olumsuzluğun temelinde ise dikkatimizi çeken iki kavramdan biri güç, diğeri ise saldırganlıktır. O halde güç ve saldırganlık kavramları da ele alınırsa, şiddet kavramı daha iyi anlaşılacaktır.  

Şiddet; insan hayatının her alanında var olan evrensel bir olgudur. Onun evrenselliği, kişiye ve topluma yönelik zarar verici niteliğinden kaynaklanır. Kelimenin kökenine inildiğinde, yerli ve yabancı kaynaklarda benzer sözcük anlamlarına rastlanır. ‘Şiddet’ ve ‘Spor’ kavramı bir araya geldiğinde yine en çok zarar gören bireyler arasında kadınların fazlaca olduğunu görmekteyiz. Sporun bu özgür ve bağımsız iç hayatı, kadına gelince kaybolur. çoğunluk bilincinde yatan, kadının sporda varlığının garipsenmesidir. Kadın spor haberlerinin verilmesinde, genellikle sporun kendisi değil de, alışılmamışlık ve mizahi olması üzerine kurulur. Medyada kadın sporcularla ilgili haberlerin çoğunda onların ‘ev hanımı ve annelik’ özelliği üzerinde durulur. Kadın sporcularla ilgili fotoğraf veya televizyon görüntüleri ise ya değiştiklerini vurgulayacak pozisyonlardan ya da tam aksine spor yapan kadının nasıl cinsiyetinden uzaklaşarak erkekleştiğini vurgulayacak pozlardan oluşur. Çünkü sporun çağrıştırdığı, hızlı, güçlü ve kuvvetli olma gibi özellikler aynı zamanda erkek cinsinin çağrıştırdığı özelliklermiş gibi görülür.

Fiziksel başarı ve erkeksilik aynı anlaşılmaktadır. Başarılı kadınlar başarıları arttıkça erkekleşirmiş gibi lanse edilir. Başarılı bir kadın sporcu, erkek gibi ama başarısız bir kadın gibi görülür. Hiç bir erkek sporcu toplumda böyle bir ikilem yaşamaz. Eğer kadın sporcu başarılı ise erkek olduğundan şüphelenilir. Kadın sporcuların cinsiyet testinden geçirilmelerinin sebebi hep bu yüzdendir. Kadın sporcular ancak buz pateni, cimnastik gibi sporlarda başarıya ulaştıklarında toplum tarafından övülüp, alkışlanırlar. Bu tip sporlar da zaten gençliğe, esnekliğe ve dişilik imajına bağlı olduğundan, sporda cinsiyet ayrımının bir göstergesi olarak tekrar karşımıza çıkar. Kadınların yaptığı sporlar Güney Amerikada gazetelerin %15’lik bir haber oranını oluştururken, bu oran tüm spor magazininin %3 ile %7’sini, kadın magazin medyasını ise %1 ile %3’lük bir oranda kapması anlamına gelir. Bu marjinal kapsam tüm spor yarışmalarında ve basında aynı orandadır; yerel genç sporcuların yaptıkları spordan tutun, olimpik sporlara kadar bu oran değişmemektedir. Salt kadın haberlerini kapsayan yazılı basın bile sporcu kadınların ya spordaki dişiliklerini imaj olarak alır ya da kadının sporda çok hafife alındığına dair izlenimler vardır. Kadınların yaptığı takım sporlarıyla ilgili öylesine az yorumlar vardır ki; bu yorumlar genelde ya olumsuzdur ya da hafife alınarak mükemmellikten uzak kahramanlar, duygusal yönleri sorunlu, çelişkilerden oluşmuş olağan dışı insanlar gibi yorumlar yapılır. Toplumdan topluma farklılıklar göstermesine rağmen tüm ülkelerde, spor içinde yer alan kadına karşı hakim olan bu düşünceler, kadının spora yönelmesindeki oranları ve aktivite çeşitlerini belirlemektedir. Çoğunlukla kadınların spora yönelmesi, yine güzelliklerini ve çekiciliklerini korumak amacıyla, formda kalmak için aerobik, step, yürüyüş ve jogging’i tercih etmek şeklinde ortaya konulmuştur. Kadınları futbol oynamasını, ringte dövüşmesi, gülle atamayacak kadar güçsüz görünmesi  bulunduğumuz erkek egemenliği düşüncesiyle beraber eril söylemleri de beraberinde getirmekte kadınların üzerinde güçsüzlük adı altında baskılarıyla ezip geçmeye çalışmaktadır. Fakat biz kadınlar her yerde olduğu gibisporda da bizim erkeklerden bir farkımızın olmadığını ortaya koyuyor ve koymaya devam ediyoruz.

Kadınların yaşamda büyük bir alana sahiptir. Fakat bugün toplumumuza bakılınca kadın 2. plana atılmış duruma sokulmaya çalısılmaktadır. Cape Down Üniversitesi futbol kulübünde  oynayan bir kadın futbolcu ile yapılan mülakatta kadın sporcu futbol hayatı ile ilgili deneyimlerini şöyle ifade etmiştir; “6-7 yaşlarında erkeklerle birlikte sokakta futbol  oynardık. 11-12 yaşlarına geldiğimde kız olduğumu fark ettiler ve beni futbol oynamaya bir daha çağırmadılar”. Güney Afrika’da yaşanan durumun bir benzerini İrlanda’da görmek mümkündür. Uzun süredir mücadele ve takım sporlarındaki kontrolü ellerinde bulunduran  erkekler, hem kadınlara ait olan futbol ve rugby birliklerinin üyeliklerini kabul etme sürecinde, hem de sonrasında antrenörlerin, yöneticilerin, sponsorların ve maç görevlilerinin belirlenmesinde etkin rol oynamışlardır. Rugby ve futbol gibi erkek egemenliğinde olan  sporlara kadınların seyirci olarak dahi katılmalarını bir tehdit gibi algılamışlar ve sürekli kadın sporlarını egemenlikleri altında tutmaya çalışmışlardır. Belli bir yaşa kadar cinsiyetin çok da önemli olmadığı, belli bir yaştan sonra ayrışmanın yaşandığı ve bu ayrışma, özellikle  erkek oyunu olarak görülen futbola vb. kadınların katılımını olumsuz etkilemektedir. Bir erkeğin voleybol oynaması, areobik, plates, bale yapıp dans etmesi topumsal rolleri benimseyen kişiler tarafından “Sen dans ediyorsun, karılar dans eder!” ” Erkekliğin bitmiş” gibi iğrenç söylemlere sebep olurken keza bir kadının karete, judo yapması ise ” Erkek Fatma” “Erkek gibi kadın” gibi cinsiyetçi söylemler kullanılmaktadır. Oysa ki tıpkı müzik ve renkler gibi sporun da cinsiyeti yoktur!

Kıskançlığın küfrün sporda maç esnasında bir kadının bir kadını yumrukladığı videolar, hakemlerin erkekleri tuttuğu, bir erkek futbolcunun kadın cinayetlerini savunması yüzünden öldürüldüğünü anlatan, tribünlerde kadın bedenini aşağılayan “tecavüz” marşlarının okunduğu,güya bir sevinç gösterisinin olduğunu iddaa eden şişme kadın bedenlerinin yakıldığını medyada sürekli görmekteyiz. Biz sizin sevinç gösterilerinizi yapabileceğiniz maddeler değiliz. Biz bir kum torbası değiliz, sinirlendiğinizde yada maçı kaybettiğinizde ettiniz küfürleri, ettiniz eril söylemlerini kabul etmiyoruz. Hayatın her alanında olduğu gibi sporda da varız.  

1936’da Berlin Olimpiyatlarına katılıp bir ilki başaran Eskrimci Halet Çambel’in açtıgı yoldan koşa koşa ilerlerken sporun gururu olup tarihte yer edinmiştir. Milli halterci Nazmiye Muratlı gibi, İlk olimpik güreşçi Elif Jale gibi,

Buz pateninde efsane olan kadınlar gibi..

İlk kadın Hakem Lale Orta gibi…                    

HER YERDEYİZ!