Adaletin Yolu – Nurhak Özgür

5. yılını geride bıraktığımız Suruç Katliamı ve adalet mücadelesi faşist şeflik rejimine karşı
direnişler ve farklı biçimlerde gelişen çarpışmalarla dolu yıllar olarak geçti. Yeni bir sürecin
başlangıç tarihi olan 20 Temmuz 2015, sarayın bekası için devreye sokulan savaş
konseptinin ilk adımıydı. Halkların birleşik mücadelesinin iradesi ve yükselişini kırmayı
hedefleyen katliamın hemen ardından yoğunlaşan faşist devlet terörü bu tespit ve
değerlendirmeyi defalarca kez doğrulamıştır. Bununla birlikte, katliamın hemen ardından
devletin failleri korumak ve katilleri aklamak için dosyaya getirdiği gizlilik kararı ve buna karşı sosyalist gençlik ve Suruç Aileleri’nin “gizlilik kararının kaldırılması” talebiyle başlattığı
çalışmalar, uzunca yıllar sürecek olan adalet mücadelesinin ilk durağı olma özelliği
taşımaktaydı. Yazıda derinleşmeden önce söylemek gerekir ki, ‘Suruç için Adalet
mücadelesi’ en başından itibaren faşist şeflik rejimi ve burjuvazinin mahkemelerinden bir
beklenti üzerine değil, onunla çarpışma ve direnme görüş açısının üzerinde şekillenen bir
mücadele sürecidir. Ve böyle olmaya da devam edecektir.

Sosyalist gençliği haritadan silmeyi hedefleyen Suruç Katliamı’nın hemen ardından SGDF,
adanmış bir devrimci kararlılıkla saldırıyı yanıtlamış ve “Yenilmedik!” demiştir. Suruç gazileri, Suruç aileleri, avukatlar, gençlik örgütlerinin ve devrimci-demokratik hareketin direnişi; sarayın topyekun saldırısına verilen en güçlü cevap olmuştur. Bir irade çarpışmasına dönüşen ve binlerin katılımıyla gerçekleşen cenaze törenlerinde başlayan hesaplaşma mücadelesinin uzun erimli olacağının sinyalleri o günden görülmüştür. Uğurlama törenleri, taziyeler ve anma etkinlikleriyle geçen günlerinden ardından katliamın 1. ayında Suruç şehit ailelerin bir araya getirilmesi, mücadele iradesinin açığa çıkarılması ve “Çocuklarımızın hesabını soracağız.” ortak fikrinin kılavuzluğu, Suruç için Adalet mücadelesinin gücünü aldığı kaynaklardan biri olmuştur. Şehit aileleri, gaziler ve sosyalist gençliğin düş yolcularının Kobane’ye doğru uğurlandığı hareket noktası olan Kadıköy Evlendirme Dairesi önünde başlayıp takip eden aylarda ise Halitağa Caddesi’ne taşıdığı 33 dakikalık oturma eylemleri, büyük adalet mücadelesinin temellerini oluşturmuştur. Her yan yana geliş, adalet mücadelesine güç katan ve hesap sorma kararlılığını güçlendiren bir buluşmaya dönüşmüştür. Her ayın yirmisinde bir düş yolcusuna atfedilen 33 dakikalık oturmalar, artık tüm adalet mücadelelerinin kürsüsü olmaya başlamış ve Halitağa, Suruç için adalet mücadelesinin simgesi haline gelmiştir. Her defasında polis ablukası ve bazı oturumlarda devlet tarafından tertiplenmiş faşist provokasyonla adalet mücadelesi yürütenler korkutulmaya çalışılmışsa da Suruç için adalet mücadelesi geniş kesimler tarafından sahiplenilmiş ve bu kararlı yürüyüş durdurulamamıştır. Suruç için adalet mücadelesinin yolunun mahkeme salonlarından değil sokaktan geçeceği gerçeği, bu eylemlerle birlikte tüm kamuoyuna en berrak biçimde duyurulmuştur.

“Gizlilik kararı kaldırılsın.”, “Sorumlular yargılansın.”, “Belgeler açıklasın.” ve “Amed, Suruç ve Ankara Katliamları aydınlatılsın.” talepleriyle adalet mücadelesini üniversitelerden sokaklara ve meydanlara taşıyan sosyalist gençliğin fiili meşru mücadelenin örgütlenmesinde etkin pozisyon alışı ve pratikleri; kent merkezlerinde yol kesme eylemleri, mağaza işgalleri ve değişik tipte onlarca eylemi ve yaygın ajitasyon-propaganda faaliyetleri Suruç için adalet mücadelesine ivme kazandıran bir yerde durmuştur. Gerek kendi kuvvetleriyle gerek ortak mücadele alanlarından örgütlenen eylem hattı ve ardından yaşanan gözaltı ve tutuklama terörü adalet mücadelesini kırmak bir yana, onun daha geniş kitlelerce sahiplenilmesine vesile olmuştur. Suruç için adalet çalışmalarına yönelik gerçekleşen gözaltı-tehdit-tutuklama saldırıları da yine aynı şekilde devletin bu mücadeleye yaklaşımdaki çizgisini göstermiştir. Ancak her türlü saldırılara karşı adalet için yükseltilen direniş, bu saldırıları püskürten bir iradeye dönüşmüş ve gelişimini sürdürmüştür.

Katliamın ardından başlayan adalet mücadelesi devam ederken Suruç gazileri, Suruç’ta
yakınlarını kaybedenlerin aileleri ve yakınları ve sosyalist gençler defalarca kez
gerçekleştirilen polis operasyonlarının hedefi oldular. Katliamın failleri elini kolunu sallayarak
Ankara’da, Reina’da, Sultan Ahmet’te, Havalimanı’nda, Antep’te yeni katliamlar tertiplerken; katliam mağdurları gözaltına alındı, tehdit edildi ve tutuklandı. Suruç şehitlerinin cenazelerine katılmaktan tutalım da fotoğraflarını taşımaya kadar, onlara dair ne varsa “suç” olarak soruşturma dosyalarına koyulmaya çalışıldı. Yetmedi, Suruç katliam davasına dair gelişmeleri haberleştiren gazeteciler devletin hedefi haline geldi. Bununla da sınırlı kalmadı; katliam mağdurlarının savunmanlığını yapan avukatlar gözaltına alındı ve tutuklandı. Ancak bu da sökmedi ve Suruç için adalet mücadelesini savundukları için yargılananların savunmaları ve Suruç’a sahip çıkan iradeleri mahkeme heyetlerinin yüzüne defalarca kez tokat gibi çarpmaya devam etti.

Geride bıraktığımız bu 5 yılda gerçekleşen mahkemeler ise katliamın siyasi sorumluları ve
faillerini aklamak adına kurulmuş tiyatro sahnesinden başka bir şey değildi. Sarayın sözcüsü
mahkemelerin “katledilenleri ve sağ kalanları yargılama” niyeti, Suruç’ta evlatlarını yitiren
ailelerimize tekrar tekrar aynı acıları yaşatsa da Suruç şehitlerinin aileleri, yoldaşları ve
savunmanları zulmün karşısında tıpkı düş yolcularımız gibi dimdik durmasını bildiler. Daha ilk mahkemede dosyayı kaçırırcasına, dava etrafında kamuoyu oluşmasından ve her
mahkemenin bir çarpışmaya dönüşebileceğinden korktukları için mahkemeyi daha yalıtık bir
bölge olan Hilvan’a taşıdılar. Ancak “Suruç için Adalet” mücadelesinin adliye duvarlarıyla
sınırlı olmayacağını, duvarın ardından görülüp orada kalacak bir mesele olmadığını daha ilk
mahkemede gördüler. Kilometrelerce yolu defalarca kez aşındıran Suruç Aileleri, gazileri,
savunmanlar, yüreği adalet için çarpanlar ve düş yolcularının yoldaşları sarayın sözcüsü
mahkeme heyetlerinin pervasızlıkları karşısında yılmadılar, pes etmediler ve yenilmediler.
”Suruç için Adalet” diyerek Hilvan’a gidenler, mahkeme salonlarını teşhir kürsüsüne çevirdiler ve zulmü yargıladılar, hesap sordular. Burjuva anayasalar kapsamında dahi “mahkeme heyetinin araştırması, incelemesi ve değerlendirmesi” gereken en küçük bir bulgu dahi ailelerin ve avukatların tırnaklarıyla kaza kaza ördüğü adalet mücadelesinin sonucu mahkeme salonuna taşınabilmiştir. Tıpkı ailesi ve yoldaşlarının -Hasan Ocak’ı her yerde arayanların- taş üstüne taş bırakmayıp kendi çaba ve kararlılıklarıyla Hasan Ocak’ı bulmaları gibi Suruç için adalet mücadelesi de aynı çizgide yol alabilmiştir. O nedenle Suruç için adalet mücadelesi net bir ifadeyle söylemek gerekir ki, geride bıraktığımız 5 yıl içinde bir direnişe dönüşmüştür.

Katliamın 1. Yılında, “Suruç için Adalet, Herkes için Adalet” diyerek başlatılan kampanya ile
birlikte, adalet mücadelesinde simgeleşen isimlerle birleştirip 33 noktada örgütlenen
eylemler, ”Suruç için Adalet” mücadelesini gerçek anlamıyla ”Herkes için Adalet” mücadelesi düzeyine taşımaya başlamıştır. 33 düş yolcusu anısına gerçekleştirilen 33 adalet eyleminin her biri, toplumsal adalet mücadelesinin farklı konu başlıklarıyla birleştirilmiş, SGDF’nin 33 gün boyunca arka arkaya gerçekleştirdiği eylemlerde Suruç’un adalet çığlığı, Cumartesi anneleriyle, Somalı madencilerle, Gezi Şehitleriyle, Medeni Yıldırım’la, Uğur Kaymaz’la, Hrant Dink’le, Sevag Balıkçı’yla, Azra Has’la, Özgecan Arslan’la ve niceleriyle birleşmiştir. Bu hareket ve yönelimle birlikte farklı adalet mücadelelerinin birleştirilmesi, adalet mücadelesinin kendisini başlı başına rejimle çarpışmanın bir noktası haline getirmiştir.

Geride bıraktığımız 5 yıllık adalet mücadelesinin en büyük kazanımlarından birisi de, özellikle katliamın yıl dönümlerinde gençliğin birleşik biçimde örgütlediği adalet mücadelesi olmuştur. Katliamın hemen ardından büyük cüret ve kararlılıkla Suruç şehitlerine sahip çıkan ve meydanlarda faşist saray iktidarına meydan okuyan gençlik örgütleri saldırıyı birleşik direnişle yanıtlamıştır. İşte bu zeminden yükselerek katliamın 1. yılında 20 gençlik örgütünün bir araya getirilmesi ve “Suruç için Adalet, Herkes için Adalet” kampanyasını coğrafyamızın birçok kentinde birlikte örgütlemesi, hem adalet mücadelesinin sesini büyütmüş hem de gençliğin birleşik direnişinin örgütlenmesinde özel bir köşe taşı olma rolü oynamıştır. İlk yıldan itibaren gençlik örgütlerinin ortaklığıyla örgütlenen Suruç için adalet mücadelesi artık geleneksel bir karakter kazanmış ve her sene özgün biçimlerle örgütlenmektedir. Özellikle gençlik örgütlerinin 20 Temmuz’da kent meydanlarında örgütlediği anma ve protesto yürüyüşleri, gençliğin hesap sorma kararlılığının resmi olmuştur. Defalarca kez polis saldırısı ile karşılaşmasına rağmen Süreyya Operası önünde toplanma ve Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na yürüme kararlılığı zayıflamamış ve hareketin iradesi kırılmamıştır. Geçtiğimiz yıl yine aynı yerde yapılan buluşmayı engellemeye çalışan siyasi karar ve polis karşısında gençlik örgütlerinin “Artık devrimciler konuşacak.” diyerek barikata yüklenmesi ve koşullara saldırması adalet mücadelesindeki kararlılığın bir resmi olarak hala hafızalardadır.

”Suruç için Adalet” diyerek başlayan ve ”Herkes için Adalet” mücadelesinin bir mevzisine
dönüşen adalet mücadelesinin geride bıraktığı 5 yıl, gerçek adaletin ancak ve ancak birleşik
karakterli direnişle kazanılabileceğini göstermiştir. Burjuvazinin mahkemelerinden medet
uman değil, gücünü sokağın belirleyici karakterinden alan bir adalet mücadelesinin adaleti
tecelli ettireceği su götürmez bir gerçektir. Suruç Katliamı ve sonrasında yaşanan
katliamların birbiriyle ilişkisi ve arkasındaki devlet gücünün teşhir edilmesi faşizme karşı
mücadelenin gücü ve düzeyiyle ilgilidir. O nedenle adalet mücadelesi, eşitlik ve özgürlüğün
kazanılmasında tayin edici karakterdedir ve bunlardan ayrı düşünülemez. Bu nedenle adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yükselişi aynı zamanda düş yolcularının ideallerine bir adım daha yaklaşmanın ifadesidir. Kobane’yi inşa etme planıyla başlayan yürüyüş sömürgeci faşizmle çarpışmanın bir anı olduysa eğer, adalet mücadelesi de rejimle çarpışmanın bir kulvarı olarak ele alınmalıdır. Geride kalan 5 yıl bu mücadelenin daha çetinleşeceğini göstermiştir. Ancak görünen diğer bir gerçek ise adalet mücadelesinin durdurulamayacağı ve düş yolcularının bayrağını taşıyanların bu yoldan vazgeçmeyeceği olmuştur. Suruç Ailelerimizin dediği gibi, kalplerimiz adalet için çarpmaya devam edecek ve zulme karşı mutlak zafer hedefimiz olacak.

Geride bıraktığımız 5 yıl boyunca yüreğini düş yolcularının yürekleriyle bir eyleyip Suruç’u
yaşatanlara selam olsun.