Enkazdan Halk Örgütlülüğünü Kurarak Çıkalım – Yasemin Direkçi

Seçime doğru giderken 6 Şubat sabahı gündemimiz bir anda değişti: Maraş merkezli ve 10 ili yoğun bir şekilde etkileyen deprem. İnsanlar enkaz altından yardım çağrısı yaparak haykırıyor, ölü sayısı an be an artıyor, devletten ise hiç ses çıkmıyordu. İnsanlar tırnaklarıyla kaza kaza yakınlarını arıyor, her yerden “devlet nerede” seslerini duyuyorduk.

Devlet kurumlarının, hastanelerin, havalimanlarının bile yıkıldığı bu deprem yalnızca bir doğal afet olarak ele alınamaz. Depremin olduğu bölgede yıllardır uyarılar yapılıyordu. Ancak fay hattı imara açıldı, gereken denetimler yapılmadı. İnşaat firmalarına aynı zamanda denetçi ruhsatı verildi. İmar afları çıkarılarak imar mevzuatına veya ruhsata aykırı yapılara yapı kayıt belgesi verilerek kaçak yapılara resmi izin verildi. Devlet, rant ve talan politikalarını bu sayede hayata geçirdi. Planlarının arasında insan canını zerre önemsemedi ve on binlerce insan enkaz altında kaldı. Halkımız bir ev alabilmek için seneler boyunca çalışıp çabaladı ve sonunda o enkazın altında ölüme terk edildi. Üstelik depremden sonra devlet bölgeye ulaşmadığı için marketlerden ihtiyaçlarını temin eden halkı Ümit Özdağ başta olmak üzere faşistler “yağmacı” diyerek hedef gösterdi, depremzedelere vur emri çıkarılmasını istediler. Oysa halkımız hakkı olanı alıyordu ve gerçek yağmacının kimler olduğu çok açıktı.

Yine Ümit Özdağ’ın çıkardığı yalanla faşistler mültecileri hedef gösterdi. Mültecilerin yağmacı olduğu, hırsızlık yaptığı gibi birçok yalan sosyal medyada dolaşmaya başladı. Bu yalanlar elbette ki gündem değiştirmek, halkta devlete karşı oluşan öfkeyi ırkçılığı kullanarak başka alanlara kanalize etmek için gayet bilinçli bir şekilde söylendi.

Deprem sonrasındaki saatlerde devlet, depremden etkilenen Tel Rifat ve çevresini toplarla vurmaya devam edip işgal planlarına deprem günü bile bir an olsun ara vermedi. Olanakları ve deprem vergilerini depremden başka her şeye harcadığını, kendi lüksünden bir an olsun ödün vermezken savaş ve işgal planlarıyla halklara açlık, yoksulluk ve ölümü reva gördüğünü zaten biliyorduk. Yine aynısı oldu. AFAD ve yardımlar, deprem bölgesine saatlerce gitmedi. Depremden değil de soğuktan hipotermi geçirip ölenlerin yakınları feryat ederken halkımız yalnızdı. Bunun bir sebebi devletin olanakları savaşa, lükse harcamasıysa diğer yanı deprem bölgelerinde yoğunluklu olarak Kürt, Arap ve Alevi halklarımızın yaşamasıydı. Bundandır ki devlet onları görmedi. Çünkü deprem sonrasında bile devletin Türk Sünni tekçi politikaları işlemeye devam etti.

İnsanlar “devlet nerede” diye sorarken faşist şef televizyona çıkıp devlete öfkelerini dile getiren insanları tehdit ediyordu. Bunun sonucunda, depremzedeler seslerini enkaz altından Twitter üzerinden duyururken, yardımlar ve daha birçok acil konu yine Twitter üzerinden yayılırken devlet Twitter’ı kısıtladı. Neden? Emekçi halklarımızın katilini sosyal medyadan teşhir eden, devlete öfkesini kusan insanların sesi çıkmasın diye. Ayrıca çok sayıda insanı hatta depremzedeleri bile sosyal medya üzerinden tepkilerini dile getirdikleri için ifade almaya çağırdı, gözaltına aldı!

Yandaş medyada muhabirler, depremzedelere mikrofon uzatırken sözlerini yarıda kestiler çünkü devlet kutsaldı, onu asla suçlamamak gerekiyordu. Yandaş medyada bunlar olup biterken gerçekleri halka ulaştıran Etkin Haber Ajansının muhabiri hedef gösterildi, ajansın Twitter hesabı bir kez daha Türkiye’den erişime engellendi.

Halkın kendisine olan öfkesinin büyümesinden korkan ve bunu baskı ve yasaklarla kontrol etmek isteyen faşist şeflik rejimi deprem bölgelerinde OHAL ilan etti. Şüphesiz bunun başkaca sebepleri seçim gündemini duruma göre kendi lehine yönlendirmek istemesi ve rant ve talan politikalarını hızlıca hayata geçirmekti. Halkları seçim dönemi OHAL ile baskı ve yasak getirip susturacak böylece yeni vurgunlarını yaparken kimsenin sesi çıkmayacaktı.

Devletin depremden etkilenen halkımızın nerede kalacağına bulduğu çözüm ise niteliksiz KYK yurtları oldu. Tüm üniversitelerde derslerin yaza kadar online eğitimle devam edeceği kararı alındı. Oysa depremden fiziksel ve psikolojik olarak etkilenen on binlerce öğrencinin deprem bölgelerinde elektriğin, internetin olmadığı bu şartlarda online eğitime devam etmesi beklenemez. Niteliksiz olduğu defalarca kez ispatlanan yurtlar yerine ülkenin dört bir yanına diktikleri oteller ve bankalar aracılığıyla el koyup gasp ettikleri konutlar tercih edilebilirdi. Devlet, halkın değil de sermayenin çıkarına çalıştığı için bunu yapmadı.

Bütün bunlar devam ederken üçüncü cephe güçleri ve demokratik kitle örgütleri emekçi, yoksul halkımızla dayanışmak için seferberlik ilan etti. Deprem bölgelerine doğru yola çıkıldı, halkımızla dayanışma çağrıları yapıldı, gelen yardımlar deprem bölgesine gönderildi. Devlet ortada yokken ya da sadece kameralara çıkmak için deprem bölgesine akın ederken devrimciler ve halk beraber enkazları kazdılar, yemek pişirdiler, komiteler kurup birbirlerine umut oldular. Halkların dayanışması sözü somutlaştı, bunca acının içinde yıldız misali parladı. Dayanışma günden güne büyürken kapitalist bireyciliği, devleti ve sermaye düzenini korkutmaya başladı. Ondandır ki HDP’nin yardımlarını engelliyorlar, dayanışmayı büyütenlere tehditler savuruyorlar, AFAD’dan başka yardımları kabul etmiyoruz diyorlar. Korktukları halkların dayanışmasının halkların örgütlenmesine varmasıdır. Bizler kurulan bu komiteleri sağlamlaştırıp ilerleyen zamanlarda halk meclislerine doğru götürmeli ve halkın kendi sözünü söylediği yerelden halk örgütlenmesini kurmayı başarmalıyız. Halk örgütlenip kendi gücünün farkına varacak ve birleşip faşist şeflik rejiminin üstesinden gelebilecektir sonuçta…

Bu tablonun içinde biz halk gençliğine düşen ise halkların dayanışmasını büyütmek, kurulan komitelere katılmak ve enkaz altında ölenlerin katillerini her yerde teşhir etmektir. Ayrıca bu kaotik ortamda hedef gösterdikleri mültecilerin yanında olmalıyız. Esas düşman olan devleti göstermeli ve yalanların asılsızlığını teşhir etmeliyiz. Dayanışmayı halkın öz örgütlülüğüne vardırmalı ve bu düzeni yıkmalıyız. Bu düzen bizlere değil insanca bir yaşam, yaşama hakkı bile tanımıyor. Oysa her şey bizim. Yağmacı değiliz, hırsız değiliz, halkın hakkı olanı istiyoruz ve mücadelemizle alacağız.