İsimsizleştirmek – Ursula K. Le Guin

İçlerinden bir çoğu isimsizliği uzun zamandır kabullenmişti ve buna dair mükemmel bir kayıtsızlık içindeydiler. Köpek balıkları ve yunuslar, foklar ve su samurları ayrı bir hevesle rıza göstermişler ve isimlerini terk ederek elementleri su gibi anonimliğin içine sürüklenmişlerdi. Ancak bir grup Tibet öküzü bu durumu kabul etmedi. İsimlerinin -yak- kulağa iyi geldiğini, ve varlıklarından haberdar olan herkesin kendilerini bu isimle çağırdığını söylediler. Pire ve fare gibi her yerde bulunan ve Babil’den beri yüzlerce, binlerce farklı isimle anılmış canlıların aksine, bir isimleri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirlerdi. Bütün bir yaz boyunca bu konuyu tartıştılar. Yaşlı Kadınlar Konseyi, nihayetinde ismin diğerleri bakımından işe yarar olabileceğine ancak ‘yak’ların bunu kendi aralarında asla kullanmadığına, gereksiz olduğuna ve bu yüzden isimsiz de yapabileceklerine kanaat getirdi. Bu argümanı erkeklere sunma zamanı geldiğinde, tam fikir birliği erkenden başlayan şiddetli tipi yüzünden ertelenmek zorunda kaldı. Buzlar çözülmeye başladığında karara varıldı ve ‘yak’ adı onu kendilerine bahşedene geri verildi.

 

Evcilleştirilmiş hayvanlar arasında, Dean Swift’in onları kendi lügatlarından sözcüklerle isimlendirme yönündeki başarısız girişiminden sonra pek az at nasıl hitap edildiklerini umursuyordu. Sığırlar, koyun, domuz, eşek, katır ve keçilerin yanı sıra tavuk, kaz ve hindiler de adlarını kendilerini isimlendiren insanlara geri vermeyi büyük bir hevesle kabul ettiler.

 

Evcil hayvanlarla ile ilgili birkaç sorun çıktı. Kediler, tabi ki de, sebatkar bir biçimde, kendi kendilerine verdikleri, ağza alınması yasak olan kişisel isimler dışında bir isme sahip olduklarını reddettiler. Eliot isimli bir şairin dediğine göre, kediler gün içinde uzun saatler boyunca düşüncelere dalarmış, tefekkür eden kedilerin hiçbiri isimleri üzerine kafa yorduklarını itiraf etmese de dışarıdan izleyenler bu derin bakışın nesnesinin mükemmel veya platonik bir fare olmayabileceği ihtimalini düşünürlermiş. Her halükar da bu tartışmalı bir konu. Köpekler, bazı papağanlar, kuzgunlar ve sığırcıklara gelindiğinde de sıkıntı yaşandı. Konuşma konusunda yetenekli olan bu canlılar isimlerinin kendileri için önemli olduğu konusunda ısrarcıydılar .Ancak bireysel isimleri olarak Rover, FrouFrou, Polly ve hatta Birdie diye anılmak isteyenlerin bu isimleri kullanmakta özgür oldukları anlaşılınca, kaniş, papağan, köpek, kuş gibi genel ünvanlardan ve bir kuyruğa bağlanmış teneke kutular gibi iki yüz yıldır arkalarından gelen bütün Linnaeus sınıflandırmasından vazgeçmekte hiçbiri tereddüt etmedi.

Böcekler isimlerinden, uçsuz bucaksız bulutların içinde, sürüler halinde vızıltı ve uğuldamaların kısa ömürlü heceleriyle uçuşarak, emekleyerek ve yol açarak ayrıldı. Denizlerdeki balıklara gelince; isimleri sessizce, okyanuslar boyunca mürekkep balığının soluk, bulanık mürekkebi gibi dağıldı ve hiç iz bırakmadan akıntıya karıştı.

İsimsizleştirilecek kimse kalmamıştı, ve ne kadar yakın hissediyordum onlara, birini yüzerken ya da uçarken, koşarken ya da bana doğru veya tenimin üzerinde sürünürken gördüğümde, gece peşimden yürüdüklerinde ya da gün içinde yanı başımda… İsimleri onlarla benim aramda saydam bir bariyer gibi dururken olduğundan çok daha yakındık. Öyle yakın ki, onların bana karşı duyduğu korku ve benim onlara karşı duyduğum korku tek bir korku halini almıştı. Ve çoğumuzun hissettiği o çekim, bir diğerinin kabuğunu, tenini, tüylerini hissetme ve okşama isteği, kanını ve etini tatma isteği, birbirini sıcak tutma isteği… Bu çekim ile korku bir olmuştu şimdi. Avcının avdan, yiyen kişinin yemekten bir farkı kalmamıştı.

 

Bu hemen hemen peşine düştüğüm etkiydi. Beklediğimden bir biçimiyle daha kuvvetliydi. Artık bütün bu bilincin eşliğinde kendim için bir istisna yapamazdım. Kararlılıkla endişelerimi bir kenara koydum,  Adem’in yanına gittim ve ‘Sen ve baban bunu bana ödünç vermiştiniz. Gerçekten çok işime yaradı, ama son zamanlarda pek iyi uymuyor. Yine de teşekkürler, gerçekten işe yaradı.’ dedim. Bir hediyeyi huysuz ve nankör izlenimi vermeden iade etmek zordur, ve ben onda bu izlenimi bırakmak istemiyordum. Pek aldırış etmedi, sadece ‘Onu oraya bırak, olur mu?’ dedi ve işine devam etti. Yaptığım şeyi yapmamdaki nedenlerden biri de konuşup durmanın bizi bir yerlere ulaştırmamasıydı, ama aynı zamanda biraz hayal kırıklığına uğradım. Verdiğim kararı savunmaya hazırlamıştım kendimi. Belki üzülebileceğini fark eder ve konuşmak ister diye bir şeyleri bir yerlere koydum, etrafta oyalandım biraz, ancak başka hiçbir şeye aldırış etmeden işine devam etti. Sonunda ‘Peki, hoşça kal. Umarım bahçenin anahtarı kapıyı açar.’ dedim. Parçaları bir araya getirmekle meşguldü, ve etrafına bakmadan ‘Tamam. İyi, canım. Yemek ne zaman?’ dedi. ‘Bilmiyorum.’ dedim. ’Ben gidiyorum. Onla-’ bir an duraksadım ve sonunda ‘Onlarla gidiyorum.’ dedim. Doğrusu, kendimi ifade etmeye ve açıklamaya çalışmanın ne kadar zor olacağını ancak o zaman fark edebildim. Olması gerekenin bu olduğunu düşünerek, eskiden yaptığım gibi gevezelik edemezdim. Kelimelerim yavaş, yeni, tane tane ve ihtiyatlı olmalıydı, evden dışarıdaki hayata giden yolda, kışın ışıltısının karşısında devinimsiz duran koyu dallı, uzun dansçıların arasından geçerken attığım adımlar gibi…


Kaynak: She Unnames Them-Ursula K. Le Guin 

The New Yorker, 21 January 1985

Çeviri: Sıla KAYMAK