Sürdürülebilir Tarım: Küba Örneği – Onur Yılmaz

 

Tarım insanlık tarihinin dönüm noktasıdır. Yerleşik hayata geçişi sağlayan bu üretim biçimi devletlerin ortaya çıkışına varan süreci başlatmıştır. Sadece temel yaşam faaliyeti olmaktan çıkıp geçim kaynağı olduğu kapitalist sistemde, 20. yy’da ise büyük değişiklikler yaşadı. İlk gübre amonyum nitratlı tezek kullanıldı, makineleşmeyle birlikte tarımla uğraşan insan sayısı azaldı. Kentlere göç edildi. Teknik gelişmeyle birlikte dünyada klasik tarımın yerini tohum üretimini ele geçirmeye çalışan uluslararası şirketlerin dayattığı GDO’lu ve kimyasal kullanımlı endüstriyel tarım aldı. Dünya’da 2007’de yaşanan gıda krizi uzun zamandan beri görmezden gelinen bu sorunu ancak kitlesel açlık aracılığıyla görünür kıldı. Kriz, o dönem artan petrol fiyatlarının, iklim değişikliğinin, besin yerine kâr getiren biyoyakıt ürünlerinin tercihinin, özellikle Asya’da değişen beslenme alışkanlıklarının bir sonucu olarak çıkmıştı. Petrol fiyatlarının yeniden düşmesiyle krizin şiddeti azalsa da diğer sebepler halen mevcut. İklim değişikliği küresel buğday üretimini %5’ten fazla azalttı. Gıda fiyatları yine bu sebeplerle 2030’da iki katına çıkmış olacak. Kriz sürecinde, gıdanın insanın temel yaşam hakkı olarak kabul edilip güvence altına alınması, yani gıda güvencesi kavramı sıkça kullanıldı. Sorunun ürün yetersizliği olmadığı tüketim verilerinden net bir şekilde görülüyor. Kaynaklar tüm insanlığı bollukla besleyecek kadar mevcut. Sorun gıdanın yokluğu değil, ona erişim ve karar alma süreçleri. İki örnekle duruma kısaca değinelim.

Hiç fark ettiniz mi son yıllarda kahve tüketiminin hem Türkiye’de hem de dünyada ne kadar arttığını? Herkes kahve içiyor, o olmadan işe başlanmıyor. Peki, nereden geliyor bu kahve? Kahve dünyada ekvator kuşağındaki tropikal iklimin olduğu ülkelerin tamamında yetişiyor neredeyse. Mesela Etiyopya’da yetişiyor, hatta kahvenin “anavatanı” orası. Ülke içinde tüketildiğinden kat kat fazlası ihraç ediliyor. İhracat gelirinin yarısını kahveden sağlayan Etiyopya’da ekonomi istikrarlı(!) şekilde büyüyor. Ama aynı Etiyopya’da her yıl 4-10 milyon arası insan sürekli açlık çekiyor. Tarımsal üretimde neyin öncelikli olduğunu piyasa belirliyor. Diğer bir kahve üreticisi de Brezilya, dünyadaki üretimin büyük bir kısmını karşılıyor. Brezilya aynı zamanda dünyanın en büyük etanol, yani biyoyakıt üreticisi ve tüketicisidir. Hava kirliliğini önlüyor etanolün araçlarda yaygın kullanımı, doğrudur. Peki, neyin pahasına? Fidel Castro’nun 2007’deki makalesinde belirttiği gibi ABD imparatorluğunun doymak bilmez iştahından pazar kapmak için halkını köleleştirme pahasına. Mısır ve şeker kamışının tek ürün haline getirilmesiyle toprağın verimi ABD’dekinin üçte birine düşmüş durumda. Üretilen tarım ürünleri iç pazardaki talebi karşılayamaz hale geldiği için gıda ithalatı yapılmakta. Her iki ülkede de tarım politikaları uluslararası tekellerin, IMF, dünya bankası gibi kuruluşların yönlendirmesiyle yürütülüyor. Ekonomik krizin aşılması için uygulanan politikalar hem tarımın geleceğini yok ediyor hem de krizi kalıcılaştırıyor.

Gıda krizinin, iklim değişiminin etkilerinin, ekonomik krizlerin büyüdüğü ve kalıcılaştığı son dönemde çıkış yolları arasında sürdürülebilir tarım uygulamaları tartışılmakta. Organik, permakültür, hassas uygulamalı, biyodinamik ve geleneksel tarım gibi farklı yaklaşımlarla toplumsal, ekonomik ve çevresel faktörlerin karşısında bir orta yol aranmaktadır. Genel olarak kimyasal kullanımı endüstriyel tarımdan az olsa da esas anlamını teknik uygulamalarından çok üretimin mantığı ve karar alma süreçlerindeki farklılıkta bulur. Dünyanın pek çok yerinde sürdürülebilir tarım aynı kâr mantığıyla uygulanmakta ve organik tarımda görüldüğü gibi giderek endüstriyelleşmektedir. Ticari başarı olmaksızın devam ettirilmesi mümkün görünmemektedir. Endüstriyel tarımla rekabete girdiği anda kaybetmesi kaçınılmazdır. Castro, Brezilya’yı uçsuz bucaksız tarlalarda hayvan yemi ve etanol için ektikleri şeker kamışı, mısır ve buğday için eleştirirken sadece ekonomik bir eleştiri yapmıyordu oysaki. Aynı zamanda metodu da kendi ülkesindeki tecrübesine dayanarak eleştiriyordu. Küba, sürdürülebilir tarımın, insanlık için de uygulanabileceğinin en gelişkin örneğidir.

Küba’da 1959’daki devrimden sonra toprak reformu gerçekleşmiş, nüfusun %9,4’ünün sahip olduğu %73,3’lük tarım toprağı yüzbinlerce çiftçiye dağıtılmıştır. Ekonomik ambargo altında hızla çıkış arayan Küba özellikle 70’li yıllardaki “yeşil devrimde”, tarımını hızla makineleştirmiş, kimyasal kullanımı ABD’dekini bile aşmıştı. Küba dünyaya şeker kamışı satıyor, karşılığında temel gıdaları satın alıyordu. 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla petrol ithalatı bir anda neredeyse sıfırlanan Küba’da 90’lı yıllar boyunca insanlar çok büyük zorluklar yaşadılar. Traktörlerin çalışmadığı koşullarda tarımsal üretim durma noktasına geldi. 3-4 yıl içinde tüm ülke ortalama 9 kilo zayıfladı. Petrol yokluğundaki bu süreçte kentsel tarım üzerinden Küba tarımı yeniden şekillendirildi. Ulusal bir teste tabi tutulmuşlar ve iradeleri sınanmıştı. İnsanlar deneme yanılma yoluyla, şehirlerde, kırsalda, park, yol kenarı, ev-okul bahçesi, nerede bulurlarsa bir şeyler ekmeye başladılar. Çiftçilik popüler meslek olmuştu ve devlet uzmanlar aracılığıyla halka tarım eğitimi vermeye başladı. Kent tarımı daha çok insan gücü gerektirdiği gibi, ürün çeşitliliğini de arttırmış, taşıma ve fosil yakıt maliyetlerini minimuma indirmişti. Birkaç yıl içinde “özel dönemden” çıkılmış ve sürdürülebilir tarımın toplumsal ve bilimsel temellerle desteklendiği ulusal bir sistem geliştirilmişti.

1991-94’teki hızlı tarım reformu sonrasında 1994-2006 yılları arasında gıda üretimi yıllık %78 artmış, sadece 4.200 tondan 4.200.000 tona çıkmıştır. Ülkede tüketilen sebzenin %60’ı kent bahçelerinde üretilirken, buğday ve pirinç gibi ürünler halen ithal edilmektedir. 1 milyonu aşkın kent bahçelerin büyük çoğunluğunun alanı 800 m2’nin altındadır. Tohum koruyucu düşük kimyasallı böcek ilacı dışında tarım ilacı kullanımı yasaktır. Tarım istihdamı başlangıçta çok büyük artış gösterse de son yıllarda Venezüella’dan yakıt alımının başlamasıyla 90’lara göre biraz daha endüstriyelleşti. Ancak halen çoklu ürün ekimi, toprak verimliliğinin takibi, su kullanımının azlığı, besin geri dönüşümü, gübre-ilaç kullanılmaması sayesinde ekolojik bir tarım sürdürülmektedir. Endüstriyel tarıma göre tüm bu dezavantajlarına rağmen daha yüksek verim vermektedir. Tarımın bilimsel temelde ele alınışıyla çiftçilerle bilim insanlarının birlikte çalıştığı projeler gelişmiştir. Tek ürüne dayalı tarımın (ekimin %53’ü şeker kamışıydı) zararları önceden görüşmüş ve buna yönelik bilimsel çalışmalar krizden önce başlamıştı. Bu konuda çalışan bilim insanı sayısı artmış ve bilim halkın hizmetine sunulmuştur. Küba tarımı, her yıl büyük kasırgalarla sarsılan bölgeden ekolojik tarımı sayesinde daha az etkilenmektedir. Topraktaki yüksek humus oranı selle akıp gitmesine engel oluyor, ürün çeşitliliği sayesinde farklı ürünlerin üretimindeki artış azalışlardan daha az etkileniliyor. Biyoyakıt için değil Küba toprağının yapısına uygun bitki seçimi yapılıyor. Daha sağlıklı ürünler sayesinde uzun vadede bazı hastalıkların görülme oranı da düşüyor.

Küba’nın masalsı başarısı bazı temel koşullara dayanmaktadır. Bu koşullar anlaşılmadan sürdürülebilir tarımın her ülkede aynı başarıyla uygulanacağı iddia edilemez. Küba’daki kentsel tarım teknik değil politik bir devrimdir. Başarısı toplumcu karakterinden gelmektedir. Örgütsel olarak özerk birimlerin merkezi yönetim altında yönlendirildikleri, insan kaynağını işçi sendikalarından, öğrenci örgütlerinden, yerel komitelerden, çiftçi birliklerinden alan bir yapısı vardır. Sadece tarımda çalışanların değil tüm toplumun sürece katılımı sağlanmıştır. Kaliteli eğitim politikası sayesinde kırsal kesimdeki insanların okur-yazarlığı artmış, teknik becerisi gelişmiştir. Tüm bunlar Küba halkının 1959 devrimini sahiplenmesinin sonucudur. Bugün ABD ablukasının kalkmasının ardından tarım pazarının ele geçirilme tehlikesine karşı da aynı politik irade gösterilmelidir. Bu tam da iklim değişikliğinin çiftçileri ekolojik tarıma itmesi gibi tersten gelen bir baskı. Küba tarımı verimli sistemi sayesinde ekonomik kaygılar yerine insanların ekolojik kaygıları ön plana almasını sağlayabildiği ölçüde başarılı olmuştur. Bilim insanlarını çiftçilere karşı sorumlu tutarak, gücü-bilgiyi demokratikleştirerek gelişmiştir. Yaşam tarzının Amerikanlaşması halinde örneğin artacak et tüketimi için elbetteki bu sistem işlemeyecektir.

Küba sosyalizminin bu zorunlu dönüşümü diğer sosyalist deneyimlerde karşılaşılan kapitalist kent düzeni içinde kalan uygarlık anlayışını değiştirmiştir. Kentin sosyalist tarzda yeniden tasarlanması mümkün kılınmıştır. Gıda krizi sayesinde şehir-kır çelişkisinde şehir insanını doğaya yaklaştırarak bir adım atmıştır. Sürdürülebilir tarım halen kapitalist sistem içinde bir restorastyon aracı olarak dursa da uygulaması uzaktır. Özellikle Amerika’daki kaya gazı ve kutup bölgesindeki doğal gaz keşifleriyle fosil yakıtların daha çok uzun yıllar tükenmeyeceğinin kesin olduğu bir koşulda endüstriyel tarım devam edecektir. Ama tam da fosil yakıtlar sonsuz kaynağa sahip olduğu için değişen iklim, zorunlu bir geçişi dayatacaktır. Bu zorunlu geçişi kabul etmemek kıtlığa ve milyonlarca insanın göçüne yol açacaktır. Yani önümüzde yine iki seçenek vardır: ya sosyalizm ya barbarlık.

Onur YILMAZ