Zarrab’tan Man’a Yolsuzluklar Dizisi – Alican Yılmazer

Memleket olarak nasıl günlerden geçtiğimizi söylemeye gerek yok, Ülkeyi yöneten iktidarın artık politik bir hareket olmadığını, mafyatik bir suç şebekesi, organize suç örgütü hatta muhalefet üzerinde kurduğu şiddet aygıtı ile alenen terör örgütü olduğunu hepimiz görmekteyiz. Ticarette organize suç örgütü, siyasette terör örgütü gibi hareket eden bu yapı 2017’nin son aylarına Reza Zarrab ve Man Adası olayı ile damga vurdu. Bu yazıda suç örgütünün işleyiş şemasını ele alacağız.

İlk konumuz; Reza Zarrab dosyası

Reza Zarrab’ı Türk medyası ilk olarak zengin iş adamı olarak tanıdı. Ebru Gündeş ile olan ilişkisi aldığı pahalı hediyeler ile magazin dünyasında yer aldı. 17-25 Aralık operasyonları ile iktidar sahibi iki kliğin açık bir şekilde bir birine girmesi sonucu Reza Zarrab ilk defa aleni bir şekilde siyaset içi bir konum almış oldu. AKP iktidarının kurduğu kirli rüşvet pazarlığı ortaya çıktığında, Reza Zarrab’ın devlet içindeki üst kademelerde yer alan siyasileri nasıl elinde tuttuğu ses kayıtlarında yer aldı. Zafer Cağlayan’a aldığı 240 bin euroluk saati günlerce gündemde kalırken, yolsuzluk operasyonunda ön plana çıkan diğer bakanlar Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar’ın bu yolsuzluk ve kaçakçılık tezgahındaki rollerini gördük. Genç yaşında devlet içinde bu derece güç sahibi olan Reza Zarrab, ne ticareti yapıyor ve bu kadar zengin sorusunu gelirsek en kısa özeti şöyledir; Uzun zamandır çeşitli odakların, ​İran Devleti üzerindeki amerikan ambargosunu delmek için bir çok iş adamını destekleyerek kişiler üzerinden ticaret yapmaya çalıştığı biliniyordu. Reza Zarrab ise bu kişilerin başında geliyor.

​İlk aşama; İran’a uygulanan ambargoya rağmen Petrol Ticareti

İran Devleti NIOC petrol şirketi vasıtası ile Türkiye’de BOTAŞ’a doğalgaz, TÜPRAŞ’a petrol sevkiyatı gerçekleştiriyor. Ancak ABD’nin İran üzerinde uyguladığı ekonomik yaptırımlar ve Ambargolar yüzünden BOTAŞ ve TÜPRAŞ bu ticarette direk ödeme yapamıyor. Bu noktada Reza Zarrab’ın daha önce ikna ettiği Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın desteği ile açılan NIOC petrol şirketinin Halkbank hesabına paralar yatırılıyor. Ancak ödemeler İranlı şirket tarafından yaptırımlar olduğu için çekilemiyor.

İkinci Aşama; Paranın yer değiştirmesi

Sermayeh Bank, İran menşeili bir banka olup döviz alım satımı gerçekleştiren şirketi olan Sermayeh Exchange firmasını devreye sokuyor. NIOC’un Halk Bankası hesabında bulunan paralar Sermaye Exchange’in gene Süleyman Aslan ve Reza Zarrab ortaklığı ile açılan hesabına aktarılıyor. Lakin hala İran menşeili bir firmanın hesabında bulunan bu paraların uluslararası transferi ambargo yüzünden gerçekleşmiyor yani para Türkiye’den İran’a çıkamıyor.

Üçüncü aşama; Zarrab’ın şirketi ve paranın Halkbank’tan çıkışı

Sermayeh Exchange, NOİC’ten aldığı paraları bu sefer Reza Zarrab’ın şirketi Safir Altın’ın Halk Bankta ki hesabına aktarıyor. Safir Altın, Sermayeh Exchange firmasının paravan şirketi olan Tosa Ticaretten altın almak için talimat veriyor, Tosa Ticaret ise fiziki altını Rona adlı bir firmadan temin ediyor ve bu firmanın Deniz Bank hesabına Safir Altın şirketinden talimat ile aldığı paraları aktarıyor. Tosa Şirketi bu ticaret sırasında ödemeyi TL üzerinden yapıyor. Para artık Halk Bankası’ndan çıkmış oluyor. Fiziksel altını Rona adlı şirket sağlamış oluyor. Paravan Tosa şirketi ile paralar altına çevrildikten sonra Reza Zarrab’ın sahibi olduğu Royal Denizcilik Endüstriyel Makine ve Kıymetli Madenler Sanayi Ticaret A.Ş. devreye giriyor ve Tosa şirketinin, Rona şirketinden aldığı fiziksel altını alıyor. Artık paralar atlına çevrilmiş bir şekilde Reza Zarrab’ın sahibi olduğu Royal Denizcilik Endüstriyel Makine ve Kıymetli Madenler Sanayi Ticaret A.Ş. şirketinde bulunmaktadır.

Dördüncü aşama; Paranın yurt dışına çıkışı

Reza Zarrab’ın Dubai’de kurduğu Incept adlı firma devreye giriyor ve Royal Holding’te bulunan altınları satın alıyor. Incept altın ödemesini Dubai menşeili olan Bank of Baruda’dan Royal Holding’in Finansbank’taki hesabına yapıyor. Incept şirketi, Royal Holding’ten aldığı altını Birleşik Arap Emirliklerinin para birimi olan dirhem üzerinden satarak nakde çeviriyor. Artık paralar altına dönmüş bir şekilde Royal Holding ile Incept firması arasında ticaret ile yurt dışına çıkmış oluyor.

Beşinci ve son aşama; Doğalgaz ve petrol satan İran’ın ödemeleri alması

Royal Holding satılan altınların extreleri gene Dubai merkezli olan Reza Zarrab’ın firması olan Atlantis’e gönderiyor. Zarrab ticaret esnasına alınan Dirhemleri ise Dubai’deki Rostamani Exchange adlı döviz işlemleri yapan firmaya gönderiyor. Bu firmanın Amerika’da da ofisi bulunuyor. Bu ofis aracılığıyla para en son ABD’de Standard Chartered bankaya aktarılıyor. Burada toplanan paralar İran’ın kendisi ile ticaret yapan başka şirketlere yapması gereken ödemeleri yapıyor. Bu dolaşıma sokulan paralar bir nevi İran üzerindeki ticaret ambargosunu delerken, İran’ın da uluslararası borçlarını ödeme şekli oluyor.

Reza Zarrab bu sistemi kurarken ise, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a kendi tabiri ile 40-50 milyon Euro + 7 milyon dolar, 2.5 milyon TL ve birçok değerli mücevheri rüşvet verdiğini söylüyor.  Zafer Çağlayan’ın ise bunun ile yetinmeyip, bu sisteme %50 ortak olmak istediğini söylüyor. Aynı zamanda Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan bu işten aldığı rüşvetler karşılığında paranın Halkbank içinde ki dolaşımını sağlıyor. Milyarlarca doların döndüğü bu sistemin içinde Reza Zarrab ise gerek Türkiye’nin gerek İran’ın kendisine temin ettiği düşük kurdan aldığı dövizleri kullanıyor. Ticareti yaparken normal kur fiyatından yapıyor. Ve bir nevi kur üzerinden Milyarlarca dolar da kendisi kazanıyor. Peki ne oldu da Reza Zarrab bir anda rüzgarı karşısında almaya başladı? Kurduğu organizasyonun çarkları bir güzel işlerken ilk fireyi 17-25 Aralık operasyonu ile verdi. 70 gün tutuklu kaldığı sürenin sonunda AKP’nin savcı ve hakimleri değiştirip Reza Zarrab’ı tahliye etmesinden sonra iç siyasette algı operasyonu ile hayırsever bir iş adamı olarak tanıtılmak istendi. 2014 yılında A Haberde katıldığı bir programda “25 milyar TL’lik ihracat yapmışım, cari açığın %15’ini tek başıma kapatmışım. Taktir sizin” demesi AKP kitlesi üzerinde işe yarasa da, artık uluslararası anlamda üzeri çizilen isimlerden birisi olmuştu. İran ambargosunu delen bu ticaretten ABD’nin rahatsız olduğu biliniyordu.

Reza Zarrab’ı asıl korkutan ise İran oldu. Kendisine ‘Reisim’ diye hitap eden İran’daki ortağı Babek Zencani, İran mahkemesi tarafından alınan hızlı bir karar ile ‘dünyada fesat yaratmak’ suçlamasıyla idam edildi. Bir nevi İran bu ticarette Reza Zarrab’ı saf dışı bırakmak istedi. ABD’yi karşısına alarak İran ambargosunu delen Reza Zarrab, İran tarafından aldığı bu darbeden sonra sırtından vurulmuşa dönerek bir süre Türkiye’de kendini güvende hissetse de, 15 Temmuz Darbesi ve devam eden süreçteki AKP iktidarının siyasi istikrarsızlığı, batı ile yaşadığı gerilim durumu karşısında Reza tek seçeneği ABD’e teslim olmak ve itirafçı olmak olduğunu gördü.

Güvenli bir sahil arayan Reza Zarrab soluğunu Miami sahillerinde aldı ve uçaktan iner inmez FBI tarafından tutuklandı. Mahkemede “Miami’ye geldiğimde tutuklanacağımı bilmiyordum.” dese de kısa sürede itirafçı olmayı kabul etti. En büyük korkuyu AKP iktidarı yaşadı. Keza Reza Zarrab’ın ağzından çıkacak her itiraf bu büyük suç organizasyonunun parçası olan herkesi yakacaktı. Şu kesin ki Recep Tayyip Erdoğan’ın haberi olmadan milyar dolarların aklandığı bir ticareti AKP’li üç beş bakan kendi kafalarına göre yapamaz. Keza Mahkemenin bir tapede “başbakan ve ali babacan onay verdi” ifadesindeki neye onay verildi diye sorulduğunda; “Halkbank içinde olan bu paranın izini kaybettirme organizasyonunu Ziraat Bankası ve Vakıf Bank içinde de yapmamızı, İran ile bu bankalar aracılığıyla ticaret yapılmasını onayladı” diyerek cevap verdi. Bu usulsüz ticaret ile AKP’nin yöneticilerinin ne kadar pay aldığından bahsetmeye gerek yoktur herhalde.

Reza Zarrab’ın yargılandığı dosya; ABD’ye karşı dolandırıcılık, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasasını ihlal etmek, bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, para aklamak. Bu dosya içinde bulunan birçok AKP’li vekilden birisi olan Zafer Çağlayan’ın ise ABD’de tutuklama kararı çıktı. AKP’nin en büyük korkusu Reza’nın itirafçı olması ve organizasyonu tek tek anlatması idi. Bu işten çıkışın yolunu ise Reza’yı reddetmekte buldu. Reza Zarrab tutuklu bir şekilde mahkeme karşısına çıkacağı günleri beklerken, AKP’nin saldırgan vekili Mehmet Metiner; “Zarrab’ın canı cehenneme. Zarrab bizim için önem arz eden birisi değildir.” ve daha sonra Metiner’in “Tut ki Amerika’nın ambargosu delinmiş, bu Zarrab’ın kişisel suçudur.” demesi, AKP’nin paçayı kurtarma çabasından öteye gitmeyen adımlar oldu.
Çok geçmeden korkulan senaryo AKP iktidarının karşısına çıktı, Reza Zarrab daha ilk mahkemeden itirafçı oldu ve tek tek konuşmaya başladı. Mahkeme başkanının Amerikalı yetkililere neden yardım etme yolunu seçtin sorusuna verdiği cevap ise; ‘İş birliği, sorumluluğu kabul etmenin ve hapisten çıkmanın en kolay yoluydu’ oldu.
AKP iktidarı bu durumdan sıyrılmanın yollarını aramaya başladı bile. İlk olarak 17-25 Aralık operasyonu sonrası hayırsever iş adamı olduğuna inandırmaya çalıştığı Reza Zarrab’ı dışlamanın kendileri ile alakasının olmadığını göstermenin uğraşının pek bir işe yarayacağa benzemiyor. Ancak iç siyasette kendi kitlesini konsolide eder.

Reza Zarrab davası dosyası içinde Erdoğan’ın adının 8 yerde geçtiği söylenmişti. Davanın Savcısı Bharara görevden alınmadan önce Twitter’de Erdoğan’ı takip etmesi, bir nevi dosya sana da uzanıyor mesajı içeriyordu. Önümüzdeki dönem ABD ile Türkiye arasında ki tansiyon artacağa benziyor. AKP iktidarının yaptığı yolsuzluklar artık iç siyasetinden gündeminden çıkmış gibi görüyor. AKP’nin içinde bulunduğu bu suç örgütü uluslararası düzeyde yargılanacağa benziyor.

Man Adası Dosyası;

​Man Adası AKP iktidarının kirli işlerinin bir başka örneğini teşkil ediyor. Öncelikle Man Adası nerededir ve fonksiyonu nedir dersek; İrlanda denizinde bulunan nüfusu 100 bini geçmeyen bu yerleşim yeri, iç işlerinde bağımsız dış işlerinde Birleşik Krallığa bağlıdır. Bu küçük yerleşim yeri, dünyada vergi cenneti olarak bilinen ‘Offshore’ ülkelerden birisidir. Bahamalar, Virgin Adası, Malta, Birleşik Arap Emirlikleri, Vanuatu, Mauritius sayabileceğimiz bazı Offshore ülkelerden bazıları. Offshore ülkeler dünyada kara paranın aklanabileceği. Vergi kaçakçılığının kolaylıkla gerçekleşebileceği ülkeler oluyor. Bu küçük ülkeler çok düşük vergilendirme işlemleri yapıyor. Yani Man Adasında bir şirketiniz varsa ve ticaret yapıyorsa bu şirket, hiç vergi vermeden işlerini götürebiliyor. Kıyı ülkeleri olan bu ülkeler, günümüz dünyasının yasa dışı paralarının aklandığı yerlerdir. Kendi bankacılık kuralları olduğu için de genel de kara paranın izini kaybetmek için dolaşıma çıktığı güzide yerlerden birisi.
​Tarihte ilk olarak Viking yerleşim alanı olarak insan yaşamının aktif şekilde görüldüğü adada 2 ağustos 2011 tarihinde Sıtkı Ayhan bir şirket kuruyor. Ve asıl esprisi olan hikaye zinciri başlıyor. Şirketin değeri 1 sterlin olarak belirleniyor tek ortakla kuruluyor. Bu şirketi 2.5 ay sonra 15 Kasım 2011 yılında şirketi 1 sterlin ödeyerek Kazım Öztaş satış alıyor. Bu andan itibaren bu şirket üzerinde para trafiği başlıyor.

12 kasım 2011 ile 4 ocak 2012 tarihleri arasında yaklaşık 15 Milyon dolarlık para trafiğinde;

  • Mustafa Erdoğan (Erdoğan’ın kardeşi) 1.25 milyon ve 2.5 milyon dolar olmak üzere toplamda 3.75 milyon dolar
  • Ziya İlgen (Darbeyi haber veren Erdoğan’ın eniştesi) de 1.25 milyon ve 2.5 milyon dolar olmak üzere 3.750 milyon dolar
  • Osman Keteci (Erdoğan’ın dünürü) 1.25 milyon dolar ve 1 milyon dolar,
  • Mustafa Gündoğan (Erdoğan’ın eski özel kalem müdürü) 1.25 milyon dolar ve 250 bin dolar,
  • Ahmet Burak Erdoğan (Erdoğan’ın oğlu) 1.45 milyon ve 2.3 milyon dolar
    Olmak üzere toplamda 15 milyon dolar para çekiyorlar.

Erdoğan bu olay gün yüzüne çıktığında yaptığı açıklama ise ‘bu paralar şirket satışı karşılığında gerçekleşti’ oluyor. Burada bizim sorumuz ise şu; 1 Sterlin değeri olan şirket yani 1 sterlin varlığı olan bir şirket 15 milyon dolar değerinde hangi şirketi satın almış olabilir. Ortada bir şirket olmadığı kesin. Diyelim bir şirket var ve gerçekten satışı gerçekleşti, Man adasında 1 Sterlin değeri olan şirkete satılan 15 milyon değerinde ki şirketin adı nedir? Sermayesi ne kadardır? Yıllık mali bilançosu nedir? Varsa ortakları kimlerdir? Varlıkları nelerdir? Ve eğer gerçekten böyle bir şirket varsa ve devir senetleri nerede? Bu soruların cevapsız kalacağı aşikardır.

Man Adası ve benzeri Offshore ülkelerde dönen kirli oyunlara nelerdir dersek; bu ülkelerde genel de iki tür yolsuzluk karşımıza çıkıyor. Öncelikle vergi cennetleri olduğu için paralar kurular paravan şirketler aracılığı ile buraya kaçırılıyor. Bir nevi vergi kaçakçılığı için kullanılan bir yöntemdir. İkinci başlıca kullanımı ise kara para aklamaktır ki yapılan ticarete bakılırsa kara paralar bir yolu ile Man Adasına gitmiş orada kurulan paravan şirket aracılığı ile aklanarak Türkiye’ye geri dönmüşe benziyor. Tabi bu işte gene Halk Bank para trafiğinin Türkiye ayağını kuruyor. Yapılan ödemeler yukarıda ismi geçen kişilere Halk Bank üzerinden yapılıyor.​Erdoğan ve suç örgütünün kurduğu bu kirli tezgah ne ilk ne son olacağa benziyor. Yıllar önce Deniz Feneri davası ile başlayan bu yolsuzlukları iktidarda bulunduğu süre boyunca da devam edecektir.

​Son olarak

Erdoğan’ın başını çektiği bu suç örgütü freni patlak kamyon gibi bu güne kadar devlet mekanizmasını kontrol etmenin gücü ile kendilerini doğaüstü zannederek halkın paralarını çaldılar. Beceriksiz ekonomi politikaları ile 1.400 TL asgari ücrete halkı mahkum ederken 50 milyon Euro rüşveti az görüp dahasını isteyen bakanlar görmüş oldu bu ülke. Önce din tüccarlığı yapıp halkı yıllarca kandırdılar. Stoklarda artık satılacak din kalmayınca,  Reza Zarrab gibi birbirlerini satmaya başladılar. Önümüzdeki dönem ABD ile Türkiye arasında ki tansiyon artacağa benziyor. AKP iktidarının yaptığı yolsuzluklar artık iç siyasetinden gündeminden çıkmış gibi görünüyor. Reza Zarrab dosyası daha çok dış siyaseti meşgul ederken. Man Adası belgeleri ise iç siyasetin konusu oldu. Başbakan Binali Yıldırım ‘belgeleri savcılığa ver kardeşim’ diyerek çıkışta bulundu. Tabi hakim ve savcıların kendi kontrolünde olduğunu biliyor olması ve savcının 15 dakika da uzman incelemesine bile tabi tutmadan sahte belgedir diye altına imza atacak olmasının rahatlığı içindeler.