Kavga ve Sevda – Berjin Heval

         “Suya düşen bir karanfilse yüreğin

          Bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm,

          Vursun seni o taştan bu taşa  

          O çağlayandan bu çağlayana

          Kavgadan uzak kalmışsan

          Sevdadan da uzaksın demektir

          Devinmez yüreğinin mağması

          Çatlamaz sabrın karataşı…”

Sevgiyle doğru bir ilişkileniş kurulursa üretken ve geliştiren aksi taktirde gerileten ve tüketen bir rol oynar. Sevdalı olmak kavgaya ve yare. İkisiyle kol kola yürümek inanç ve yürek işidir. Özgürlüğe yürürken, sevgi, paylaşım, aşk ve sadakat olmalı. Bir işi severek yaparken ortaya çıkan ürünle, sevmeden, gönülsüz yapılan işte ortaya çıkan ürün aynı verimlilikte ve aynı güzellikte olmaz. İyi bir başlangıç için sevgi olmalı. Bunun için de esas olan gönüllülüktür. Gönüllülük temelinde tüm işler sevgi ile yürütülür. Brecht’in de dediği gibi ” Senin derdin benimdi/ Benimki de senin/ Paylaşmazsam bir sevini seninle/ Yoktur benim de sevincim…” böylesi bir sevgi ve paylaşma sevinci ile dolu yaşamak zorundadır devrimciler. Yoksul halklarımızın, ezilenlerin acılarını, sevinçlerini hissettiği oranda onu gidermek için mücadele eder. Yine aynı şekilde sevdalısının sıkıntılarını, acılarını da paylaşarak hafifletir. Sevinçleri, mutluluklarını paylaşarak çoğaltır, büyütürler. İnsan inandığı şeyi sevmezse koruyamaz. O nedenle olması gereken değerler öncelikli olarak; alçak gönüllülük, fedakarlık, bağlılık, adanmışlık, çalışkanlık, sabır ve direnme ruhu vb. hep saygı ile kazanılır, beslenir ve geliştirilir.

Aşıklar arasında birbirlerini değiştirip dönüştürecek üretici bir sevgi vardır. Bu sevgi güven ile beslenir, inançla yeşerir ve paylaşımla çoğalır, büyür. İlişkileri sağlamlaştırmanın yolu bu sevgi ve güven unsurunu geliştirmekten geçer.

Bazı ilişkilerde sevenlerden her biri diğerini şimdiki ve daha önceki kişisel ilişkiler üzerinde haklı olduğunu kabul ettirmeye çalışır. Böylece diğerini öğrenme, birlikte gelişme ve geliştirme yerini birbirini tüketmeye bırakır. İnsan ruhundaki sevgi potansiyeli ne kadar az, toplumsal ilişkiler ne kadar sınırlı ve insan psikolojisi, dayanışma duyguları yönünden ne kadar sınırlı ise iki insan birbirinin duygularını o kadar kolay tüketir ve harcar.  

Halbuki sevgi çıkarsız bir duygu ilişkisidir. Devrimci birey ile kolektif arasında inançla, bilinçle, güvenle örülmüş, harcı sevgi olan, ödenen bedellerle yeni bir yaşam ve yeni bir toplum anlayışıyla somutlanan sarsılmaz bir bağ olmalıdır. Düşman bunun farkında olduğu için ilk önce içimizde taşıdığımız alın teri ve ortak emek çalışmasıyla büyüttüğümüz sevgi ve güven duygusunu yok etmeye çalışır. Devrimci kimliğimize yönelttikleri saldırıların ilk ayağında kolektif bireylerin birbirlerine karşı beslediği güven ve sevgiyi hedef alır. Bu tür saldırılarla başa çıkmanın yolu sağlam bir inanç, yaratıcı bir bilinç, irade, kolektif bir dayanışma duygusu ve sevgidir. Ortak paylaşma ve yaratıcılığa dayalı yeni bir yaşam anlayışının insan ilişkilerini geliştirme ve dönüştürme potansiyelinin de ifadesidir.

Acıyı paylaşmanın, sevinci çoğaltmanın, sevgiyi inşa etmenin, yaşamı örgütlemenin ve yaşamda çoğalmanın adıdır kolektif yaşam. Bu anlamda kolektif bireyler arasında seveni de sevileni de değiştirip dönüştüren üretici bir sevgi vardır.

Dış dünyayı örgütlemeye çalışan insan kendi iç dünyasını örgütlenmenin yollarını da bulup çıkarabilecek yeteneğe sahip olmalıdır. Kolektif bireyler duygusal dünyanın verili haliyle kabul kolaycılıktan ve  sistemden kopamamaktır. Eğer doğruyu biliyorsak eğer doğrunun uygulama alanı varsa onun ne vakit gerçekleşeceği henüz kesinleşmemişse, bir beklenen geleceğe ertelemek kaçıştır. Kirlenmenin önünü açmaktır.

Sevginin en bireysel, en özgün biçimidir aşk. Burada cinselliğin bir rolü vardır elbet. Ancak kolektif birey açısından hareketi, düşünceyi, kavgayı sevebilmenin bir parçası olabilmelidir aşk. Bu sağlanamazsa bireylerin birbirini birer “cinsel obje” olarak değerlendirmesi söz konusu olur. Cinsiyetçi dünyanın zihnindeki hegemonyasını kıramamış erkekler ve tersine çevrilmiş erkek rolü oynamayı eşitlikçilik sayan kadınlar başka türlüsünü beceremezler. Aşkı bir paylaşım olarak görmek, özel mülkiyet dünyasının zihnimizdeki yansımalarından kurtulmanın yollarını açar. Kadın ve erkeğin birbirlerini karşılıklı tasarrufta bulunacakları mülk olarak görmeleri aşkı bir tutsaklık haline getirir. Aşkın özgürleşmesi mülkiyet dünyasına ait değer yargılarından arınmasıdır. Cinsel objelerin kendi vücutları üzerindeki tasarruf özgürlüğü kapitalizmin doğasında vardır zaten.

Julius ve Ethel Rosenberg’lerin aşkı örnek olmalıdır aşıklara. Onlar sevgilerini kavgada sınıyorlar. En zorlu sınav günlerinde büyütüyorlar. Her şeyde kuşkuya düştükleri anda bile sevgileri sapasağlam. İnançlarını kirlettikleri zaman sevgilerini de kirleteceklerini biliyorlar. Sevgileri ile güçlendiriyorlar inançlarını ve ölümün üstüne el ele yürüyorlar.

Sevgi, ilişkilerimizin yumuşak karnıdır. Sevgimizi kirletirsek, kavgada kirlenmemiz kaçınılmaz olur. Sevgide çoğalamayanlar, kolektif birliktelikte de çoğalamazlar. Birlikteliklerini, arkadaşlıklarını üretemeyenler kavgayı büyütemezler.

“Sevgi emektir” deriz çoğu kez. Üretici sevgi, karşılıklı harcanan emek sonucu oluşur. Ancak sevgi aynı zamanda toplumsal pratiğin ürünüdür. Düşüne sistemimizin yani ideolojilerimizin bir yansımasıdır bu yönüyle. Bireyin, kolektif düşüncenin gelişmişliği oranında “emek ” kavramının içini doldurmak mümkün olur.

Sevgi, paylaşmanın ve yaratmanın güzelliğini birlikte duyumsamaktır. Sevinci çoğaltırken, acıyı bölüşmek, eksiğin, yanlışın acısını birlikte duymak, boşluğu birlikte doldurmaktır. Bu da her sınıfın bir sevgi ideali olduğunu her sınıfın kendi nitelikleri ile donattığı bir sevgi ahlakı olduğunu söylemek demektir.

Kavgayla ve sevdayla devrimci yaşamak insanın en mutlu sevinci olduğu bir yaşamdır. Bireysel acılar küçülüyor kolektifleştiğinde, paylaşıldığında. Kavgayla dolu vazgeçilmez sevgiler oluverir zamanla. Çünkü devrimci yaşamak, devrimci bir yaşam pratiğine sahip olmak, devrimci düşünmek ve en önemlisi duygu dünyasını devrimcileştirebilmek demektir. İnsanın düşünce dünyasını örgütlemesi, duygu dünyasını örgütlemesine göre daha kolaydır. İnsanın duygu dünyası toplumsal yaşam tarafından koşullandırılır. O nedenle devrimcilik: verili akla, verili ahlaka ve verili alışkanlıklara karşı mücadeledir aynı zamanda.

O halde kavga ve sevda el ele mücadeleyi yükseltmeye!