Sinemanın Devrimcisi; Yılmaz Güney – Cansu Akkaş

Asıl adı Yılmaz PÜTÜN olan Yılmaz Güney 1 Nisan 1937 yılında Adana’nın Yenice ilçesinde doğar (Daha sonra yazacağı Boynu Bükük Öldüler romanına doğduğu yer olan Yenice ilçesindeki Karataş köyünün yaşantısından esinlenerek o çevredeki köy yaşantısını romanının konusu yapmıştır). Çocukluğu Karataş köyünde yoksulluk ve feodal zihniyetin içinde geçen Yılmaz GÜNEY feodal ve erkek egemen zihniyete ilk tepkisini çocukluğunda babasının annesinin üzerine kuma getirdiğinde babasına karşı tavır alarak ve annesiyle daha fazla yakınlık kurarak göstermiştir.

 

Aslen Urfa Siverekli olması ve çocukluğunda Kürt kökenli bir eşkiyanın cenazesinin köyüne getirildiğinde jandarmanın gösterdiği tavır ileride Kürt Özgürlük Hareketine ilgi duymasında etkili olmuştur. Üniversite yıllarına kadarki yaşamı bu şekilde olan Yılmaz GÜNEY 1957-1958 yıllarında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazanır fakat okula devam etmez çünkü onun asıl hedefi yazar olmaktır, yönetmen Atıf Yılmaz’la tanışana kadar da edebi alanda eserler vermiştir.

 

İlk hapis cezasını da üniversite yıllarında yazdığı “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsünde Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle almıştır. Aslında öyküde bir hayat kadınının yaşamı anlatılır. On sekiz ay hapis cezasına çarptırılan Yılmaz Güney yakınlık duyduğu Komünizme bu olaydan sonra daha fazla ilgi duymaya başlar ve mahkeme sırasında hakimin ona siz Komünistler her şeyi bilirsiniz sözünden etkilendiğini ve o günden sonra Komünistlerin her şeyi bilmesi gerektiğini anladığını söyler. Yılmaz Güney “Boynu Bükük Öldüler” isimli romanı bu suçlama sebebiyle Nevşehir Cezaevinde tutsak iken yazmıştır. Başlangıçta roman senaryo v.s türlerde yazan Yılmaz Güney özgürlüğüne kavuştuktan sonra Atıf YILMAZ vesilesiyle kamera karşısına geçmiştir.

 

Yılmaz Güney’den önce genellikle yakışıklı jön olarak adlandırılan kişiler Yeşilçam oyuncusu olduğu için ve çekilen filmlerin Yılmaz Güney Sineması’nın tarzından çok farklı olduğu için Yılmaz GÜNEY başlangıçta Yeşilçam içerisinde soğuk karşılanmış fakat daha sonra başarısını ispat edince “Çirkin Kral” lakabıyla anılmaya başlanmıştır. Ne kadar ünlenirse ünlensin hiçbir zaman burjuva yaşam tarzını benimsemeyen ve ideolojik duruşundan hiçbir zaman taviz vermeyen Yılmaz Güney ikinci cezasını 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde sakladığı için almıştır. On yıl hapis cezasına çarptırılan Yılmaz Güney 1974 yılında genel afla serbest bırakılır fakat özgürlük dönemi fazla uzun sürmez altı ay sonra Adanalı pamuk işçilerinin yaşantısını konu alan “Endişe” filminin çekimleri için gittiği Adana’da çekimler sırasında kendisini rahatsız eden ve eşi Fatoş Güney’e hakaret ve küfür eden savcı Sefa Mutlu’yu öldürme suçundan on dokuz yıl hapis cezasına çarptırılır.

 

“Duvar” filminde çocuk mahkumların yaşadığı zorlukları ve devrimci tutsakları, Seyithan filminde feodal ve erkek egemen zihniyetin kadın yaşamı üzerindeki tahakkümü, “Yol” filminde tutsakların yaşadığı zorlukları insanları suç işlemeye iten nedenleri ve sistemi eleştirir, “Sürü” filminde Kürdistan’daki feodal zihniyeti, yöre insanının yaşadığı zorlukları ve Kapitalist sisteme, kırsal yaşamdan kentsel yaşama, sanayileşmeye geçişi, “Arkadaş” filminde devrimciliğin ne olduğunu ve devrimci yaşantının nasıl olması gerektiğini anlatan Yılmaz Güney yazdığı romanları, senaryoları çektiği filmlerle her zaman ezilen ve sömürülen insanların yine ezilen ulus olan Kürt halkının yanında yer almayı başarmıştır.

 

Fakat Burjuva devlet sisteminde neredeyse her devrimcinin karşılaştığı zorluklarla karşılaşmış, on iki yıl tutsaklık yaşamış ve memleketinden uzak olmanın üzüntüsü içinde mide kanserine yenilerek Fransa’da vefat etmiştir. Cenazesi önce Paris Komünarlarına ev sahipliği yapmış olan Pere Lachaise mezarlığında daha sonra kendisiyle bir nevi kader ve düşünce ortaklığı yapmış olan Ahmet Kaya ile aynı mezarlıktadır. Ölüm yıldönümü olan bugünde yapılacak en güzel şey onu kendi sözü olan “MUTLAKA KAZANACAĞIZ” sözüyle ve sol yumruklarımızla anmak olacaktır.