Kayyumlar Varsa Direniş de Var! – Devrim Barış Yılmaz*

2016 Temmuz’unda OHAL’in ilan edilmesinden bugüne değin gelen süreçte kayyum atamaları yönet(eme)me biçimlerinden bir tanesi olarak önümüze çıktı. Faşist şeflik rejimi, ilkin Kürdistan’da HDP belediyelerine kayyum atamalarıyla saldırmış, bir abluka yaratmış ve parlamenter mücadeleyi perde arkasına göndererek savaş siyasetini çıplak gerçeklikle Türkiye ve Kürdistan halklarına yöneltmiştir. Devrimci-demokratik kurumların önde gelen mevzileri gözaltı, tutuklama saldırıları ile yıpratılmaya çalışılmıştır.

Ezilen bütün kesimlerin; kadınların, LGBTİ+’ların, emekçilerin, gençlerin üzerindeki baskı ve yıldırma politikaları daha da şiddetlenerek devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, kadın ve trans cinayetlerine cezasızlık politikası, asgari ücretin açlık sınırının dahi altında olması bu saldırı politikasının güncel örneklerinden yalnızca birkaçı. Yeni yıla girmeden hemen önce de İçişleri Bakanlığı’na sivil toplum kuruluşlarına ve derneklere kayyum atama yetkisinin verildiğini duymuştuk. Faşist rejim; elimizde kalan İHD, ÇHD, ÖHD gibi sayılı adaletten, özgürlükten, eşitlikten yana olan dernekleri de hedefine alıyor.

Yıllardır KYK kredisi ile borçlandırılarak üniversite hayatına başlayan, okurken çalışmak zorunda bırakılan hatta ekonomik sebeplerle okumaktan vazgeçmek zorunda kalan, okulunu bitirdikten sonra da aldığı diplomanın yalnızca bir kağıt parçası olduğunu gören ve işsizler ordusuna dahil olan gençlik; çelişkileri sistemle ve bu sistemin yönetenleriyle en derin olan kesimlerdendir. Bu çelişkilerle beraber güçlü bir sistem karşıtlığını da içinde barındırır. Gerek sistem karşıtlığını içinde barındırması, gerek kendisini geriye itebilecek bağların toplumun geneline göre daha az olması ve gençliğin doğasında olan dinamizm, egemenler tarafından gençliğin potansiyel bir tehdit olarak görülmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda gençlik aynı sebeplerle egemenler için kendi ideolojisine kazanması gereken bir potansiyeldir de. Baskılamak, sindirmek ve kazanmak için her dönem politika oluşturulur. Saldırıların arttığı bu dönemde de öğrenci gençliğin temel alanı olan üniversitelerin bundan payını almaması düşünülemezdi.

Yeni yıla faşist şefin Boğaziçi Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Antalya Bilim Üniversitesi, Beykoz Üniversitesi ve Çağ Üniversitesi’ne kayyum rektör atamalarıyla başladık. Faşist şef konuşmalarında yer yer nefretini kustuğu Boğaziçi Üniversitesi’ni istediği gibi dizayn edebilmek için 2015’te AKP İstanbul 1. bölge milletvekili aday adayı olan Melih Bulu’yu kayyum olarak atadı. Boğaziçi Üniversitesi’nin ilk kayyum rektör atamasını hatırlayalım. 2016 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimlerinde mevcut rektör Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, oyların yüzde 86’sını alarak üniversite tarihinin rekorunu kırmıştı. Ardından Mehmed Özkan aday dahi olmamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle rektör olarak atandı. Öğrenciler tarafından tepki gösterildi ancak bu yeterli bir eylemlilik ve karşı koyuşa dönüşmedi. Hatta bazı akademisyenler ve öğrenciler tarafından da “en azından okul içinden denilerek” itiraz sindirilmişti ancak Mehmed Özkan, Boğaziçi için bir geçiş aşaması olarak düşünülmekteydi. 1980 faşist askeri darbesinden sonra ilk kez Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik kadrosu dışından atanan Melih Bulu, özgeçmişindeki kadın düşmanlığı, sömürgeci işgal övücülüğü, AKP milletvekili aday adaylığı ile her bakımdan simge bir aparat. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kariyer yaşamında da nelerin amaçlandığı apaçık ortada.

Boğaziçi, Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden olmakla birlikte her zaman bir üniversitenin temelde sahip olması beklenen özgür düşünce ortamıyla bilinirdi. LGBTİ+’ların haklarının savunulması, görünürlüklerinin arttırılması, erkek egemen sistemin sorgulanması ve gençliğin eşitlik, özgürlük, adaletle tanışması açısından bir kültürü yaşatıyordu. Barış akademisyenlerine saldırılar, KHK’lar, işgale karşı ses çıkaran, LGBTİ+ hakları için susmayan öğrencilere açılan soruşturmalar, kayyum rektör atamalarıyla bu kültüre ket vurulmak istendi. Son olarak kayyum Melih Bulu’nun da atanmasıyla birlikte demokratik mevzilere saldırının bir ayağı olan üniversitelere saldırının parçası olarak Boğaziçi Üniversitesi de faşist şeflik rejiminin egemenlik sahasına sokulmaya çalışılıyor. Bizler için ise akademinin, üniversitelerin özgürlüğünü savunmak; geleceğimizi savunmanın bir parçasıdır.

Kayyumlar varsa direniş de var!

Faşist şefin ısrarla “Fikri iktidarımızı tesis edemedik.” şeklinde vurguladığı eğitim sisteminin inşasının en önemli parçalarından biri de kayyum rektörlerdir. Kendi ideolojileri hegemonyasında biçimlenen müfredatla ilkokullardan, liselere ve üniversitelere inşa edilmek istenen; “makbul”, sorgulamayan, düşünmeyen, boyun eğen genç bir nesildir. Egemenler için bu ablukanın yaratılmasında üniversiteler kazanılması gereken önemli bir mevzi olarak duruyor.

Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ, İstanbul Üniversitesi, Ege Üniversitesi başta olmak üzere akademiye, özgür düşünceye atanan bu kayyumlara karşı mücadeleyi yalnızca üniversite sınırları içinde değil bir bütün gençlik olarak büyütmeliyiz, ancak böyle kazanabiliriz. Her şeyin geçip bittiğini düşünmek ve yılgınlık; pes edenlerin tarihi olacaktır. Mücadele edenlerin ve direnenlerin tarihine ise kazanım ve zafer yazılacaktır. Geçmişe dönüş mümkün değildir ancak gelecek bugün ne yaptığımız nerede durduğumuzla ilgilidir. Faşist şeflik rejiminin özgürlüğümüze, hayatlarımıza ve üniversitelerdeki söz, yetki, karar haklarımıza saldırılarına karşı gençliğin özgürlük mücadelesini büyütelim.

Unutmayalım ki Paramaz’ın ruhu dolaşıyor Boğaziçi’nde ve aramızda bir yerlerde…

 

*Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğrencisi