Evrim Gerçektir! – Cemo Aslan

Fikrin ortaya çıkışı

17. yüzyıla gelindiğinde doğa bilimlerindeki ilerlemeyle beraber bazı bulgular İncil’deki bilgilerle çelişmeye başladı. Dinin güvenilirliği bazı gözlem ve bulgularla sorgulanmaya başlanmıştı artık. Kopernik devrimiyle beraber İncil’in bilime referans olamayacağı yavaş yavaş anlaşılıyordu. Bu tür gelişmeler ardından yeni bir bilim anlayışı gelişmeye başladı. Başlarda astronomik ve bazı fiziki doğal olayları açıklamaya çalışan bu yeni bilim anlayışı, 17. ve 18. yüzyıllarda fosil faunalarının keşfiyle kendine yeni bir çalışma alanı açmış oldu. Bulunan fosiller dünyanın asıl yaşını ortaya çıkarmıştı. Bu keşif sayesinde daha önce bazı ilahiyatçıların İncil’den faydalanarak dünyanın MÖ 4004 yılında yaratıldığı düşüncesi çürütülmüş oldu. Giderek daha çok fosilin bulunması ve bunlardan elde edilen bulguların “değişmeyen dünya” görüşüyle çelişmesi bilimsel alanda yeni bir görüş ortaya çıkardı:evrilen ve sürekli değişen bir dünya. Ve artık bilim için sorgulanamaz şeyleri sorgulama zamanı gelmişti. İlk olarak Fransız doğabilimci Lamarck, Charles Bonnet’in yumurtanın değişimi için kullandığı evrim kelimesi alıp canlılar dünyasına uyarladı. Ona göre evrim basitten karmaşığa, alttan üste bir değişimdi;ama yönlü bir değişim. Evrimin ilk tohumları sayılabilecek bu düşünce uzun zaman bilim dünyasında durağan ve değişmeyen dünya görüşünün gölgesinde kalacaktı ve eski bilim görüşünden tam bir kopuş yapamayacaktı. Bu kopuşu Charles Darwin “Türlerin Kökeni” adlı kitabı 1859’da yayınlayarak yapacaktı. Peki neden Darwin? Darwin’den öncede evrim teorileri ortaya çıkmıştı fakat bu teoriler ortaya atıldıkları zamanda hakim olan dünyanın ilahi bir güç tarafından yaratıldığı düşüncesinden tam bir kopuş gösteremiyordu. Bu teoriler hala İncil’de ve Tevrat’da anlatılan yaratılış hikayelerine meydan okuyacak güce sahip değildi. Ama Darwin, “Türlerin Kökeni” adlı kitabında bir tanrıya ihtiyaç duymadan yaşamın mümkün olabileceğini cesurca yazıyordu. Darwin kutsal kitapları değil paleontolojiyi referans alıyor ve fossilleri inceleyerek canlılardaki değişimi gözler önüne seriyordu. Darwin yaratılış hikayelerinin aksine tüm canlıları ortak bir ataya dayandırıyor ve bu ortak atadan evrimin iki ayrı yönünü açıklıyordu. Bu iki yönlerden ilki soy oluşumunun “yukarı doğru” olması. Diğeri ise soyların dallanarak evrilmesi ve evrimleşen türün giderek öncül tipten gitgide farklılaşması. Darwin’in bu görüşleri dönemin yetkin biyolog ve jeologları tarafından kabul gördü fakat uzun yıllar büyük bir muhalefetle karşılaştı. Fakat doğa bilimlerindeki gelişmeyle ve bulunan paleontolojik bulgularla bu muhalefet giderek azaldı ve azalmaya da devam edecek.

 

Yeryüzünün ilk sahipleri:Kendileri küçük hayalleri büyük PROKARYOTLAR ve ÖKARYOTLAR

 

Dünyamızın yaşı yaklaşık olarak 4,6 milyar yıldır. Dünya üzerindeki ilk yaşam bulguları ise 3,5 milyar yıl öncesine dayanır ama bilim insanları yaşamın başlangıcını 3,8 milyar yıl olduğunu varsaymaktadır. Fosil kayıtlarından rastlanan ilk canlı tek hücreli prokaryotlardı. Bu canlıların iki büyük zorluğu aşması gerekiyordu. Birincisi yaşamlarını devam ettirmek için enerji elde etmek zorundaydılar. İkinci olarak nesillerini devam ettirmek için çoğalmak zorundaydılar. Enerji elde etmek için atmosferde oksijen yoktu. Oksijen daha sonra siyanobakterilerin faaliyetleri sonucu ortaya çıkacaktı. Atmosferde oksijen bulunmasa bile enerji elde edebilecekleri başka kaynaklar mevcuttu: Güneşten gelen enerji ve okyanuslardaki sülfürden kaynaklanan enerji. Enerji elde etmek basitti ama daha büyük bir zorluk vardı. Çoğalmak! Bazı virüsler hariç DNA’nın üreme için vazgeçilmez olduğu bilinmektedir. Ama DNA yoktu. O yüzden DNA dünyasından önce bir RNA dünyasının var olduğu tahmin ediliyor. Ancak 1 milyar yıl sonra DNA’ya ve zarlı organallere sahip ökaryotlar ortaya çıktı. İlk ökaryot, bir arkeabakteri ve öbakterinin tek bir hücrede ortak yaşamaya başlamasıyla ortaya çıktı. Bu tek hücreli canlıların ortaya çıkması çok hücreliliğe geçiş için çok büyük bir adımdı. Ve artık insanlara kadar uzanacak olan yolun en zorlu virajları geçilmişti.

 

Düşünen ve Değiştiren Bir Varlığa Doğru

Takvimler 1974’ü gösterdiğinde antropologlar Etiyopya’da bir kazıda 3,2 milyon yıl öncesine ait 47 adet kemik buldular: Australopitekus afarensis. Anlayacağımız dille insansı maymun. Bulan bilim insanları adını Lucy koydular. Daha çok şempanzeye benziyordu. Ama Lucy’nin çok büyük bir özelliği vardı: iki ayak üzerinde yürüyebiliyordu. Yani elleri serbesti. Kazıda bulunan diz eklemi ve leğen kemiği bunu kanıtlar nitelikteydi. Lucy ve türdeşlerinin iki ayak üzerinde yürümesi çok önemli bir sonuç ortaya çıkardı. İki eli serbest kalan Lucy artık alet yapabilirdi ama kazıda alete rastlanmadı. Ama günümüzden 2,5 milyon yıl önce Lucy’nin torunları alet yapıyorlardı.

İlk insangillere de tıpkı australopitekuslar gibi ilk olarak Afrika’da rastlanır. İlk insangillerden Homo erectusun, ayakları üzerinde durabilen insan, Asya’ya yerleşmesi yaklaşık 1 milyon yıl önce oldu. Daha sonra daha gelişmiş olan Homo Heidelbergensis(heidelberg insanı) Asya ve Avrupa’ya yerleşti. Ama her iki insangil türü de sayıca az olduğundan başarısız oldular. İlk insangiller havalar ısındığında kuzeye gidiyorlar ama havalar soğuduğunda geri dönmek zorunda kalıyorlardı. Ancak Neandertallar gibi geri dönmeyenler de vardı. Bu insangiller evrimleşerek geniş kafa, alçak alın ve kalın kaşlara sahip olmuşlar ve buda onları -10 derece soğuğa dayanabilecek duruma getirmişti.

İnsangillerin beyni gitgide büyüyordu. Beynin büyümesi beraberinde sosyalliği de getirdi. Sosyallik evrime pozitif etki sağlayan bir etkendi. 30-40 kişilik avcı toplayıcı gruplar aralarında fikirlerini ve kaynaklarını paylaşıyorlardı. Bu onların hayatta kalma şansını artıran bir etkendi.

Düşünen ve değiştiren bir varlık:İNSAN

Etiyopya Emo’da günümüzden yaklaşık 200.000 yıl önce bir kadın yaşadı: Afrikalı Havva. Havva bildiğimiz en eski Homo Sapiens(modern insan). DNA analizlerine göre bildiğimiz ilk öncülümüz. Homo sapiens oldukça zekiydi. Evrimleşmiş büyük beyni bigiyi saklamayı, yaratıcı düşünceyi ve iletişim kurmayı sağlıyordu. İletişim kurması nedeniyle homo sapiens sosyal, uyumlu ve dinamikti. Biyolojisi onu dar bir çevreye hapsetmiyordu. Sorunlar karşısında beynini kullanarak çözümler üretiyor diğer avcı toplayıcı gruplarla fikir alışverişinde bulunabiliyordu. Beynini kullanarak soyutlama yapabiliyor ve el becerisi sayesinde alet yaparak en zor iklim şartlarında dahi yaşamını sürdürebilecek kaynakları elde edebiliyordu.. Doğa insanı değiştirmişti ama aynı zamanda doğa insana değiştirme yeteneği de kazandırmıştı.Bu sayede toplumsal çıkmazlara çabucak çözümler üretebiliyordu. Modern insan karşılaştığı bu ilk çıkmazda çözümü tarım toplumuna geçmekte buldu. Tıpkı feodal toplumda yaptığı, burjuva toplumda yapacağı gibi.