Kürdistan’ın Çocukları – Cebrail Günebakan

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun Roboskî Katliamı’nın 1. yıldönümünde gerçekleştirdiği “Adalet İçin Roboskî’ye” kampanyası kapsamında Roboskî’ye giden Suruç’ta ölümsüzlüğe uğurladığımız SGDF MYK üyesi Cebrail Günebakan’ın Özgür Gençlik Dergisi Roboskî Özel Sayısı’na yazmış olduğu izlenim yazısıdır. Anısına ve mücadelesine bağlılıkla…

 

Roboskî’nin çamurlu sokaklarında dolaşıyoruz. Yaşamını yitiren gençlerin ailelerini ziyaretlerimiz sırasında, neredeyse her metrekaresini adımladık Roboskî’nin. Sokakları çocuk dolu bir köy. “Bu kadar çok çocuğun olması iyi” diyoruz, katliamın psikolojik etkisinin hafifleyeceği düşüncesindeyiz. Sonra başka bir soru düşüyor aklımıza “Peki katliamın bu çocuklar üzerindeki etkisi ne olacak?”

 

Katliamın psikolojik etkileri çocuklarda çok net hissediliyor, katliam sonrası birçok çocuk okula gitmek istememiş. Ailelerin ısrarına “Neden gideyim okula? Gitsem ne değişecek ağabeylerimiz de gidiyordu, bir gecede bombalarla öldürüldüler” cevabını veriyorlarmış. Çocukça bir küskünlük falan değil bu çocukların tavırları. Aksine oldukça bilinçli politik bir tavır. Birçoğu okulun devlete ait olduğunu ve devlete olan öfkelerinden dolayı okula gitmediklerini belirtiyor. Ailelerin ısrarı ve psikolojik yardım sonucu çocuklar okula devam etmişler. Katliamda babalarını yitiren ve sömürgeci faşizme öfkesi dinmeyen –hiç dinmeyecek olan- birkaç çocuk ise halen gitmiyor okula. Okula giden çocukların istedikleri meslekler de katliamın etkilerini gösteriyor bizlere. Meslek seçimleri, katliamı örtbas etmeye çalışanları hedef gösteriyor, onlara doğruyu göstermek için bu seçimleri yapıyorlar. Gazeteci, avukat, doktor, siyasetçi olmak istiyorlar. Katliamda üç maymunu oynayan medya-yargı-siyaset üçgenine tepki bu seçimler ve bir de olur ya; yaralı bir çocuğu kurtarabilme sevincini yaşama arzusu…

 

Çocukların tek sorunları, ulusal sömürünün getirdikleri değil. Çalışma olanaklarının çok kısıtlı olduğu bu köyde, ailelerin ekonomik durumları kötü durumda. Bunun doğrudan etkileri çocuklarda da görülmekte. Çocukların elbise, ayakkabı gibi gereksinimleri dahi sağlıklı şekilde sağlanmış değil. Kış mevsiminin sert geçtiği yörede, neredeyse her çocuk soğuk algınlığı gibi hastalıklarla boğuşuyor. Yine ekonomik sebeplerden ötürü çocuk ve gençler eğitimlerini çok zor koşullarda devam ettiriyorlar.

Katliam sonrası çocuklarda psikolojik tahribatı iyileştirmek için köye bir çocuk atölyesi kurulmuş, derme çatma bir odada çalışıyorlar. Devlet okullarında verilen resmi ideolojinin asimilasyona dayalı eğitim sistemine karşı, anadillerinde okuma ve yazma öğreniyorlar bu atölyede. Çocukların en sevdiği yer burası. Duvarlarında kendi çizdikleri resimler, çektikleri fotoğraflar var. Katliamda kaybettikleri yakınlarının isimleri de duvardaki yerini almış. Kiminin babası, kiminin abisi… Gönüllü eğitmenler çocuklara fotoğrafçılık, resim gibi dersler veriyorlar. Profesyonel pedagojik tedaviler olmasa dahi, bu eğitimlerin çocuklara iyi geldiğini söyleyebiliriz. Her çocuğun elinde bir fotoğraf makinesi var ve ilgilerini çeken kareleri anında kaydediyorlar. Her ne kadar yoğun emek verilse de, bu yöntemler unutturabilir mi çocuklara katır sırtında battaniyelere sarılmış taşınan parçalanmış bedenleri? Kimisi ağabey, kimisi baba, hepsi can hepsi insan, unutulabilir mi?

 

Yaşları 4 ile 12 arasında değişiyor çocukların, her biri olup bitenin farkında. Farkında oldukları şey yalnızca köyden 34 insanın eksilmesi değil, bunun bir katliam olduğu, siyasi sorumlularının kimler olduğu, halen adaletin sağlanmadığı… Batıda ergenlik yıllarını çoktan geçmiş bir gençten öğrenebileceklerinizden daha çok şey öğrenebilirsiniz Kürdistanlı 4 yaşındaki bir çocuktan. 4 yaşındaki Havin’den duyabilirsiniz “Katil Erdoğan” sloganını ya da aynı yaştaki Ozan’dan “Yalancı Erdoğan, ağabeylerimizi öldürdü o!” cümlelerini. Savaş, çocukların erken büyümesini sağlıyor diyebiliriz. Kürdistan’da yıllardır süren zulüm ise çocuklukların neredeyse hiç yaşanmamasını sağlıyor. Sömürgeci faşist diktatörlük, kara propaganda yapma amacıyla, çatışmalarda kolluk kuvvetlerini taşlayan çocukları birçok kez gündeme getirdi. Ulusal hareket de dahil, hiçbir devrimci-sosyalist siyasi fraksiyon çocukların zarar görme ihtimalini burjuvaziden az düşünüyor değil! Bu çocukları sokağa taşıran şey, emir komuta zinciri değil, yıllardır uygulanan imha ve inkar politikalarının doğurduğu öfke. Taş atmak onlar için bir oyun değil, bir direnme biçimi. Fotoğraf çekilmek için kamera karşısına geçen her çocuk zafer işareti yapıyor, on çocuk yan yana gelse slogan atmaya başlıyorlar, ya önderliklerini selamlıyorlar ya da sömürgeci faşizme nefretlerini haykırıyorlar.

 

Çocukların dağlara taşması, sokaklarda çatışması hiç kimsenin istemeyeceği bir durum. Nazımca bir tutkuyla isteriz biz de çocukların şeker yiyebilmesini, sokaklarda oyunlar oynayıp çocukça duygularını doya doya yaşamasını. İstemeyiz tek bir insanın dahi ömründe bu günlerin eksik kalmasını. Ama ne yazık ki Kürdistan’daki çocukların, savaş koşullarında buna imkanları yok. Oyuncak bebekleri yok, onlar yakılan köylerden yükselen bebek ağlamalarını bilirler, oyuncak kamyonlar yerine her gün köylerinden geçen askeri araçları bilirler, havai fişeklerin gökyüzünde görkemli patlayışları yok orada, bombalanmış dağlardan yükselen ateş bulutlarını bilirler.

 

Onlar Kürdistan’ın taş generalleri; öfkeleri halklarının tarihsel ezilmişliğinin sonucu. Dilleri yasaklanmış, soyları yok sayılmış bir halkın kadim coğrafyasında, her gün isyanın fitilini ateşleyen taş generaller. Ne bir oyun bu onlar için, ne zorla yaptırılan bir iş. Onların öfkesi; arkadaşları Ceylan’ın parçalanmış bedeninin, Uğur’un bedeninden çıkan kurşunların doğurduğu öfkedir. Durmaz bu öfke seli, hesabı sorulmadıkça kendi kanında uyuyan kardeşlerin; daha da yükselir katiller sürüsünü boğana dek.

 

Bu zulüm, bu katliamcı sömürü politikaları devam ettiği sürece bu çocuklar taş atmaya devam edecekler. Selahattin Demirtaş, katliamın yıldönümündeki konuşmasında “Katliamın hesabını bu halk soracak, artık Kürtler’in bir Kürdistan’ı olmalı!” diyordu. Çocukların şeker yiyip doyasıya eğlendiği, hüzün ve öfke duygularını katliam olduğu için değil oyuncaklarını kaybettikleri için yaşadıkları, silahların yalnızca oyuncak olduğu bir yaşam için, bu çocukların bir Kürdistan’ı olmalı. Sömürgeci faşizmin tetikçilerinin, çocukları ve hiçbir insanı katledemediği, dağlarındaki berfînlerin güneşe uzandığı, nehirlerin çağladığı özgür ülke topraklarında büyümeli bu çocuklar. Kendi kanında uyuyan taş generallerin anısına yineliyoruz;

Dîsa Dîsa Serhildan Azadîya Kurdîstan!

Xwîna Zarokan Erdê Namîne!