Yüksel Direnişi – Veli Saçılık

  • Öncelikle Yüksel direnişinin başlangıcından söz edelim direniş nasıl başladı ve sen bu direnişe nasıl ve hangi aşamada dahil oldun?

Yüksel direnişi Nuriye Gülmen’nin açığa alınması ve sonrasında 9 kasımda ‘’İşimi geri istiyorum’’  döviziyle İnsan Hakları Anıtının önüne çıkmasıyla başladı. Yaklaşık on gün sonra Semih Özakça’nın ihraç edilmesiyle birlikte Nuriye ve Semih birlikte direnmeye başladılar. Ben de 24 kasım itibariyle işimden ihraç edildikten hemen sonra  direnişe dahil oldum.

  • Sence Yüksel pratiği Türkiye’nin bugünki siyasi ve toplumsal zemininde nereye oturdu?

İşten ihraç edilmeler, atılmalar, haksızlığa uğrama karşısında aslında toplumsal anlamda siyasal olmayan tepkiler de verilebilirdi. Biz bunu hiç politik olmayan bir işçide, bir işportacıda görebilirken özellikle öncü diyebileceğimiz Kesk’linin, binlerce kamu emekçisinin  ihracında bu kadar sessiz kalınan bir yerde birkaç kişiyle bir inadın sürdürülmesi aslında ön açıcı ve kendimizi sorgulayabileceğimiz bir eyleme dönüştü. Hükümet bunu baskıyla, şiddetle bastırmayı düşündü, ama orantısız şiddeti ona karşı iradi duruşun sağlamlığı devleti de politikasız bıraktı. Bugün şunu diyebiliriz, yüksel direnişi OHAL  saldırısına karşı AKP’nin bu kuralsız dövüşünde ve dikta rejimine rağmen tarihe geçmiş bir direniştir. Sonuçları nereye bağlanırsa bağlansın, bu tarih içerisinde önemli bir yere sahiptir.

  • Eylem aylardır aralıksız devam ediyor. Geçmiş pratiği nasıl değerlendiriyorsunuz. Bugüne kadar direnişin yapabildikleri ve yapamadıkları nelerdi?

Bu eylem sınırlı bir eylemdir. Sınırı şudur,  İnsan Hakları Anıtının önünde inatla durma ve karşı tarafın saldırısına rağmen iradeyi sağlam ve başı dik bir şekilde sürdürme eylemidir. Bu eylemin kendi sınırları var. Çünkü kitle hareketlerine yol açabilirdi ve diğer devrimci örgütlerle ‘’Her yer Yüksel, her yer direniş!’’ sloganı yayılabilirdi. Polis şiddeti ve terörü karşısında bunun sınırlandırıldığını ve Yüksel Caddesin’de bir ölçüde  hapsedildiğini görüyoruz. Diğer taraftan da Yüksel Caddesi bilinirliğiyle, direngenliğiyle şuan Türkiye’de hatta Dünya’da konuşulan bir direnişe dönüştü.

  • Nuriye ve Semih’in sağlık durumları ve motivasyonları nasıl?

Sağlık durumları gerçekten kötü, çünkü 40 kilonun altına düşmüş durumdalar. Dün avukatlarıyla görüştüm, mide bulantıları ve kusmaları devam ediyor.Dolayısıyla sıvı alımının aşağı çekilmesi gerekiyor.Umarım 28 Eylül’e kadar çok ciddi bir sorun yaşamazlar. 28 Eylül’de de tutukluluklarının devamına karar verilirse devlet onları ölüme mahkum etmiş gibi görünüyor.

  • OHAL ve KHK’ların özel olarak hedef aldığı alanlardan biri de üniversite, üniversiteyi bu denli abluka altına almak istemelerinin nedenleri nedir?

AKP şöyle bir cümle kullanıyor; “Eğitim oranı arttıkça bizim oyumuz düşüyor.’’ Kendisi cehaletten, bilgisizlikten ve genel İŞİD’ler  tarzındaki kaba propagandadan  besleniyor. Onun için de üniversitede akademisyenlerin, aydınların, sanatçıların tasfiye edilmiş olması her alanda kaba bir algının oluşması ve her tarafı ele geçirmişken, ana okullarını, üniversiteleri, liseleri diyanete bağlayarak bir ağ kurmaya çalışıyor. Burada yapmak istediği o düşünsel malzemeyi yok edip cahil bir toplum yaratmak.

  • Son dönemde adalet talebi çevresinde HDP ve CHP çeşitli kampanyalar düzenledi. Son olarak senin de katıldığın Adalet Kurultayı gerçekleşti. Sen kurultayı nasıl değerlendiriyorsun?

Benim de katıldığım demeyelim, benim de çağrılı olduğum ve konuştuğum diyelim.Çünkü örgütçüsü ve taraftarı değilim, ama böyle bir etkinliğin yapılması ve vurgulanması olumluydu. Fakat şunu da belirtmek gerekiyor; ’’Bütün dünya buna inansa kardeş olsa.’’ adalet vurgusu böyle bir şey değildir. Sınıfsal içeriğinden yoksun ve kitlelere hitap etmeyen bir içerikte algılandı ve söylendi, bu yersiz bir tavır çünkü sosyal demokrat ya da sosyalist iseniz mutlaka işçi sınıfıyla, sendikalarla toplumun çeşitli sınıf  katmanlarıyla birlikte ve onların sorunlarından bahsederek  vücut buldurabilirsiniz.

Orada şunu da gördüm,Nuriye- Semih’e ilgi yoğundu. Aynı zamanda ben de kendi tutsaklık anılarımı kitlelere temas kurarak anlattım, ilgi gördüm.Demek ki gerçek hikayelerimizi bu adaletsizliği anlattığımızda kitlelerde karşılığını görebiliyoruz. Bu kurultaydan bunu çıkardım.

  • Kurultaya gençlik katılımının zayıflığı kurultayın dikkat çeken bir  başka noktasıydı. Bu zayıflığın veya ilgisizliğin sence sebebi nedir?

Aslında bu CHP’nin örgütsüzlüğüyle alakalı bir şey.CHP orada resmi belediyeleri hizmet aracı olarak gördü. Halbuki bir parti kurultayı ise,  parti kurultayı bunu örgütler ve gençliğiyle birlikte o alanı disipline eder. CHP bunu yapamadı. Az önce bahsettiğim gibi sınıfsız düşünme tarzı oraya da yansımıştı.Karşınızda ki düşmanı yenmek istiyorsanız öncelikle örgütünüzü örgütlemek zorundasınız. Chp bu anlamda bir örgütsüzlük gösterdiği için de gençliğini organize edip kitleye katamadı. Halbuki gençlik yegane güçtür, mevcut sisteme düşünce üretecek ve ona karşı ilk harekete geçecek bir güçtür.

  • Sence yeni dönemde nasıl bir politik durumla karşı karşıya kalacağız ve sol-sosyalist-demokratik özneler yeni dönemde nasıl bir pozisyon almalı?

Yeni bir dönem gelip gelmediğini tam olarak bilmiyoruz. Ortada bir faşizm var. Nuriye- Semih’in mahkemesi de, Suruç Katliamı da ortada bir faşizm var mıdır yok mudur sorusuna iyi bir cevaptır.Türkiye’de faşizm çok tabandan ve yukarıdan örgütlenmiş bir boyuttadır.Yeni dönem dediğimiz şey; sosyalistlerin susturulması,kamu emekçilerinin susturulması, işçi sınıfı grevlerinin yasaklanmasıdır. Benim için yeni dönem tekrar grevlere başladığımız AKP’yi gerilettiğimiz bir dönem olabilir. Bunun için de sosyalistlerin ve muhaliflerin AKP’nin yaptığının tam tersini yapması gerekiyor. Neden öyle diyorum, çünkü OHAL’e karşı bizler programlı bir direniş ortaya koyamadık, sadece bunu protesto ettik. Sürekliliği olan alanlar seçerek ya da söylemler geliştiremedik. Tekrar kendimizi örgütlememiz gerekir ki eylemden önce söylemimizin olması gerekir. Önümüzdeki dönemde en iyi yapılması gereken şey birlikte hareket etmektir. Mesela şöyle bir örnek göstereyim, Nuriye ve Semih’le benim dünya görüşüm örtüşmez genel anlamda  ama ortak bir talebimiz vardır, ‘’İşimi geri istiyorum.’’ İhraç edilmiş iki emekçi vardır ve ben de aynı talebi savunuyorum. Bu aynı talep doğrultusunda yan yana gelebilmeyi başardığımız sürede yeni bir evreye geçeceğimizi düşünüyorum.

  • Son olarak Öğrenci hareketine Özgür Gençlik aracılığı ile söylemek istediklerin neler?

2001 yılında ceza evinden çıkmıştım. Kolumu o zaman  koparmışlardı. Özgür Gençlik’le bir röportaj yapmıştım. Demiştim ki, gençliğe çok büyük bir sempati duyuyorum çünkü bizim olmaz dediğimiz şeyleri olduruyorlar, yapamayız dediğimiz şeylerin yapılabileceğini gösteriyorlar. Özgür Gençlik aynı zamanda yaralı bir gençlik. Bir kere Suruç’u unutmaması, oradaki yoldaşlarını kimin öldürdüğünü unutmaması gerekiyor. Nazım’ın da dediği gibi “Bunların sen isimlerini aklında tutma fakat 28 Kanunisaniyi unutma!’’ Yani Suruç’u unutmadan bir pratiğe girişmesi gerekir.

Gençliğin, teknolojiyi kullanarak, okumalar yaparak sosyalist ruhu canlı tutmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Buradan tüm gençliğe selamlarımı ve sevgilerimi yolluyorum.