15-16 Haziran Direnişi – Birkan Polat

Türkiye’de işçi direnişlerine damga vuran 15-16 Haziran Direnişi 50 yıl önce devlet eliyle sendikal bürokrasinin güçlendirilmesine ve DİSK’in tasfiye edilişine karşı işçilerin isyanıydı. 15-16 Haziran Direnişi her hatırlanışında ders çıkarılacak olan 1970’de İstanbul merkezli olarak başlayan, diğer illere yayılan pek çok iş kolundan işçinin bugün sendikal bürokrasiye, sarı sendikacılığa açtığı savaş, Türkiye tarihindeki en büyük işçi eylemidir. Patronlara, hükümete ve sendikal bürokrasiye korkulu anlar yaşatan 15-16 Haziran direnişi, zaman zaman tartışılan “Nasıl bir sendikal anlayışa ihtiyaç var?” sorusunun yanıtını da veriyor. Bu büyük direniş, öncesi ve sonrasıyla üzerinden 50 yıl geçtikten sonra da sınıf mücadelesine ışık tutmaya devam ediyor. Bu yüzden üzerine bir hafıza tazelemesi yapacağız bu yazıda.

Türkiye’de 1960 sonrası işçi sınıfı mücadelesinin, dönemin ekonomik-siyasal gelişmelerinin de etkisiyle canlandığı; işçi, köylü ve öğrenci gençlik mücadelesinin hızla yükselmeye başladığı bir dönem olarak yaşanmıştır. Örgütsel ve siyasal olarak sermaye güçlerinin ve onun uzantısı olan sendika bürokrasisinin denetiminde olan işçi sınıfı, sermayeden ve onun ideolojisinden bağımsızlaşma yolundaki en ciddi adımlarını, Fiili fabrika grevleri ve 13 Ocak 1963’te Kavel işçilerinin iş bırakarak kararlı militan bir mücadele yürütmesi ile grev hakkının yasallaşmasını sağladı. 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev Ve Lokavt Yasası (TİSGLY) 1963 yılında çıkarken grev hakkı ilk kez tanınmıştı.

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren başlayan grevler özellikle 1967-1971 dönemi olmuştur. İşçi sınıfının ülke çapında tüm iş kollarını kapsayacak şekilde gerçekleştirdiği yaygın ve kitlesel eylemler ile dolu bir dönemdir. İşbirlikçi Türk-İş’ten kopuşlar başlamış ve DİSK’e akışlar hızlanmıştı. Burjuvazinin amacı, işçilerin bu akışını önlemekti. Bir anlamda işçilerin devrimcileşmesinin önünü kesmekti. Büyüklü küçüklü bu dönemde otuzdan fazla fabrika işgali yaşanmıştır. Derby işgalinin ardından Kavel Kablo Fabrikası (1968), Singer Fabrikası (1969), Türk Demir Döküm Fabrikası (1969), Alpagut Linyit İşletmeleri (1969), Sungurlar Fabrikası (1970), Gunterm Kazan Fabrikası (1970) gibi çok sayıda fabrikada bazıları birkaç saat, bazıları üç ay süren işgaller gerçekleşmiştir. Bu dönemde gerçekleşen eylemler, gerek katılan işçi sayısı, gerekse eylemlerin biçimi ve niteliği açısından farklı özellikler göstermiştir. İşçi sınıfı mücadelesi açısından önemli ve zengin deneyimler ortaya çıkarmıştır. Dönemin en belirgin ve ayırt edici özelliği, işçi eylemlerinin en sert ve öğretici pratiklerinden birisi olan fabrika işgallerinin yaygın bir şekilde yaşanmış olmasıdır. Dönem dönem işçi hareketinin yükseldiği, militanlaştığı ve kendi mücadele pratiğinden öğrenerek grevler gerçekleşmiştir. 15-16 haziran direnişi sürecine giderken işçi sınıfı birleştiğinde neler yapabileceğinin farkına varmıştır. İşçilerin aynı zamanda devrimcilerle beraber sendikal mücadele yürütmesinden rahatsız olan sermaye oligarşisi ve siyasi iktidar rahatsız olmaya başladı. İşçilerin bilinçlenmesi ve sendikalarının güçlenmesi kesinlikle engellenmeliydi.

1970 yılında CHP ve AP’li milletvekilleri 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanununda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. Bu taslaklar komisyonda birleştirilerek tek taslak haline getirildi ve Meclise sevk edildi. “Güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı devrimci sendikal örgütlenmenin ve grev hakkının kısıtlanmasıydı.

Meclise sunulan taslaklarda;

* Bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir.

* İşçi federasyonlarının faaliyet gösterebilmesi için o işkolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye kaydetmiş olması gerekir.

* İşçi konfederasyonu kurulabilmesi için daha önce sözü edilen sendika ve federasyonların üçte birini, sendikalı işçilerin üçte birini üye yapması gerekir.

* Sendika üyeliğinden ayrılabilmek için tek tek noter karşısına çıkmak gerekir.

* Sendika kurmak için en az üç yıl işyerinde çalışmak gerekir.

* Uluslararası işçi kuruluşlarına ancak en fazla işçiyi barındıran konfederasyon üye olabilir.

Mecliste yapılan görüşmelerde 4 ret oyuna karşılık 230 oyla yasa kabul edildi. Bu maddelerin hepsi DİSK’te somutlaşan işçilerin mücadeleci anlayışını ve inisiyatifini kırmak ve sendikal harekette Türk-İş diktası getirmek için getirilmişti. Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün “Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız.” açıklaması bunun net ifadesi oldu. Patronlar da bu yasa değişikliğinin arkasındaydı. Meclise sunulan yasa direk meclisten geçmişti çünkü iktidar ve sermaye DİSK’i bitirmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

DİSK, 14 Haziran 1970’de İstanbul’daki Genel Merkezi’nde bir toplantı yaptı. İstanbul ve Kocaeli’ndeki tüm işyeri baş temsilci ve temsilcilerinin katıldığı bu toplantıda yasal değişiklikler anlatıldı.

15 Haziran 1970 günü DİSK’in çağrısına uyan işçiler, üç kol hâlinde İstanbul şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Kentin Anadolu yakasında başlayan yürüyüş Kartal İlçesi’nden yürüyüşe katılan işçilerle Ankara Asfaltı (E-5 karayolu) boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da katılanlar oldu. Avrupa Yakası’nda ise Bakırköy – Topkapı – Sağmalcılar güzergâhında yürüyüş yapıldı. Göztepe dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de onlara katıldı ve yürüyüş sürdü. Bir başka yürüyüş kolu Beykoz ve Paşabahçe’den Üsküdar’a doğru oluştu.

16 Haziran’da ise Gebze’den başlayan işçi yürüyüşü, Kartal’dan katılan işçilerle birleşerek Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı’na kadar ulaştı. Burada polis işçilere ateş açtı, çok sayıda işçi hayatını kaybetti ve yaralandı. Kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip, Aksaray üzerinden önce Sultanahmet’e, oradan Cağaloğlu ve valiliğin önünden geçip Eminönü’ne geldiler. Valilik, Haliç üzerine yer alan galata köprüsünü açtırarak, eylemcilerin Beyoğlu tarafına geçmesini engelledi. Levent ve Beyoğlu’nda da küçük yürüyüş kolları oluşmuştu. Gösterilere pek çok fabrikadan 75,000 civarında işçi katıldı. Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetimin ilan edilmesiyle beraber DİSK başkanı Kemal Türkler, radyodan yaptığı konuşma ile direnişin bittiğini ilan etti. Böylece hareket, tek önderliğini de yitirmiş oldu. İşçilerin arasında sosyalistler de vardı; bunlar hareketi ileri çekebilmek için var güçleriyle çalışıyorlardı ancak devrimci bir partinin eksikliği kendisini belli ediyordu. Buna rağmen işçiler eylemlerine fiili sokak eylemlerine devam etmiştir. 21 DİSK yöneticisi gözaltına alınırken, beş binin üzerinde işçi işten atıldı. İşten atılan işçiler yıllarca süren davalarda yargılandı. Yasa değişikliğine direnen pek çok fabrikanın işçisi üretimi durdurma eylemine devam etti. Bu nedenle bazı sanayi bölgeleri askeri birlikler tarafından denetim altına alındı.

Bu büyük direnişin ardından Mecliste kabul edilen tasarı 16 Haziran’da mecliste gündeme geldi. Tasarı yapılan değişikliklerle Cumhurbaşkanı’na gönderildi. Tepkilere karşın dönemin Cumhurbaşkanı yasayı 6 Ağustos’ta onayladı. Bunun üzerine TİP ve direniş üzerine tavır değişti tarihinde aldığı kararla yasayı iptal etti. Sendikal yasalardaki değişiklikler ancak 80 darbesiyle yapılabildi.

Mevcut siyasal iktidar dönemi de geçmişteki burjuva ve iktidar arasındaki ilişkiyi aratmayan bir biçimde. 3. Havalimanındaki işçiler koşulların düzeltilmesi için eylem yaptı. Eylem üzerine şantiyeye giren jandarma işçilere gazla müdahale etti. Yüzlerce işçi de gece saatlerinde oda kapıları kırılarak gözaltına alındı. Aynı döneme gelen Şişecam işçileri de artan enflasyon karşısında eriyen maaşları ve kötü koşullar altında çalışmamak için greve çıktı. Faşist iktidar işçilerin 2 günlük eylemini grevi erteleme adı altında grevi yasakladı.

Sosyalistlere ve devrimcilere büyük işler düşmektedir dönemi analiz etmek ve ona göre pozisyon alması gerekmektedir. Bu düzen çürümüştür ve yeni bir dünya bizim ellerimizde.

Yaşasın 15-16 Haziran Genel Direniş ve Başkaldırı Ruhu!