Et Yeme Kültürü ve Cinsiyetçilik – Rotinda Çağdaş

Vejetaryenliğin bir çok farklı bakış açısından tercih edilme sebepleri vardır. Ancak temelinde vejetaryenlik bir sağlık meselesi değil, etik ve politik bir meseledir.

Vejetaryenlik ve ırkçılık, bu bağlamda cinsiyetçilikle ilişkisi üzerinde en çok tartışılması ve anlamlandırılması gereken konulardan biridir. Irkçı ve patriarkal dünyada erkeklerin kadınlar üzerinde ‘baskı’ değil tahakküm kurduğu sosyalist çevrelerce kavramsallaştırılmıştır. Erkekler günümüzün modern toplumlarında dahi kamusal ve özel alanda kadınlar üzerinde iktidar kurmakta ve bu durum ezen ve ezilen kimliği ortaya çıkarmaktadır. Tam da bu noktada erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu tahakküm ile insanlığın hayvanlar üzerinde kurduğu tahakküme aynı yerden bakmak gerekir. İnsanlık,  toplumdan topluma ve kültürden kültüre değişmekle birlikte, besin olarak görülen ve ‘tüketilebilen’ hayvanları sömürerek beslenme ihtiyacını karşıladığını ileri sürüyor.

Tarih, uzun bir süre ‘insanlık tarihi’ olarak anlatılırken, bu insanlığa kadınlar ve siyahi erkekler dahil değildi. İnsanlık ile beyaz erkek anlatılmak isteniyordu ve bu tanım ile bir varlığın beyaz erkek olmadığı sürece ciddiye alınır olamayacağı anlatılmaya çalışılırdı. Beyazların siyahiler üzerinden beslediği iktidarı, erkekler kadınlar üzerinden ve nihayetinde tüm insanlık hayvanlar üzerinden besler ve bunu meşrulaştırır. Carol J. Adams, ‘ Etin Cinsel Politikası’ adlı kitabında; ‘ Et yeme alışkanlığı ve başka insanların maruz bırakıldığı baskılar, sırf bunlar sonucunda bir takım insanların arzuları tatmin edildiği için meşrulaştırılmaya çalışılıyor’ cümlesi ile bu durumu özetler.

Aynı kitapta “kayıp gönderge” kavramını ortaya atar ve ‘ Et yeme sürecinde hayvanlar öldürüldükleri için görünmez hale getiriliyor. Ayrıca kavramsal olarak da görünmez hale getiriliyorlar – insanlar gerçekte ölü bir domuzu ya da ineği, kesilip parçalanmış bir kuzuyu yemekte olduklarının hatırlatılmasından hoşlanmıyorlar.  Tabağımıza gelen ölü hayvanı, kültür ve toplum bize ‘besin’  ve önemli bir protein kaynağı olarak belirtmiştir. Oysa nesnelleştirilip, soslanıp tabağımıza konulan şey – bizler bir hayvan ölüsünü tüketmemiz gerekmeden de beslenebiliyorken-  öldürdüğümüz veya öldürülmesine göz yumduğumuz bir hayvanın bedenidir. Bir çok kişi, örneğin bir koyun önünde kesildikten sonra o hayvanın etini yiyemeyeceğini söyler. Çünkü gıda olarak gördüğü ve daha önce canlı bir varlık olduğunu unuttuğu etin, önüne nasıl geldiğiyle yüzleşir. Aynı bağlamda, köpek eti yemenin meşru olduğu toplumlar varken, bizim toplumumuzda köpek eti yemek günahtır ve köpek bizim evcilleştirilip birlikte yaşayabildiğimiz, sokakta görüp başını okşadığımız hayvanlardır. Bir hayvansevere birlikte yaşadığı hayvanın etini yiyip yiyemeyeceğinizi söylediğinizde, size bunun korkunç olduğunu söyleyecektir. Birlikte yaşadığı hayvanla kurduğu duygusal bağ, hayvanı yemesinin önünde engeldir. Birlikte yaşayamayıp evcilleştiremediği hayvan ise onun için bir besin kaynağıdır ve nesnelleştirilmiştir.

Beslenme biçimimizi patriarkal politika belirliyor ve erkekliği, et yemek ve fiziksel güç sahibi olmak en önemlisi de başka bir beden üzerinde denetim kurmak üzerinden inşa ediyor. Toplum et yemeyen bir erkeğin ‘erkekliğinden şüphe ediyor’ ve erkeklerin mutluluğunun et yemekten geçtiğini söylüyor. Et tüketiminin fazla olması zenginlik, toplumda ‘üst sınıf olabilme’ kavramlarıyla eş değer tutuluyor. Kültürümüzde evde az miktarda et varsa, bu mutlaka erkeğe ikram ediliyor ve ‘evin reisi’ bu sayede tahakkümünü güçlendiriyor. 1990’lara ait bir kadın dergisinde çok gülünç bir örnek var (üstelik eski bir New York Times köşe yazarının kaleminden çıkmış). Yazı şöyle başlıyor: “Erkekler ne ister? Tecrübelerime dayanarak, iyi bir seks ve iyi bir biftek istediklerini söyleyebilirim, ille bu sırayla olması da gerekmiyor. Bu kadar yakın bir tarihte, erkeğin mutluluğunun üzerinde iktidar kurabildiği ‘kadının bedeni ve cinselliği’ ile ‘hayvan eti’ üzerinden tanımlanması, vejetaryenlik ve cinsiyetçilik arasındaki bağı açıkça ortaya koyan somut bir örnektir.

Et Yemenin Kanıksanması

Et yiyen insanlarla, vejetaryenlik konusunda tartıştığınızda size büyük bir çelişkiyle cevap verecektir. Birincisi insanların hayvanlardan farklı olduğu ve et yemesi gerektiğini savunurken, bir yandan da diğer hayvanların da birbirini yediğini söyleyerek ‘et yeme’ durumunu meşrulaştırmaya çalışır. Bu çelişkinin temel sebebi meşrulaştırdıkları durumun altını doldurabilme arzusudur. Çünkü temelinde, ölü hayvanları yiyor olmak vicdanen rahatsız olmasına sebep olurken, vicdanını rahatlatma yöntemi olarak bu argümanları kullanır.

Yukarıda da örneklendirildiği gibi, patriarkal kültürün en önemli yapı taşlarından biri ‘et yemektir’ ve vahşi, şiddet içeren durumları tariflemek için bireyler hayvanlara benzetilir. ‘Hayvan gibi vurmak, öküz gibi davranmak’ gibi kalıplarla şiddetin hayvan olmakla nasıl özdeşleştiği anlatılır.

Etin Endüstriyelleşmesi

İnsanların vejetaryenliği seçmemelerindeki en önemli argümanlardan biri, vejetaryen beslenmenin pahalı olduğu ve et yemenin hem daha ucuz hem daha pratik bir beslenme biçimi olduğudur. Fast food restoranlarında daha düşük fiyata doyabilmek düşünülmesi gereken bir durumdur. Et, beslenmemizde en pahalı olan gıdalardan biriyken tüm dünyada yaygınlaşa Amerika fast food restoranları et yemeyi destekler ve bu endüstriden ciddi maddi kazanımlar elde eder. Kasaptan et alıp bir hamburger yapmak yapmak istediğinizde, maliyetiniz dışarıda yediğinizden daha fazla olacaktır. Ancak bu restoranlar, bir çok katkı maddesi ile eti önünüze başka bir biçimde sunmakta, maliyeti düşürmekte ve toplumların ‘ et yeme’ ihtiyacını bu şekilde psikolojik olarak gidermektedir.

Et endüstrisi olmasaydı, ve kapitalizm bu endüstriyi desteklemeseydi, hamburgeri normalde yediğiniz fiyatın 3 katına yemeniz gerekirdi ve bu durumda vejetaryenliğin ne kadar ucuz bir beslenme biçimi olduğu ortaya çıkardı. İkincisi, bu maliyet hesabını yaparken sağlık harcamalarıyla gıda harcamalarını bir arada düşünmemiz gerekir – o zaman da veganlığın/ vejetaryenliğin kat kat ucuz bir beslenme tarzı olduğu görülürdü.

Yazının başında vejetaryenliğin sağlık değil etik ve politik sebeplerle tercih edildiğini belirttik, ancak vejetaryenliğin ve veganlığın sağlıksız olduğu algısı yaratılmaya çalışılmakta ve bu durum insanların vejetaryenliğin seçmemesine sebep olmaktadır. Amerika’da başta gelen on ölümcül hastalığın altısı yüksek yağ, yüksek kolesterol ve süt ürünleri tüketimine bağlı hastalıklar. Üçüncüsü, dünyanın büyük çoğunluğu temelde vejetaryen bir rejimle hayatlarını sürdürüyor, çünkü tahıllar ve baklagiller çok daha ucuz.

Son olarak, sosyalist mücadele ve kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin, dünyada bunca ölüm ve haksızlık varken hayvanların ölümünün daha önemsiz olduğu yönünde insan-merkezci eğilimlerle de mücadele etmesi ve bu sorunun da sömürünün diğer biçimleri kadar yakıcı olduğunu görerek ilişkilenmesi gerekmektedir. Tıpkı ırkçılık ve cinsiyetçiliğe açtığımız savaşta daha eşit ve adaletli bir dünya talebimiz olduğu gibi, insanları hayvanlardan üstün görerek de türcülüğü beslediğimizi unutmamak gerekir.