Erkek Egemenliğinin Can Simidi: Mülteci Düşmanlığı – Asmîn Deniz

Göçün başladığı 2011 yılından beri yer yer yükselen ve alçalan bir seyir izlese de özellikle son birkaç haftadır medya yoluyla mülteci düşmanlığının körüklendiğine hepimiz şahidiz. CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ve Zafer Partili Ümit Özdağ gibi ırkçı faşist figürler, bu nefretin popüler örgütleyicileri.

Mülteci ve göçmenlere yönelik nefret politikasının ardında günden güne ağırlaşan ekonomik krize ve toplumsal çürümeye karşı emekçi halk arasında yükselen tepkinin yönünü değiştirme amacı var. Sermayenin temsilcisi AKP-MHP Faşizmi ve burjuva muhalefet ekonomik krizin yükünü emekçi halkın omuzlarına yıkmak isterken, işsizlik ve yoksulluğun sorumlusu olarak mültecileri işaret ediyor. Oysa, gerçek durum bundan çok farklı. AKP-MHP faşizmi, içine düştüğü siyasi ve ekonomik krizde, mültecileri araçsallaştırıyor. Öncelikle, 2011’den beri mültecileri uluslararası siyasette AB’ye karşı bir koz olarak kullanan siyasi iktidar, AB’den aldığı fonlardan ise Kürdistan üstündeki işgalci savaşını finanse etmek için yararlanıyor. Öte yandan, yaşanan ekonomik krizle artan maliyetleri dizginleyebilmek için, Suriyeli, Afgan, Özbek ve pek çok ulustan mülteci ve göçmenleri ucuz işgücü deposu olarak sermayedarlara sunuyor. Mülteci ve göçmen işçileri en ağır ve güvencesiz koşullarda çalıştırırken, yerli işçiler arasında körüklenen ırkçılık, şovenizm ve düşmanlık ile işçilerin ve ezilenlerin öfkelerinin birleşerek faşizme yönelmesini engellemek istiyorlar.

Son dönemde ise bu ırkçı nefret politikalarını, kadınlarının güvenliğine dair kaygılar ile meşrulaştırmaya çalışan bir akım, gündemi belirler hale geldi. Sosyal medya üzerinden çoğunlukla dezenformasyon niteliğindeki haberlerle, kadına ve çocuğa yönelik taciz ve şiddet görüntüleriyle örgütlenen bir ırkçılık ile karşı karşıyayız. Düşmanlık ve nefret, mülteci ve göçmen erkeklerin “cinsel açlıkları” ve “cinsel saldırganlıkları” ile kadınların güvenliğine dair tehlike oluşturdukları iddialarıyla körükleniyor. Sanki failler yalnızca göçmen erkeklermiş, kadınlar ise cinsel taciz ve şiddete göç dalgalarıyla maruz kalmaya başlamış gibi bir algı yaratılmak isteniyor. Tüm bu manipülasyonlara karşı, demokratik kadın hareketinin kazanımı olan cinsel şiddete karşı mücadele ve erkek şiddetinin kurumsal karşılığının erkek devlet olduğu bilincinin mülteci düşmanlığıyla bulandırılmak istenmesine karşı asıl sorumluları hatırlamakta ve hatırlatmakta büyük yarar var.

Bugün, demokratik kadın hareketinin görevi geniş kadın kitlelerini politik İslamcı AKP-MHP faşizmine karşı saflaştırmaktır. Hepimiz biliyoruz ki, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran, failleri aklarken cinsel şiddete maruz kalmış, katledilmiş kadınları sanık sandalyesine oturtan, yaşam tarzımıza müdahale eden, CİTÖK’leri kaldırarak yurt ve kampüslerimizde tacizcileri koruyan erkek devlettir. Kadına, çocuğa ve LGBTİ+’lara yönelen şiddetin sorumlusu failleri koruyan ve aklayan erkek yargı, eğitim sisteminden sağlık hakkına, evlerimizden toplumsal yaşamın her noktasına kadar bizi kuşatan erkek egemenliğidir. yöneliİşte, “kadınlarımızın güvenliği” diyerek körüklemek istedikleri mülteci düşmanlığı da tam da bu saflaştırmayı kırmak istiyor. Her gün maruz kaldığımız erkek şiddetinin sorumlusu olarak erkek egemen sistemi, bu sistemin maddi dayanakları olan faşist devleti ve sermaye düzenini işaret eden, 8 Mart, 25 Kasım ve İstanbul Sözleşmesi eylemlerinde kent meydanları zapt ederek faşist şefin tahtını sallayan, toplumsal mücadelenin en kitlesel ve direngen hareketi olan demokratik kadın hareketine karşı, erkek şiddetinin tek sorumlusu olarak göçmen erkekleri göstererek, öfkemizin yıkıcı oklarının onlara doğrultulmasını, dolayısıyla kendi üstlerinden çekmemizi amaçlıyorlar. “Irkçılığın, ayrımcılığın, göçmen düşmanlığının ve körüklenen nefretin değil, göçmenlerin yanındayız” parolasıyla hazırlanan ve pek çok demokratik kadın kurumunun imzacısı olduğu açıklama, bu emelleri kırmak için bir başlangıç oldu. Biz Özgür Genç Kadınlar; tek tek erkeklerin potansiyel fail olduğunun farkındayız, ancak erkek şiddetinin politik olduğunun da farkındayız. Cinsel taciz ve tecavüzün, kadına yönelik şiddetin, LGBTİ+’lara dönük nefret suçlarının ve çocuk istismarının sorumlusu mülteciler değildir. Yoksulluğun ve açlığın sorumlusu mülteciler değildir. İşsizlik ve geleceksizliğin sorumlusu mülteciler değildir.

Peki, mültecilik kadınlar için gerçekten ne ifade ediyor?

Mülteci sorunu, AKP-MHP faşist iktidarının “yeni Osmanlı” hayalleri ile yürüttüğü işgalci savaş politikalarının açık bir sonucu. Türk Devleti bu politikayı Kürdistan ve Ortadoğu’da bizzat kendisi yürütürken, üyesi olduğu NATO dolayımıyla Afganistan’da da uzun yıllar savaşa katıldı. Mülteciler, Türk Devleti’nin büyük rol oynadığı bu yıkım koşullarında göç ettiler.

Kadın ve çocuk mülteciler, en ağır sömürü koşullarına maruz kalıyorlar. Örneğin, Türk Devleti tarafından işgal edilen Afrin’den kaçırılan kadın ve çocuklar, Urfa ve Ankara gibi büyük kentlerde köle pazarlarında satılıyor, Türk erkeklerine seks kölesi olarak pazarlanıyorlar. Kölelikten kaçabilen kadınlar ve çocuklar ise tekstil gibi en güvencesiz ve emek yoğun sektörlerde, en düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar. En temel insan hakkı olan sağlık ve eğitim imkanlarına erişimleri olmadığı gibi, yükselen mülteci düşmanlığı ve haklardan yoksun olmaları sebebiyle cinsel, fiziksel ve sözlü saldırılara uğruyorlar.

“Kadınlarımızın güvenliği” diyerek mülteci düşmanlığını harlayanlar kadınları toplumsal ve politik bir özne olarak kabul etmeyip bir mülk gibi “sahipleniyor” , bir mülk gibi “koruyor” dolayısıyla kadın edilgenleştiriliyor, nesneleştiriliyor. Aynı zamanda Zafer Partisi gibi burjuva partiler aracılığıyla tarihten örnekler verilerek mülteci ve göçmenlerle ilişki kurmaları konusunda tehdit ediliyor, ırkçı ve faşist dalgaya karşı duran kadınlar için ise taciz ve tecavüz dileniyor, fiziksel şiddetle tehdit ediliyorlar. Kadınların taciz ve tecavüze, erkek şiddetine karşı öfkesini soğurtmak ve faşizme yedeklemek istiyorlar. Mülteci kadınların maruz kaldığı cinsel şiddeti ve yerli erkeklerin failliğini, sömürgeci faşist rejimin Kürt kadınları üzerinde özel savaş politikası olarak uyguladığı cinsel şiddet politikaları perdelenmek isteniyor. İşgalci asker ve polislerin Kürt kadınlarına yönelik cinsel şiddeti, Kürt kadınlarını katletmeleri cezasızlık politikasıyla ödüllendiriliyor. Fatma Altınmakas’tan hatırlıyoruz, Kürtçe şikayette bulunmak ve ifade vermek yasak ilan edildiği için erkeklerin elinde ölüme mahkum ediliyor, Türk askeri Musa Orhan’ın tecavüzüne uğrayan İpek Er intihara sürükleniyor, Suriyeli kız çocukları köle pazarlarında satılıyor. Polis ve bekçilerden kadınların yaşamlarını denetleyen “ahlak zabıtaları” oluşturarak kadınların hayatlarını tam bir denetim altına almayı amaçlıyorlar. Polis ve bekçiler, “bekar kadınların evlerini gözetleme” gibi haklarla donatılıyor, kadına yönelik şiddet faillerinin sırtı sıvazlanıyor. Eskişehir Yunus Emre KYK Yurdu’na giren tacizciyi koruyan Anadolu Üniversitesi, tacize karşı eylem yapan kadınları tehdit ediyor, cezalandırıyor. Erkek yargı, Pınar Gültekin’i katleden Cemal Metin Avcı ve ona yardımcı olan diğer failleri 12 duruşmadır korurken, Pınar Gültekin’in annesine, faile hakaret ettiği için hapis cezası istemiyle dava açıyor. Kamusal alanlarda kadınların fotoğraflarının çekilmesini, bu tacizi sanki yalnızca mülteciler yapıyormuş gibi anlatanlar, Giresun’da polislerin sevgilisiyle vakit geçiren bir genç kadını fotoğraflayarak intihara sürüklemesini görmek zorundadır. Genç kadınları kampüslerden sokaklara ablukaya alarak “makbul kadınlığa” hapsetmek isteyen faşist erkek devlet isyanın yönünü demagojiyle değiştirmek istiyor.

Kadınların güvenliğini bahane ederek mülteci ve göçmen düşmanlığını körükleyenlerin kadınların asıl düşmanları olduğunu biliyoruz. Liselerde, kampüslerde, sokakta karşı karşıya kaldığımız erkek şiddetinin sorumlusunun erkek egemenliği olduğunu; AKP,MHP, CHP, İYİP, Zafer Partisi gibi burjuva partilerle, polisiyle, yargısıyla hayatlarımıza düşman olduğunu biliyoruz. Bu bilinçle, kadınlar üzerinden yürütülmek istenen ırkçı nefret politikalarını reddediyoruz. Faşizmin kadın düşmanı politikalarına karşı kadın özgürlük mücadelesini, mülteci ve göçmen kadınlarla el ele yükselteceğiz. Yaşasın kadın dayanışmamız!