Liseliler Değil, Siz Sınıfta Kaldınız! – Berfin Polat

Tekçi ve cinsiyetçi olmakla birlikte paralı, bilimden uzak, anadil hakkından yoksun karakteriyle eşitsizlik ve sömürü üzerine kurulu olan asimilasyoncu eğitim sistemi, 18 yıllık AKP iktidarı döneminde daha da kötüleşti. Neoliberalizmin gelişimiyle birlikte eğitimin piyasalaştırılması AKP ile derinlik kazandı. Halihazırda  var olan niteliksiz eğitim sistemi günümüzde pandeminin beraberinde getirdiği yasak ve AKP iktidarının durumu yönetemediği bir sürecin ortaya çıkardığı kriz ile daha da niteliksiz hale geldi. Eğitim için ayrılan bütçe AKP’nin vakıflarına aktarıldı.  EBA yeterli altyapısı olmadığı için defalarca çöktü. Bu  duruma çözüm üretmek yerine Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk öğrencilerle dalga geçercesine açıklamalarda bulundu. Ekipman desteği sağlanmayan, interneti olmayan milyonlarca öğrenci uzaktan eğitime ulaşamadı ve eğitim hakkı gasp edildi. Uzaktan eğitime Türkiye ve Kürdistan’da milyonlarca öğrenci ulaşamazken AKP iktidarı eğitimi sadece zenginlerin kolay ulaşabileceği bir hale getirdi. Bu gibi eşitsizliklerin ortada olduğu, milyonlarca öğrencinin ulaşamadığı uzaktan eğitimin sınavının COVID-19 salgınına rağmen yüz yüze yapılması kararı alındı. AKP iktidarı öğrencilerin sağlığını hiçe saydı, yüz yüze sınavların yapıldığı okullarda gözetmenlik yapan hocaların ve öğrencilerin COVID testleri pozitif çıktı. Bununla beraber AKP, uzaktan eğitim sürecinde öğrencileri uzaktan eğitimde kullandığı araçlar ile politik islamcı örgütlenmelere teslim etti. Niyetimiz “yeni olmayan” bu duruma dikkat çekmek değil, pandemiyle birlikte bu meselenin yoksul emekçi aileler ve yok sayılanlarla, rejim arasında bir saflaşma zemini taşıdığının altını çizmektir. İlköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinin seçmeli derslerini seçeceği dönemde okul müdürleri “sadece din dersi hocalarıyla” AKP il/ilçe teşkilatlarında toplantılar düzenliyor ve politik islamcı örgütlenmelerin mensupları, yandaş vakıf ve sermaye gruplarıyla bir araya geliyordu. Ortak çıkarları ve hedefleri olan bu bileşim; aileler ve öğrenciler üzerinde baskı kurarak, öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin kullandığı haberleşme ağlarında çağrı ve yönlendirme yaparak (ders seçimine değil, din dersi seçimine) ders seçme imkanı dahi bulamayacak düzeyde teknik gereksinime erişemeyen öğrenciler yerine ders “seçerek”  -tesadüfen hepsi de din dersi- eğitimde hak gaspı ve eşitsizliği tırmandırıyor. Taşra bölgesi olarak geçen okullara atama/görevlendirme yetkisi, camilerde verilerek vaazlarda “çocuklara din dersi seçtirilmesi” çağrısı yapan Diyanet’e verilerek eğitim sisteminde daha geniş alan açılıyor ve MEB’in iş ve görevleri Diyanet’e devrediliyor. Bir çok bakanlıktan daha fazla bütçe ayrılan Diyanet İşleri Başkanlığı, eğitim sistemi içinde gerek kadrolaşma gerek ideolojik hegemonya kurma konusunda nüfuzunu genişletiyor. AKP’nin din dersi dayatması, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin maddelerince eğitim özgürlüğüne aykırıdır. Binlerce atanamayan öğretmen sesini duyurmaya çalışırken ve hatta işsizlik ve geleceksizlik arasına mahkum edilirken, yandaşlar siyasi iktidar tarafından eğitim kurumlarına yerleştiriliyor. “Zorla seçtirilen” ve tamamen Sünni-İslam anlatısına dayalı din dersi ile birlikte başta Alevilik olmak üzere diğer inanç ve kültürler yok sayılıyor. Böylece asimilasyon ve tekçilik daha büyük bir boyut kazanıyor. Eğitim sistemindeki bu hak gaspı ve dayatmalar, tek tip öğrenci-öğretmen ve biat eden toplum yaratmanın çabasıdır. Faşist baskı, yasa ve saldırılarla toplumu sindirmeye çalışan siyasi iktidar tüm vahşetine ve saldırısına rağmen amacına ulaşamıyor ve kendisi için işlerin yolunda olmadığını görüyor. Kendinden olmayanı hedefleştirerek ve saldırarak ezmeye; tüm topluma gözdağı vererek yine rıza üretmeye çalışıyor ama başaramıyor. Reform yalanlarına kimse inanmıyor ve kendi tabanları dahi “gemiyi” terk ediyor. Siyasi iktidar saldırılarını, hukuksuzluklarını ve yolsuzluklarını gizlemiyor. Gücün hala kendisinde olduğunu göstermeye çalışıyor ve ancak baskı, zor ve faşist terörden aldığı güçle ayakta kalacağına inanıyor. Bilimsellik, eşitlik, anadil ve nitelik siyasi iktidarın umru değil düşmanıdır. Özellikle pandemi döneminde eğitim hakkı gasp edilen milyonlarca öğrenci, geleceksizliğe dayanamayıp intihara sürüklenen, internete ulaşmak isterken yaşamını yitiren öğrenciler onlar için yok hükmündedir; çünkü siyasi iktidar bu tablonun bu ölümlerin bizzat sorumlusudur. Onun hedefi kendi neslini ve kadrolarını yetiştirmek, şirketlere kalifiye ve ucuz iş gücü yetiştirmekle beraber yandaşa kaynak yaratmaktır. Bunlar ve tabi ki dahası siyasi iktidarın stratejik hedefleri arasındadır. O nedenle siyasi iktidarın bu alandaki faaliyetlerinin hangi amaca bağlı olarak hangi araçlarla/kişilerle örgütlendiğini teşhir etmek; aileler ve eğitim emekçileriyle birlikte hareket edebilecek kanallar oluşturmak ve siyasi iktidarın bu politik alarından en çok etkilenen yoksul emekçi sınıfları rejime karşı saflaştırmak önemli bir yerde durmaktadır. Bu aynı zamanda faşizme karşı birleşik mücadeleyi büyütmenin kapsamında değerlendirilmelidir. Özellikle yoksul emekçi semtlerde yapılan ajitasyon-propaganda faaliyetleriyle kamuoyu yaratmak, öğrenci ve velilerle bir araya gelip toplantılar/buluşmalar düzenlemek ve tekçi, cinsiyetçi, anti-bilimsel eğitim politikalarına karşı durmalarını sağlamak siyasal görevlerimiz arasına yazılmalıdır.