Seri Katillere Dur Demek İçin | Can Atalay

Seri Katillere Dur Demek İçin

Adalet, Sosyal Adalet …

Ülke yangın yeri…

Adaletsizlik, hukuksuzluk her yeri sarmış.

Saray kapılarında kuyruğa girenler için istisnasız bütün kapılar açılırken gazeteciler, öğrenciler, avukatlar, öğretim üyeleri, milletvekilleri, işçiler, öğretmenler, parti genel başkanları ve ev kadınları için ise sadece karakolların, mahkemelerin ve hapishanelerin kapıları açılıyor. 

Bütün bir toplum, baskı ve açlık ile terbiye edilmeye, biat ettirilmeye çalışılıyor.

Madenlerde, inşaatlarda, yurtlarda öldüremediklerini adalet arayışı sırasında emdikleri sütü burunlarından getirerek ölmekten beter ediyorlar.

Hukukun evrensel ilkeleri, normları ayaklar altına alınıyor. 

Hukuksuzluk yegâne hukuk haline getiriliyor. 

Güçlünün, iktidar olanın, iktidara yakın olanın gemisini yüzdürdüğü, diğerlerinin ise düz yolda yolunu şaşırdığı bu yeni Türkiye’de, güpegündüz elinde fenerle ‘insan’ arayan Sinoplu Diyojen gibi yollarda, meydanlarda adalet arıyoruz.

Öte yandan emeği ile geçinen yurttaşlar açlık ve sefalete mahkûm ediliyor. İşsizlik ve yoksulluk her geçen gün artıyor. Atanamadığından, işsizlikten, çocuğuna pantolon alamadığından, terörist diye yaftalanmaktan dolayı insanlar canlarına kıyıyor. Ülkenin başkentinde altı ay boyunca sistematik işkence gördüğünü detaylarıyla anlatan bir kadının ifadeleri dava tutanaklarına geçiyor. Altı insanın ailesi, resmi kurumların kapıları yüzlerine kapandığı için gözaltına alındıktan sonra haber alamadıkları eşlerinin ve çocuklarının hayatta olduğuna dair en küçük bir bilgi kırıntısı uğruna sosyal medyadan medet umuyor. KHK marifetiyle işlerinden ve tüm vatandaşlık haklarından men edilen, “ağaç kabuğu yesinler” diye aşağılanan memurlar sosyal birer ölü haline getirilmeye çalışılıyor.

Yaşanabilir bir doğa, güvenceli bir iş, başını sokabileceği bir ev, sağlıklı bir yaşam, iyi bir eğitim isteyen milyonlarca yurttaş ya kaderiyle baş başa ya da cemaatlerin, siyaset simsarlarının insafına terkedilmiş durumda. Buna itiraz eden kesimler de mahkeme ve hapishane tehditleriyle sindirilmeye, korkutulmaya çalışılıyor.

Bütün yurttaşların ülke kaynaklarından, kamu hizmetlerinden eşit yararlanma, sosyal haklarının güvence altına alınması gerekliliği, mevcut iktidarın partizan, çifte standartlı uygulamaları neticesinde lime lime edilmiş halde.

Saray ve iktidar partisine yakın olanların ceplerini doldurduğu, her türden imkândan yararlandığı, iş bulduğu, ihale aldığı, diğerlerinin ise ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü yeni Türkiye’de yollarda, meydanlarda sosyal adalet arıyoruz.

Demokratik haklara sahip çıkabilmek için AKP’nin sadaka ve biat kültürünün karşısına hak ve adalet mücadelesini dikmenin yollarını arıyoruz!

Sosyal Cinayet Nedir?

Sosyal cinayet kavramı, yaşamın hemen her alanında görülen ortaya çıkmasında sosyal düzenin birinci elden etkili olduğu, aynı zamanda sonuçlarının da doğrudan sosyal yaşamı etkilediği, özellikle ikinci kuşak hakların kullanımı sırasında ortaya çıkan hak ihlalleridir.  Yaşamsal ihtiyaçlar olan beslenme, barınma, sağlık, eğitim, çalışma ve ulaşım gibi hizmetler bizzat devletin doğrudan hizmet sağlayıcı veya denetleyicisi olduğu temel haklardır. Nitekim bu ihtiyaçlar gerek ulusal gerekse de uluslararası mevzuat metinlerinde birer hak olarak tanımlanmıştır. Nasıl ki yaşam hakkı vazgeçilemez ve hiçbir koşulda ihlal edilemez bir hak başlığı ise söz gelimi sağlıklı bir fiziki çevrede, insan onuruna yakışır bir barınma da aynı önemde yaşamsal bir haktır. 

 

Dahası, devlet, kapitalist sistemde dahi, birinci kuşak haklar olarak tabir edilen bu temel hakların sözde garantörü konumundadır. Başka bir deyişle, ikinci kuşak haklar olarak tabir edilen ekonomik ve sosyal hakların sağlanması, devletin yükümlülüklerini tanımlayan birinci kuşak hakların fiili olarak hayata geçebilmesinin öncelikli şartı haline gelmiş durumdadır. Bu hakların düzenli ve sistematik olarak ihlal edildiği, yurttaşlar üzerinde çok ağır maddi ve manevi zararlar meydana getiren sosyal düzene ise “Sosyal Cinayetler Düzeni” adını verilmesini öneriyoruz…

 

Günümüz sosyal yaşamı, bir hakkın ihlalini ve bu ihlalden doğan zararların tanzim yollarının tespitini önce ulusal sonra da uluslararası mahkemelere bırakmıştır. Elbette ki mahkemeler de diğer tüm kurumlar gibi, bugünkü toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal kurumlarının bir başka temsilcisi, uzantısı ve tescil mercii konumundadır. (Yani, verilen hukuk mücadelesi, tek, yegâne ve mutlak adalet arayış yolu değildir. Bugün mahkemelerin vesayet altında verdikleri hukuk dışı karar örnekleri, şaşırtıcı olamayacak sayıdadır ancak buna rağmen her alanda olduğu gibi, mahkeme kapılarında da adalet arayışı hiç şüphesiz ki sürdürülecektir) Dolayısıyla, mahkemeler önündeki mücadeleler de yalnızca duruşma salonlarından, zabıtlardan ve hükümlerden ibaret kalmayacak, bu kurumları ortaya çıkaran diğer tüm sosyal alanlara da sirayet edecektir. Yani cinayet ne kadar sosyal ise, hukuk mücadelesi de o nispette sosyal olacaktır.

Deniyoruz, henüz yolun başındayız…

Soma Katliamı Davası ve Soma Davası Mücadelesinin Tarihsel Anlamı

Soma Katliamı, ülke tarihinin en büyük sosyal cinayetidir, katliamıdır. 

301 eş, kardeş ve oğul göz açıp kapayıncaya kadar denilecek bir sürede bile istiye ölüme gönderilmiştir.

301 madencinin ölümüne sebep olan Soma Katliamı davası; dönemin enerji politikaları, madenlerde çalışma rejimi, kapitalist sistemin üretim zorlaması, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin hiçe sayılması bağlamında değerlendirilmelidir.

Ancak sermayenin açık sorumluluğunun ötesinde, siyasal iktidarın direkt sorumluluğu ve işçi yatıştırma aracı olarak kullanılan, adına sarı bile denilemeyecek sendikacılığın suç ortaklığı da aynı oranda önemlidir.

Ötesi, Soma katliamı katliamın olduğu Eynez Karanlıkdere ocağının yapısal özellikleri veya tekil işverenin güvenlik zafiyeti ile sınırlı ele alınmaması gereken, salt teknik ve bireysel değil, toplumsal, siyasi ve ekonomik boyutlarıyla ele alınması gereken bir sosyal cinayettir. Nitekim Soma katliamının en doğrudan sebebi genel olarak enerji, özel olarak kömür sektöründeki özelleştirme, metalaşma, piyasalaştırma ekseninde gerçekleşen neoliberal dönüşümdür. Dahası, madenlerdeki ölümcül olabilen koşulları sorgulamadan çalışmaya razı olacak düzeyde yoksullaşmış bir kır nüfusu yaratan tarımdaki neoliberal dönüşüm ve mülksüzleştirmedir. Dolayısıyla yargılama süreci ve hukuk mücadelesinin de bu dinamikleri kapsaması zorunlu idi…

Katliamın üzerinden bir yıl dahi geçmemişken solun/toplumsal muhalefetin içinde bulundukları şartları da inkâr edilmese de, kanımca daha çok öznel ve kendisine ilişkin eksiklikleri nedeniyle hızlıca geri çekildiği havzada, 301 madencinin hesabını sorma mücadelesi çok az sayıda avukat ve ailelerin örgütlenmesine önayak olan emektarların sırtına kalmıştır.

12 Nisan 2015 günü sabah saatlerinde kendilerini duruşma salonuna dahi sokmamaya çalışan kolluğun barikatlarını, bir değil iki değil tam üç kere yıkan analar, babalar, eşler (son aşamada siyasal iktidarın kaderci söylemlerini ve sermayenin sadaka vererek susturma yöntemlerini kullanarak bölme hamlelerine kadar) adalet arayışından vazgeçmediler, duruşma salonunda da sokakta da adaleti nerede ise çıplak elleri ile söküp almaya çalıştılar ve hala bu arayışlarını sürdürmekte kararlı olan aileler mevcut.

 

Soma, Kınık, Savaştepe ve Kırkağaç’ta yaşayan bu yoksul insanlar, uzunca bir süre memleketteki tüm sömürülenlerin derdi ile dertlendi, tüm ezilenlerin acısını kendi acısına eş bildi. 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta gençlerimiz katledildiğinde ilk sesin Soma’daki annelerden geldiğini anımsatmak isterim.

Seri katilleri durdurabilmek için sosyal cinayetlere son vermek gerek.