Silivri’den Gençliğe Mektup – Senem Pektaş

Umudun en coşkunca kol gezdiği mekândan, hapishaneden yazmak, bu sefer ayrı bir anlam ifade ediyor. Kimi okuyanlar ‘en coşkunca’ yazısını yürekten anlayacak ve onaylayacak kimi ise bu söylenene bir anlam veremeyecektir. Yasaklamalar, tecrit, tel örgüler ile bilinegelen, dört duvar hücrelerden oluşan bu yere ilkten bakınca uzaktan başka görünmesi kadar doğal bir şey yoktur herhalde. Oysa duyduğumuz en neşeli türkülerin, en kuvvetli marşların, kahkahalar atılan karikatürlerin, en duygulu dizelerin doğduğu yer burası. Hapishaneden gelen satırların içine sinen sevinç, dışarıdakini en yılgın, yorgun hissettiği anlarda kolundan sıkıca şöyle bir yakalar, silkeler önünü arkasını yaptığını düşündüğünü iki kez sordurur insana. Bir giz mi var buralarda? Aksine nedeni oldukça berrak, nerede bulunduğundan değil, neyi ne için yaptığına sağlam bir inanç ve bağlılık nedeni. İşte bundandır ki; gençliğin, genç kadınların sabah neden uyanıp sokakları neden adımladığını bilemeyip onca sıkıntı ile günleri ipe dizdiği, bir anlam ve umut arayışı içinde ipe dizilen günlerin arttığı şu günlerde, hücrelerdedir işte o ‘aranan’ diyerek, bu sefer alışılanın aksine bir kişiye değil, bütün bir gençliğe bir mektup ulaştırmak istiyoruz.

Burjuva muhalefeti tarafından tüm öfkenin akacağı ve karşılık bulacağı ‘tek yer’ olarak gösterilen seçim sandıkları ortalıktan kaldırılalı bir aydan uzun süre oldu. Yıllardır süregeldiği gibi bu değişimi yalnızca sandıktan çıkarmayı işaret eden muhalefetin yenilgisi ile şimdi gençlik içinde bu rejimle devam etmeye daha yıllar yılı daha ‘mecbur, zorunda olduğu’ yanılsaması kol geziyor. Bunun yarattığı umutsuzluklar, sürekli artış gösteren intiharlar, psikolojik yardım taleplerinden tutalım da depresyon ve kaygıya yönelik ilaç kullanımı da hiç olmadığı kadar artışta. Kimisi gözü gidemeyeceğini bile bile bir arayış içinde yurtdışına dikmiş durumda, kimi de zaten bunun mümkün olmadığını bilir halde karalar bağlamaya devam ediyor. Umutsuzluğun tüm bu katmanlarına zaten aşinayız değil mi? Fakat uzak olunan, umudun işte tam da bu umutsuzluğun bağrında olduğu gerçeği. Biz tüm bu durumda, umutsuzluğu bir değişim özlemi ve arzusu olarak görüyoruz, görmeliyiz. Bıkkınlık hali olmaksızın yeniye heyecan olmaz, yorgunluk olmadan soluk aranmaz. İşte umut, umutsuzluk bunca derin olduğu için ayaktadır.

Şimdi ‘soğuktur’ denilen o Silivri’den bir bakalım o zaman, gözlerimizi dikip. İnsanlık onuruna yakışır bir yaşayışa; şantiyelerde, atölyelerde el kol tutmayana dek çalıştırılmaya, iskelelerde can vermeye; bir sokakta yalnız kadın olmaktan dolayı tacize, tecavüze, katledilmeye; bir körpe ağacımızdan akan deremize göz koyanlara karşı en ufak bir sohbette bile ses çıkaran tek tek tüm gençlere deniliyor ‘soğuktur’ değil mi? Esasında bir gerçeği tam ortasında barındırıyor: rejim kendisine karşı koyma cüretini sergilemeye ‘yeltenene’ bile zor sopasını gösteriyor. Daha adım bile atmamışken sindirmeye hatta itirazlar söz olup ağızdan çıkmaya (çıkmadan) akıldan çıkarmaya çalışıyor. Bu zor sopasını uzun uzun anlatmaya gerek yoktur herhalde, Erdoğan’ın resmine bıyık çizdiği için tutuklanan çocuktan, liselerde idarelerin, üniversitelerde kayyumların en ufak etkinliğe yasaklarından, veli aramalarından, okuldan atma tehditlerinden, kesilen burslardan çok geniş kitleler olarak upuzun haberdarız, yaşıyoruz. ‘Kendi yolumuza bakmamız, ses çıkarmayıp diş sıkmamız’ gerektiğini günde kaç kez duyuyoruz? Kimisi ‘tamam’ diyor kabulleniyor, kimisi ‘böyle olmaz’ diyerek yeni bir yol açmaya girişiyor. Bu sayılanlar, evet, yeni bir yol açma gayretinde olanların bu dönem sıkça karşılaştıkları. Fakat bir de ‘tamam’ demek zorunda olduğunu düşünen, hisseden, yapanlarımıza bakalım; hatta direkt yaşamın bize ‘olağan’ olduğu söylenen akışına bakalım. Liseli genç kadınlar olarak bir kadın dayanışması kurmadan, birlikte hareket etmeden de kaç kez etek boyundan, bir saç şeklinden kaç kez gözdağları verilmek üzere o idare odalarına çağırılmadık? Bir sokak eyleminde ev hapsine alınmadan da erkek arkadaşı var diye, kendi isteğiyle giyindi diye, yapılacak iş var diye kaç kez kapatıldık o evlerimize, dört duvar arasına?

İşçi gençler olarak bir basın açıklamasında biber gazı yemeden de kez kaynak aldı gözümüzü? Kelepçeyi eller tanımamışken de tüm gün ayakta bir masada siparişten ötekine koştururken de elden ayaktan boşanmadık mı? Haklarımızı aramak için yan yana gelmemişken de ‘bunlar yan yana boş durmasın’ diye defalarca molamızı harcamadık mı, mesailerimiz değiştirilmedi mi? Üniversiteliler olarak daha kesmeye mahal kalmadan zaten burslarımız çıkmıyor, atılabileceğimiz yurt odalarımız yok. Bunca kendimize dönüp bakmamız için sorulan soru esasında tek bir tanesini cevaplamak için: umutsuzluğun içinde olmadan çöküntünün eşiğinde olan bir düzeni kavramak olanaklı mıdır? Bundandır ki var olan tüm bu umutsuzluk yalnızca bizlere artık böyle yaşamak istemeyen gençliğin, özgür ve eşit bir yaşamın arayışının ifadesidir. Kurtuluş için gerekli olan da bu umutsuzluğu ve de öfkeyi kuyudan çıkış halatımız eylemektir. Çünkü bakıp görüyoruz ki elimizde avucumuzda kaybedebileceğimiz bir şey zaten bu rejimin kendisi tarafından bırakılmamıştır. Önümüzde kazanılacağı açık olan upuzun yarınlar dışında hiçbir şeyimiz yoktur. Pekâlâ bu yarınlar ancak özgür ve eşit yaşamı kurma iddiasında sahici olan, yarının insanını bugünden inşa eden, kişi kişi kurtuluşumuzu ancak ve ancak işçi sınıfının, kadın cinsinin ve ezilen uluslarınki ile beraber olabileceğini gören ve bu yolda eyleyen bir devrimci gençlik mücadelesi ile kazanılabilir. Çünkü umudu reklam aralarından çekip alacak ve onu hak ettiği anlamla kavuşturacak olan, panolarda büyük puntolarla yazılan ‘bahar’ı örgütleyecek olan öfkemizin mücadele saflarına katılarak akacağı nehirle buluşmasıdır. Umut gökten inme bir his değil, yaşamın içinde karşılıklı emekle kendini var eden somut bir şeydir. Onu var etmek için bu karşılıklılığın farkına varmalı, onu örgütlemek için örgütlü olmak gerektiği zorunluluğu ve sorumluluğu ile hareket etmeliyiz. O zaman tüm bunlara yaslanarak umudu örgütlemeyi aklına koymuş olanlarla baskı ve zordan haklı oluş, içini yiye yiye kenarda duranlara, adımlarını genişletmiş olanlara seslenelim: Gelin umutsuzluğu ters yüz edelim. Kendimizi görelim; korkuyu ve baskıyı kendine araç edinenlere karşı ise aklımızda tutalım ki; ‘Silivri’ler acısı ve öfkesi ile kavrulanlara, düzen içinde nefes alamayanlara sökmemektedir.