Kızıldere Son Değil Devrimci Bir Başlangıçtır! – Özgür Alçay

“Biz buraya dönmek için gelmedik, ölmek için buradayız!”

Mahir Çayan

30 Mart 1972, Kızıldere

Kerpiç bir evin çatısında mevzilenmiş bulunan, mavzeri elinde genç bir devrimci önderin sesinden yükselen bu kararlı ve militan haykırış, devrimci mücadele tarihine yeni bir devrimci atılım geleneğinin varlığını müjdeliyordu. Bu yüzdendir ki adına “düşman” dediklerimiz, kuşatmaya aldıkları bu yoksul Anadolu köyünde, silahlarını ateşlemeye hazır olarak bekleyen bu on devrimciyi silahsızlandırmak ve nedamet getirterek teslim almak için sürekli çağrılarını yineliyorlardı. Operasyonu yürüten tümgeneral Tevfik Türün, on devrimci şahsında Türkiye Devrimci Hareketi’nin geleceğini ezmek ve yok etmek için Ankara’dan özel olarak görevlendirilmişti. Asker ve polis telsizleri NATO frekanslarına göre ayarlanmış ve karargahlarından gelecek olan emirleri beklemeye koyulmuştu.

Ancak önderliğini Mahir Çayan  ve THKP-C savaşçılarının oluşturduğu bu on devrimci Thomson marka silahlarını ve mavzerlerini ateşleyerek cevap verdiler “teslimiyet” çağrılarına. Namludan çıkan her kurşun politik bir zafer anlamını taşıyordu.  Bu zaferi askeri denklemler ile açıklamak ise hiçbir zaman olanaklı olmadı. Çünkü devrimci hareket, en seçkin savaşçılarını Kızıldere’de şehit verirken, yeni bir politik,örgütsel ve askeri duruş kazanıyor, yeni bir devrimcilik düzeyini  toprağa karışan kanlarıyla inşa ediyordu.

Ne var ki bu yeni devrimcilik ve önderlik düzeyi yalnızca silahların patlaması ile sınırlandırılamaz. Ya da tersinden devrimci atılım, silahlı mücadele gerçekliliği karartılarak da ifade edilemez.  Hepsi diyalektik bir bütünlük içerisindedir ve kısa sayılmayacak teorik-politik-örgütsel mücadelelerin sonucunda belirginleşmiştir.

“Yeni bir devrimcilik ve adanmışlık düzeyi”

Kızıldere tek başına on yiğit devrimcinin şehit düştüğü bir tarihsel olay değil, yeni bir devrimcilik anlayışının ve politik mücadele tarzının somutlaştığı bir kavramsallaştırmadır. Bu anlamda Nurhakla, Vartinikle, Amed Zindanı ile özdeşlik gösterir. Ve hemen hepsinde ortak olan, genç devrimci önderlerin, yeni bir kopuşun yapıcıları olarak devrimci hareketin kurucu önderliğini üstlenmeleri ve bu amaç uğruna irade göstermeleridir.

Mahir Çayan’da bütün yaşamını ve devrimci enerjisini işte  bu amaç doğrultusunda kullanagelmiştir. Teorik çalışmaları, örgütsel uğraşları ve politik eylemleri yeni bir devrimler ve devrimciler kuşağı yaratabilmek içindir.  Mahir Çayan’ın kaleme aldığı ‘İhtilalin Yolu’ adlı bildiride söylediği gibi amaç yakılacak kıvılcım ile bütün bozkırı tutuşturmaktır.

”Şu anda iktidar mücadelesi yapan partimiz iktidarı alabilecek güçte ve aşamada değildir. Ve biz, bugün bu aşamayı yaşadığımızı asla iddia etmiyoruz. Biz sadece halkımızın ihtilâlci savaşının bu aşamaya gelebilmesi için, savaşmanın şart olduğunu iddia ediyor ve bu amaçla da dövüşüyoruz.”

Mahir Çayan, bu tespiti yaparken yerden göğe kadar haklıdır. Eğer Mustafa Suphi önderliğindeki kısacık tarihsel dönemi bir kenara bırakırsak, 50 yıllık bir reformist-oportünist mücadele geleneği adeta devrimci mücadelenin hareket ve eylem alanını kemirmektedir.  Bu anlayış her türlü lafazanlığı en güçlü eylem saymakta, her türlü devrimci eylemi de lafazanlıklarının mengenesinde teslim almaya çabalamaktadır. Silahlı mücadele  ise reformist ve oportünistlerce itina ile uzak durulması gereken vebalı bir hastalık olarak ilan edilmektedir.

Dönemin devrimci atmosferi ise gün geçtikçe olgunlaşmakta, mevcut yol ve yöntemlerle süreçten devrimci kazanımlar elde etmek ise olanaksızlaşmaktadır. Mahir Çayan’ın ifade ettiği gibi durum şu yazılanlardan ibarettir:

”Öyle ki, aynı revizyonist tezleri temel alan ve bunları değişik ambalajlamalarla piyasaya süren, kendi özgücünün dışında başka güçlere bel bağlayan çeşitli oportünist fraksiyonlar, en sert bir şekilde birbirlerini oportünizmle, pasifizmle, ihanetle, vs. ile suçlamaktadırlar. Kendi aralarında taktik ayrılık bile sayılmayacak ufak değerlendirme veya deyiş farklılıkları etrafında fırtına koparmaktadırlar.

Sözde yapılan ideolojik polemiklerde, utanmazca yapılan tahriflerin, küçük-burjuva   çığırtkanlıklarının, “biz eskiyiz biliriz” ukalalıklarının tozu dumanı içinde tam bir kör dövüşü yıllardır süregelmektedir.  Yıllar ülkedeki devrimci mücadeleye ilişkin ‘nereden ve nasıl başlanmalıdır?’ sorusuna açıklık getirecek somuta ilişkin hiçbir şey yazılmadan geçti. Kitap ve broşür çıkarma (ticaretle karışık) başlı başına bir eylem haline geldi.”

Mahir Çayan , bu tarz bir mücadelenin sadece “ipe un sermek” anlamına geldiğini aynı yazının daha sonraki bölümlerinde ifade etmiştir. Ve açıktır ki bu reformist anlayış  devrimciliğin, devrimci şiddeti,  büyük bedelleri, hapislikleri ve ölümleri göze alarak yürümek anlamına geldiğini her fırsatta tahrif etmeye çalışmışlardır. Kendilerini bu temelde eleştiren eski tüfeklere Mahir Çayan’ın cevabı açıktır :

“Bunlara göre, hapislere tıkılanlar, şehit edilenler devrimciler  değillerdir ki,   onlar ‘anarşist’, ‘maceraperest’, ‘bir avuç sol hayta’dır. ‘Hakiki’ devrimciler ne şehit olur, ne de hapishanelere düşer.”

Elbette ki bu sözlerin bir anlamı ve karşılığı vardır. Parti binalarında oturarak gençliğin devrimci eylem ve arayışlarını eleştirenlere karşı açılmış bir isyan bayrağıdır.

Mahir Çayan ve dahası bütün bir devrimci gençlik hareketi önderleri, farklı yol ve metotlarla da olsa kendi yollarını kendileri açmak için harekete geçmişlerdir. 20’li yaşların başında bulunan devrimci gençlik önderlerini yöneten temel görüş açısı burada saklıdır. Bu anlamda Mahir Çayan’ın söyledikleri, devrimci gençlik önderlerinin tamamı için geçerlidir.

”Sürekli olarak herkes, her gün dergilerde ve her ayrılıkta yeni bir Amerika’nın keşfini bekliyordu. Oysa dünyanın hiçbir ülkesinde devrim hareketi önce teorik planda binlerce sayfalık yazıları yazıp sonra da pratiğe geçmemişti. Ulemaların yazıları arasında artık samimi unsurlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı.

İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir.”

Mahir Çayan’da da görülebileceği gibi döneminin bütün devrimci gençlik önderlerinde ortak olan bir diğer özellik ise başkaldırdıkları örgütsel bürokratçılığa karşı eylemin ve hareketin her daim içerisinde yer almalarıdır. Ve onlar, liderdirler; ”liderler devrim savaşında masa başında oturmazlar, bu savaşta en ön safta savaşırlar.” sözleri sadece yazdıkları bir slogan değil, bir eylem ve devrimcilik felsefesidir aynı zamanda.

Bu yüzdendir ki; “Örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan yaldızlı lafları değil devrimci eylemidir” diyen Mahir Çayan, kurucusu olduğu THKP-C’nin neredeyse bütün askeri eylemlerine katılmış ve yönetmiştir. Söylediği gibi ‘giden devrim arabasına el atmamış, arabanın koltuğuna geçmiştir.’

Bizzat devrimci eylem ve özveri ile yaratılan yeni bir devrimcilik algısı ve adanmışlık düzeyi, eski davranış ve düşünce kalıplarını da parçalamıştır.

Bu adanmış devrimcilik her alanda kendisini göstermekte, cüret ve irade yeniden ayakları üzerinde dikilmektedir. Örneğin, mahkeme salonlarında orta yolculuk dönemi kapanırken, Mahir Çayan ve yoldaşlarının hapishaneden kaçmak için kazdıkları toprağı ne yaptığını soran hakime “Topraksız köylülere dağıttık.” cevabını vermeleri, yeni bir devrimcilik çıtası olmuştur.

Devrimci romantizmin tohumları da bu tarihsel kesitte mücadelenin içerisine ekilmiştir. Mahir Çayan’ın; Hindistan’ın Kalküta şehrinde / Benerci kendini vurdu / Türkiye’nin İstanbul’unda/ Hüseyin’i vurdular / Bolivya’da Guevara kanlar içinde / Pera da paramparça / Cho to Vietnam’da kıvranıyor/  dizelerini içerisinde taşıyan “Bu Adam Kurşunların Değil Kahredici Okların Hedefi” şiiri yoldaşlığın ve devrimci romantizmin en güçlü örnekleri arasındadır. Ki yine benzer nitelikleri olan Adalı şiirinin dizeleri de, Kızıldere’nin köy evinden yükselen “Kahrolsun Cellatlar” sloganı da aynı devrimci kaynaktan beslenmektedir.

“Kızıldere bitmez tükenmez bir ırmaktır”

Bugünden 30 Mart 1972’ye bakınca daha iyi gözükmektedir ki devrimci militan için Kızıldere, asla tükenmeyecek ve tüketilemeyecek bir devrimcilik kaynağıdır. Bu kaynak devrimciliğimizi sulamaya ve kitleleri devrimci mücadele ile tanıştırmaya devam etmektedir.

Ancak şunu daha iyi kavramak gerekir ki Kızıldere’ye ruhunu veren ve onu bugünlere taşıyan bilinçli bir eylem ve irade mevcuttur. O irade tartışmasız ki önderlik iddiası ve kararlılığıdır, hiçbir biçimde mevcut duruma teslim olmama yaklaşımıdır.

Bu irade ve kararlılık devrimin olmayacağını ancak bilinçli eylemle yapılabileceğini kavrayan düşüncede gizlidir.  Devrimin gencecik önderlerini asırlık eski tüfeklerin karşısına çıkartan da, silahlı devrimci mücadeleye sevk eden de bu devrimci düşünüş tarzıdır. Onlar devrimciliğin eylem ve değiştirmek olduğunu en berrak şekilde kavrayanlardır.

Bu yüzden “böyle gelmiş, böyle gider” dememişlerdir. Aksine teoride, pratikte ve örgüt yaşamında sürekli bir mücadele ve arayış söz konusudur. Onların bilinci Mahir Çayan’ın şu sözlerinde gizlidir :

”Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır. Bazıları düşerler, gerilerde kalırlar. Daha düne kadar beraber omuz omuza yürüdüğümüz bazı arkadaşlarla artık beraber değiliz. Onlar için daha fazla duramayız. Biz eskileriz, biz biliriz’ safsatadan başka bir şey değildir. Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüte ve kararsızlığa yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında, feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.

Bu durumda hareket bölünmesin diye, proletaryanın devrimci ilkelerinin çiğnenmesine, leninizmin bayrağının oportünizm batağına sokulmasına göz yumacak mıydık? Hayır, bin kere hayır!”

Evet, onlar devrimci mücadelenin gelişim sorunlarına gözlerini yummadılar. “Toplumun bütün kesimlerini sarsmaya başlayan bu devrimci kasırga, genç militanlara devrim arenasında sadece kendilerinin kaldığını gösterdi” diyerek devrimci mücadelede üzerilerine düşen misyonu kavradılar ve harekete geçtiler. Bu anlamda günümüzde en çok ihtiyacı duyulan iradeyi tereddütsüz kuşandılar ve kendilerini bir an olsun sakınmadılar.

İşte bugün Kızıldere’den akan devrimcilik ırmağından öğrenilecekse en çok da buradan öğrenilmelidir. Bugünün devrimci mücadelesinin ihtiyacı burada saklıdır. Eğer Kızıldere ruhu kavranmak isteniyorsa, Kızıldere’ye ruhunu veren devrimcilik kavranmalıdır. Bu devrimcilik ölçüsü Kızıldere’nin her daim ilk ve son sözü olacaktır.

Devrimcinin görevi devrim için çarpışmaktır. Hem de bütün olanakları ile. Büyük ustaların sık sık belirttikleri gibi “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez”. Bu nedenle devrimci kendini devrime hazırlamalı, yeteneklerini geliştirmeli uzmanlaşmalıdır, bu da teorik ve pratik çalışma içinde eğitilmekle olur. Yani devrimci teorik eğitim ve bunu pratikle birleştirmek. Amaç devrimci hareket içinde yer alacak kadroların yetişmesini sağlamaktır. Her militanın inisiyatifini kullanarak, yenilgi ve başarı alanlarında dürüst kararlar vererek doğru taktikler ışığında savaşması, genel olarak devrimci teoriyi kavramasına ve bu teoriyi yaratıcı düşünce ile pratiğe uygulamasına bağlıdır.