Kriz ve Türkiye – Olcay Çelik

  • Öncelikle Ekonomiyi bize kısa ve yalın biçimde tarif eder misin?

Bugün ekonomi dendiğinde akla öncelikle para ve paraya dair karmaşık ilişkilerden oluşan bir yapı geliyor. Televizyonu açtığınızda ekonomi analistlerinin konuştuğu dili anlamak, eğitim düzeyi yüksek biri için bile çok mümkün değil. Oysa ekonominin bu karmaşık dili basit bir gerçeği örtüyor. Yaşamsal bir faaliyet olarak ekonomi, paralar ya da ürünler arasında değil, insanların yaşamak (ve daha iyi yaşamak) için sarf ettikleri emekleri arasındaki ilişkidir. Bir bilim olarak ise, emeğin ürettiği değerin ne kadarına el konulacağını ve el konulan kısmın egemenler arasında nasıl paylaşılacağını araştıran, disiplindir ekonomi. Bu nokta iyi kavrandığı zaman, hem ekonominin o karmaşık dilini ve işleyişini kavrayabilir, hem de o işleyişi istediğimiz yönde değiştirebilme imkanını yakalayabiliriz.

  • Biraz da ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkiden bahsedersek ekonomi ve siyaset ilişkisi nasıldır, bizi nasıl etkiler?

Bir kaç örnekle anlatalım. Normalde bir darbe, savaş ya da soykırım bize gayet siyasi şeyler olarak gözükür. Ancak bunların hepsinin sonucunda “her ne hikmetse” büyük miktarda ekonomik kaynak el değiştirir. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti ihtiyaç duyduğu başlangıç sermayesini vatan haini ilan edilen Ermenilerin bu yollarla mülksüzleştirilmesi sonucu sağlamış; toplumsal huzuru sağlamak için yapıldığı söylenen 1980 Darbesi sonrasında “sürpriz bir şekilde” toplumsal mülkiyetten özel mülkiyete geçiş başlamış ve sendikal haklar yok edilmiştir. Kadına ve aileye dair çıkarılan ve siyasi nitelikte olduğu söylenen yasaların da bir çoğu aslında mülkiyeti kontrol etme ve işgücü piyasasını düzenleme amacı taşır. Bu, işçi nüfusu artsın diye evlenmenin yasal zorunluluk haline getirildiği ve kadınların cadı ilan edilerek yakıldığı erken kapitalizm döneminden beri böyledir. Sosyalistler devletin ve milletin birliğine ve bütünlüğüne zarar verdikleri söylenerek, güvenlik sebebiyle terörist ilan edilirler. Ancak yine “ne tesadüftür ki” sosyalistleri terörist ilan edenler sermaye düzeninin yılmaz savunucularıdır. Güvenlik de ezilen kitlelerin değil, mülkiyet rejiminin güvenliğidir. Kürt Sorunu’nda da durum benzerdir. Kendisi bir mali sömürge olan Türkiye Cumhuriyeti Türk kimliği ve üniter devlet gibi siyasi kavramlar üzerinden Kürt Halkına baskı, inkar ve asimilasyonu dayatır ve böylece hem Kürdistan’ın kaynaklarına konar, hem göç yoluyla ucuz iş gücü sağlar hem de şovenist duyguları körükleyerek işçi sınıfını böler.

Örnekler çoğaltılabilir. Mesele şudur: siyasetin ve ekonominin birbirinden bağımsız alanlar olduğu tezi tarihin en büyük yalanıdır. Ekonomi, siyaseti fena halde belirler! Yani siyaset dediğimiz tüm o devletler, partiler, seçimler, kanunlar vb. şeyler de sınıflar arası ya da sınıf içi mücadelelerin farklı düzlemlerde örgütlenmiş halleridir. Dolayısıyla bir sınıf olarak ekonomik çıkarımızın ne olduğunu kavradığımızda, yüzeyde hayatımızı belirliyor gözüken siyaset arenasında da nasıl davranacağımızı görmüş oluruz. Şoven, ataerkil, ırkçı, milli duyguların yerini politik özgürlük kavrayışı alır.

  • Her geçen gün döviz daha da artıyor bunun sebebi nedir?

Eğer bir ülkede döviz kuru yükseliyorsa, bu, insanların yerli para biriminden çıkıp dövize hücum ettikleri anlamına gelir. Türkiye’de Kasım’dan beri yabancı sermaye kesimleri ellerindeki değerli kağıtları satıp dolara geçmekte (yani çıkış yapmakta) hem de yerli sermaye grupları dövize hücum etmekte. TL’den bu kaçışın sebebi de ülkenin siyasi durumunun kaygı verici olması. Ancak bu, anti-demokratik uygulamalardan ziyade AKP/Saray’ın başkanlık sürecine uygun zemin sağlamak için ilan ettiği OHAL rejiminin artık mülkiyet haklarına da dokunabilecek noktaya geldiğine yönelik artan kaygılardan kaynaklanıyor. Yabancı sermaye kesimi, durduk yere darbeci ya da terörist olarak etiketlenip mallarına el konulabileceği; şirketlerine kayyum atanacağı; satışlarını sağlıklı bir şekilde sürdüremeyeceği ve kârlarını güvenli bir şekilde dışarı çıkaramayacağı endişesi taşıyor. Toplamda 312 milyar dolar borcu olan yerli sermaye kesimi de doların artışından paniğe kapılıp alım yapıyor. Ateş geçiştirilse de bir türlü düşmüyor ve dolar rekor üstüne rekor kırıyor.

  • Kapitalist Ekonomik kriz nedir? İçinde bulunduğumuz dönemi kriz olarak tarifleyebilir miyiz?

Sondan başlayalım. Bugün Türkiye’de sanayi üretimi yavaşlamaya, hatta kimi hesaplamalara göre küçülmeye başlamış, yatırımlar durma noktasına gelmiştir. Her beş kişiden ve her üç gençten biri işsiz durumdadır. Enflasyon uzun bir süre sonra yeniden çift haneli rakamlara çıkması beklenmekte, özel şirketlerin döviz borcu devasa seviyelere ulaşmakta, iflaslar artmaktadır. Halkın dörtte üçü bir kriz içerisinde olduğumuzu düşünmektedir. Dolayısıyla evet, bir ekonomik kriz içerisindeyiz. Peki neden böyle oldu? Bunun için önce sermaye neden krize girer, onu anlamamız gerekiyor.

Sermaye, emeğin ürettiği değerin büyükçe bir kısmına el koyarak kâr elde eder. Ancak rekabet acımasızdır ve tüm kapitalistleri pazara hakim olabilme sevdasıyla daha fazla üreterek daha ucuz fiyatlı mal üretimi yapmaya zorlar. Bu yarış bir süre sonra kârların düşmesine ve sermaye kesiminin elinde satılamayan malların birikmesine yol açar. Buna aşırı-üretim krizi denir ve genelde biriken bu mallar savaşlarla eritilerek sistemin tekrar canlanması sağlanır. Ancak tekellerin oluşumuyla birlikte asıl dert ucuz fiyatlı ürünler üretmek (dolayısıyla fiyat rekabetine girmek) değil, daha ucuza maledip daha pahalıya satmak olmuştur, zira tekel demek zaten pazar hakimiyet demektir. Emperyalist küreselleşme çağı dediğimiz bu çağda artık karakteristik olan şey üretim sürecini parçalayıp tesisleri en düşük maliyet yaratacak şekilde dünyaya yaymak ve ileri kapitalist ülkeler dışındaki ülkelerin borçlandırılarak mali sömürge haline getirmektir. Türkiye, Brezilya, Meksika ve Hindistan gibi ülkeler mali sömürgedirler örneğin. Ancak bu da çözüm olmaz ve sermaye bu kez de aşırı-birikim krizine girer. Yani elde edilen kârlar devasa boyutlara ulaşmıştır ancak maliyetler aşırı kısıldığı için işçi sınıfı tüketimi gerçekleştirecek gelire sahip değildir. Özetle, bugün küresel kriz dediğimiz şey “paranın bitmesi” değil, yeterli kâr sağlanamayacağı için yatırıma ve üretime dönmemesi demektir. Marks’ın dediği gibi, sermaye artık tam bir asalak haline gelmiştir ve küresel kalkınmanın önündeki asıl engel sermaye mantığının kendisidir.

Bugün Türkiye’de yaşanan ekonomik krize geri gelecek olursak… Bu krizin sebebi, sadece dolar kurunun yükselmesi değil, 14 senedir uygulanan ekonomi politikalarıdır aynı zamanda. AKP iktidara geldiğinde mali sömürge olmayı ayıla bayıla kabul etmiş, yabancı sermaye “sıcak para” denilen yolla, yani faize, borsaya ve tahvillere yatırım yapma yoluyla ülkeye akmıştı. 14 yıl boyunca bu fonlar verimli bir sanayi kalkınması için değil, inşaat, perakende ve enerji gibi görece verimsiz sektörlerin büyümesi için kullanılmış, yani büyüme üretim ile değil iç tüketim artışı ile sağlanmıştı. AKP buna mecburdu, zira bilimsel bir eğitim sistemi, kültürel birikim ve hepsinden önemlisi planlı bir sermaye birikimi isteyen sanayi hamlesine vakti yoktu – yandaşları hızlıca büyütmesi gerekiyordu. Zaten sermaye oligarşisi, de tek yol olarak bunu sunuyordu. Bu arada toplumsal meşruiyetini de eski elitleri yerinden eden bir orta sınıflaşma hamlesi ve şantaja dayalı sosyal yardımlarla sağladı. Ancak gün geldi, pil bitti. Aldığı borçtan daha fazla üretim yapamayınca matematiksel olarak dış finansmana giderek daha bağımlı hale geldi. Küresel ölçekte krize giren sermaye mali sömürge ülkelerden çekilmeye başlayınca musluklar kapandı ve krizin alt yapısı böylece oluşturulmuş oldu. AKP/Saray’ın başkanlık hırsı ile dayattığı OHAL sermaye kesiminin mülkiyet rejimini bile tehdit eder hale gelince de hem yerli hem de yabancı sermaye çıkış yapmaya başladı ve kur yükseldi. Yükselen kur özel sektör borçlarını durdukları yerde ikiye katladı. Gerisini biliyorsunuz – enflasyon ve işsizlik arttı, gelirler azaldı.

  • Erdoğan’ın yaptığı döviz bozdurma çağrısı içinde bulunduğumuz duruma bir çözüm müdür?
    Son olarak bizi neler bekliyor ve çözüm nedir?

Rakamlara baktığımızda, sarayın 2 Aralık’ta yaptığı “TL’ye dönüş” çağrısının ardından ilk bir haftada insanlar toplamda 342 milyon dolar bozdurmuş. Bunun içinde bireylerin payı 49 milyon olurken, kalanını şirketler bozdurmuş. Ancak sonraki haftalarda dövize hücum başlamış etmiş, sene sonu itibariyle döviz mevduatı kampanyanın aksine 689 milyon dolar artmıştır. Yani söz konusu millici histerinin etkisi bir hafta sürmüştür. Oysa sadece kasım ayında yabancı sermaye 2.5, yerli sermaye de yaklaşık 2 milyar dolar çıkış yaptı. Bu histeri tamamen etkili olsaydı bile bir işe yaramazdı, zira yerli ve yabancı burjuvazinin dolar hacmi ile AKP’nin orta sınıfa taşıdığı küçük esnafın veya işçi-emekçi kitlelerin dolar hacimlerinin kıyaslanabilecek büyüklükler olmadığının siyasi iktidar da farkındadır. Dolayısıyla bunu doları düşürmek için gerekli bir hamle olarak değil, kitleleri krize karşı duygusal olarak hazırlayan ve bir dış düşman algısı yaratmaya hizmet eden bir strateji olarak okumak gerekir.

Bundan sonra ne olacak? Sermaye sadece yatırım maliyetleri düştüğü için değil, aynı zamanda kâr oluşumu için sağlıklı bir ortam varsa yatırım yapar. Türkiye’de böyle bir ortam yok. Dolayısıyla tekrar giriş yapmaları için faizlerin iyice artması lazım ki riskler yüklenilebilecek seviyeye gelsin. Ancak siyasi iktidar kurun ateşini almak için dolaylı yıldan faiz artışına gitse de, bir ekonomik program olarak buna çok yanaşmıyor. Haklı da bir yandan, zira bu, kurun ateşini bir nebze alsa bile tüketimlerin ve yatırımların iyice düşmesi anlamına gelir. Yani hem faizi arttırmayacağı hem de siyasi krizi daha da tırmandıracağı bir yakın gelecekten bahsediyoruz. Bu, neresinden bakarsanız bakın mali bir sömürge için bir çelişkidir. Dolayısıyla, kapitalist mantık içerisinde AKP/Saray için önünde tek yol vardır. var olmak için sermaye oligarşisine isyan edip en azından onlar kadar sömürücü ve sömürgeci bir güç olmak. Bugün Ortadoğu’ya büyük bir iştahla girmesinin, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin devrimci kazanımlarına saldırmasının ve farklı sermaye bloklarıyla irtibata geçmesinin ardında da bu motivasyon vardır. Sermaye oligarşisinin ve onun yerli iş birlikçisi olan TÜSİAD ile AKP/Saray arasındaki bu kavganın nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor. Ancak yakın gelecek devrimcilere ve demokratlara belli görevler yüklüyor, şüphesiz.

Yakın dönemde iflasların ve düşen kârların tetikleyeceği büyük işsizlik dalgalarına ve enflasyon artışına şahit olacağız. Ödenemeyen kredi kartı borçları sonucunda mülksüzleşmeler de bu krizi derinleştirecek ve yoksul kitlelerde siyasi aidiyetten bağımsız bir nefret ortaya çıkacak. Çok belli ki siyasi iktidar buna faşist baskıları arttırarak cevap verecektir. Bizlerin görevi, açığa çıkacak bu öfkeyi örgütlemek olmalıdır.